Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Haziran 2003
Sayı: 61
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Haklarımızı gaspettirmeyeceğiz, geleceğimizi savunacağız!
  Geride kalan bir yılın ardından...
  İşçi sınıfının şanlı 15-16 Haziran direnişi yol gösteriyor...
  "DTCF faşizme mezar olacak!"
  Eskişehir'de faşist saldırı...
  Meyhane değil, bilim ve kültür yuvası üniversite istiyoruz!
  Ankara'da liseli gençlik çalışmamızın bir yılı...
  Özelleştirme ve kölelik saldırısı boyutlandı!
  TÜSİAD'ın yeni oyunu: Eğitime doğrudan müdahale
  Irak yanıyor, Irak yağmalanıyor!.
  ABD'nin tarihsel suç dosyasından bazı örnekler
  Toplam Kalite Yönetimi
  GATS'a uyum sürüyor...
  Herşeye rağmen intifada sürüyor!
  "Galiba aslolan onur..."
  MGK'nın çetesi tetikte...
  Türk Solu çetesi ve son gelişmeler...
  Devlet güdümlü şovenist çetenin maskesini düşürmeye devam edeceğiz!
  Haziran'da ölümsüzleşenlerin anısına...
  İşçi sınıfının büyük komünist ozanı
  Bir "Nike" öyküsü....
  Thomas More ve "Ütopya"
  Bir roman...
  Gençlik gözaltında
  Okur mektupları



 
 
Thomas More ve “Ütopya”

“Ütopya”nın yazarı Thomas More, üniversite eğitimi sırasında Grekçe ile tanışmış ve Grek düşüncesini yeniden araştıran İtalyan Rönesansı’na sempati duymuştu. Hukuk eğitimi alan More 1504’te İngiliz Parlamentosu’nun muhalif bir üyesiydi. Kral, pek hoşlanmamakla birlikte, giderek popülerleşen, bilgisi ve tutumu ile sivrilen More’la ilişkilerini sıcak tutmaya çalıştı. Önce adalet bakanlığına getirildi More. Ancak mahkemeye işi düşenlerden hediye almayı reddederek teamülleri çiğnedi! Ardından kralın boşanma isteğini reddetti. Böylece sarayla arası açıldı ve 1532’de bakanlıktan istifa etti. 1534’de VIII. Henry’nin parlamentodan geçirdiği “Üstünlük Yasası”nı da inançlarına ve hukuka aykırı bulduğu için kabule yanaşmadı ve kralın papadan üstün olduğuna dair yemin etmeyi reddetti. f dilemeyi de reddeden More, 1535 yılında “vatana ihanet” suçlaması ile idam edildi.
Ütopya sözcüğünün de isim babası olan More, bu sözcüğü ilk defa 1516 yılında kullandı. Terimi Yunanca qu (değil) ve topos (yer) sözcüklerinden türetti. Olmayan yer anlamına gelen sözcüğü, bütünüyle akıl yoluyla yönetilen ortak mülkiyete dayalı bir kent devleti olarak betimledi.
Kitap, henüz romanın ortaya çıkmadığı bir dönemde, Kolomb’un keşiflerinin etkisiyle yazılmış ilk kurgusal metindir. Ütopya, Güney yarım küresinde bir adadır. Hikaye, bu adada yaşamış bir gemicinin, ada halkının kurduğu düzenin mükemmelliğini Avrupa’ya tanıtması biçiminde sürer. Böylece More, hem İngiltere’deki iktidarın mutlak olamayacağını belirtir, hem de kendi kafasındaki düzeni açıklar. Siyasi ve ekonomik hayatı yeniden kurgular. More bunu, “bizim toplumumuzda kadınlar, rahipler, hizmetçiler, dilenciler çoğunluk yararlı bir iş yapmaz. Zenginlerin varlığı dolayısıyla da gereksiz lüksler için çok emek harcanır. Ütopya cumhuriyetinde bunların önüne geçileceğinden çalışma 6 saat olarak belirlenmiştir. Eğer artık değer ortaya çıkarsa, günlük çalışma saati kısıtlanır” c¨mleleri ile ifade eder.
Bu ada devletinde, hepsi aynı plana sahip 54 kent vardır ve sadece başkentin planları değişiktir. Bütün cadde genişlikleri aynı, herkesin evi aynı stildedir. Evlerde bir sokak bir de bahçe kapısı vardır ve kilit yoktur. Herkes istediği eve girebilir. Sahiplik duygusu olmasın diye 10 yılda bir ev değiştirilir. Ancak More’un ütopyası buraya kadardır. Bunun dışında köylerde her biri 40 kişiyi barındıran çiftlikler tanımlayan More, bu 40 kişiden ikisini köle olarak tanımlar. “Hayvanların öldürülmesi, özgür yurttaşlar zalimliği öğrenmesin diye kölelere havale edilir.” “Zorunluluk halinde savaşa girilir ve mümkünse paralı askerler tutulur.”
Kitap tek tipleştirici bir toplumsal model önermesine rağmen, kendi çağının toplumsal koşullarının bir eleştirisi niteliğindedir. Siyasi iktidarın tek elde toplanmasına ve sınıfsal imtiyazlara karşı çıkar. Zayıflıklarına karşın “toplumsal ütopya, yoksul sınıfların ayrıcalıklı sınıflara ya da düşünen insanın varolan düzene karşı duyduğu hınçla başlar, ama onu aşarak yeni toplum modelini çizer.”

A. L. Tan



Uzakdoğu SARS’ılıyor!

Uzakdoğu aylardır bir türlü çare bulunamayan bir virüs ile sarsılıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, 19 Mayıs tarihine kadar 7864 kişi bu virüsün neden olduğu hastalıkla tanışırken, bunların 643’ü yaşamını yitirdi. Bilim adamları tarafından SARS virüsünün, iki virüsün karışımı olduğu ve ancak laboratuvar ortamında hazırlanabileceği belirtiliyor. Ama aynı laboratuvarlar yüzlerce kişinin ölümüne yol açan bu hastalığa bir türlü çare bulamıyorlar.

Yaşanan kaos ortamı ise medyanın ortaya attığı haberlerle her gün biraz daha fazla geriliyor. Virüsle ilgili yayınlanan çeşitli haberler veya spekülasyonlarla, salgın haritalarıyla insanlardaki panik havası körükleniyor. Hastanelerde çalışan personel bile hastalık korkusu ile istifa ediyor.

Hastalık sonucu ortaya çıkan tablonun asıl dikkat çekici yanı ise virüsün Uzakdoğu ekonomisi üzerindeki sarsıcı etkisi. Bir süredir karantina altında olan ülkelerde ekonomik ve sosyal hayat da durmuş durumda. İnsanlar evlerinden dışarı adım atmaya korkuyorlar. Okullar, kamuya açık alanlar virüsün yayılabileceği endişesi ile kapalı tutuluyor. Bu ise hayatın felç olmasına neden oluyor. Bunu kendi ekonomileri için bir olanak olarak görenler ise, Uzakdoğu halklarının yaşadıkları üzerinden kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlar. Bu ülkelerden biri de Türkiye. Uzakdoğu mallarına ilginin azalması ile birlikte en çok ilgi görmeye başlayan ülkelerden olan Türkiye’de patronlar bu durumdan bir hayli memnunlar. Artık insanlar ucuz Uzakdoğu mallarını değil, onların mallarını kullanıyorlar. Tekstil sektöründe bu sayede büyük kâlar elde ediliyor. Medya ise bu tabloyu “tekstile SARS dopingi” tarzından haberler ile sunabilecek kadar düşkünleşmiş durumda.

Bir avuç azınlığın çıkarlarını korumanın adı olan kapitalist sistem, elbette bilimi de insanlık adına üretmeyecekti. Bu olay ile ölümler üzerinden bile rant sağlamaya çalışan yapısını bir kez daha gözler önüne serdi. Gerçekte Uzakdoğu’da sarsılan, insanların ölümü üzerinden rant sağlamaya çalışan kapitalizmdir.