31 Temmuz 2015
Sayı: KB 2015/29

Topyekûn savaşa karşı birleşik direniş!
Emperyalizme, işbirlikçilerine ve gericiliğe karşı birleşik mücadele!
İçeride ve dışarıda devlet terörü!
Kürt halkına karşı kirli ittifak
İncirlik emperyalist koalisyona açılıyor
Kiminle barışacağız?
Birlikte direnelim! - D. Baran
KESK taleplerini ve eylem takvimini açıkladı
Yeni sendika ve metal işçilerinin görevleri
Sermayenin savaşına karşı sınıf savaşı! - B. Çağ
MİB MYK Ağustos ayı toplantısı
Arçelik LG işçileri mücadeleye devam ediyor!
İş cinayetleri durmuyor
“Engels’in adı ve yaşamı her işçi tarafından bilinmelidir!” - V. I. Lenin
Zulmünü arttıran sistemin karşısına birliğimizin gücüyle çıkıyoruz
DGB Yaz kampı başarıyla gerçekleştirildi: Artık daha güçlüyüz!
Almanya’da kitlesel ve öfkeli protestolar
Filistin’de binler Ahmed Saadat’a saldırıyı kınadı
DAF’ta TİS ve grev
İstanbul’da sınıf devrimcilerine polis operasyonu
“Bizim kararlılığımızla boy ölçüşemeyecekler”
Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır!
Günay Özarslan’a kitlesel uğurlama
Operasyon saldırısı ve Suruç katliamı protesto edildi
Suruç katliamı raporu açıklandı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Bizim kararlılığımızla boy ölçüşemeyecekler”

 

24 Temmuz 2015... Sabah 06.30...

Gürültüyle uyanıyoruz. Saatimizi 07.00’ye kurmuşuz. Yarım saat var daha uyanmamıza. Sermaye devleti koçbaşıyla zorluyor kapımızı.

Daha günler önce Suruç’ta patlattıkları bomba geliyor aklımıza. Katlettikleri dostlarımız, arkadaşlarımız. Ardından sermaye devletinin sözcülerinin açıklamaları. Ağızlarından çıkan her kelimeden kan damlıyor. Savaş ve saldırganlığı tırmandıracaklarını gösteriyor.

Daha dün “güvenlik zirvesi”ni toplayıp “terörle mücadeleyi kararlılıkla sürdüreceğiz” diyorlar. Ve şimdi de ‘teröristlerin’ evinin kapısındalar. Ha kırdı kıracaklar. Üstümüzü giyiniyoruz.

Ve içerdeler...

Uzun namlulu silahlarla, bağırıp çağırıyorlar, “neden kapıyı açmıyorsunuz?”, “Yat yere yat yat!” Televizyonlarda gördüğümüz kan damlayan kelimeler, gözlerinde nefret. Karşılarında yere yatmayan devrimciler. Takılmaya çalışılan çelmeler, atılan tekmeler. Edilen küfürler...

Ardından ters kelepçe. Üzerimizde kurulmaya çalışılan baskı. Ancak nafile.

Hepsinin gözlerinde korkuyu okuyoruz. Ellerinde uzun namlulu silahlar, çelik yelekler, kalkanlar ancak gölgesinden korkan bir güruh. Sokağı kapatmışlar. Bütün sokakta terör estiriyorlar. Sanki basılan bizim ev değil, sokağın kendisi. Bütün apartmanı ayağa kaldırıyorlar. Anlıyoruz ki bizden önce başka bir daireye de girmişler aynı şekilde.

Ayaküstü sorgu başlıyor. İsimler, kimlikler, sorular sorular. İstedikleri cevabı alamadıkça sinirlenen paralı uşaklar.

Amirleri var. “Kral” dedirtiyor kendine. Başlıyor yazmaya arama tutanağını. Arama uzadıkça, istediğini bulamayınca sinirleniyor. “Sanki ben isteyerek mi yapıyorum” diyor. “Sabahın bu vaktinde”. Bir yoldaş “yapma o zaman bu işi” diyor. “Kral” da “4 bin lira verin size çalışayım”. “Para için yapıyorsun yani bu işi?” diyoruz. O da “para değil, ekmek parası” diyor. İşçiler, emekçiler asgari ücretle geçinmeye çalışırken o aldığı 4 bin lirayı ekmek parası olarak kabul ediyor belli ki.

Onun burjuva çıkar ilişkilerinden ötesini algılayamayan beyninin devrimciliği anlamasını beklemiyoruz elbet. Ancak bilmiyor ki parayla çalışacak insanların yeri olamaz devrimcilerin yanında. Ve sermaye devleti bilmeli ki, onun bütün işlerini yapan uşakları bu işi parayla yapıyor. Parayla şerefini, onurunu her şeyini satıyor. Tıpkı burjuvazi gibi, uşakları için de her şey alınır, satılır birer meta. Kendileri de....

“Avukat istiyoruz. Ev araması yapamazsınız” diyoruz. “Ne avukatı, getirtmiyoruz” diyorlar. Hiçbir hak-hukukun olmadığını gösteriyorlar.

Ev aramasından deniz gözlükleri, toz maskeleri, bir de inşaat eldiveni çıkıyor. Didik didik ediyorlar ötesini bulamıyorlar.

Paralı uşakların işleri bitiyor, imza istiyorlar. Atmıyoruz. Herkese tek tek soruyorlar aynı yanıtı alıyorlar. Sonra komşuya dönüyorlar. Ev aramasına tanık olarak getirmişler zorla. “İmza at dayı” diyorlar. “Atmam” diyor. “Niye atayım. Kimse atmıyor. Ben mi atacağım. Beni zaten zorla getirdiniz. Öyle eve mi girilir!” O da öfkeli polislere. Belki meselenin farkında değil ancak kafa tutuyor polislere. Polisler önce “atacaksın” diyor zorluyor. Olmayınca ikna etmeye çalışıyorlar. Zor bela attırıyorlar imzayı. Dayı hoşnutsuz. Bizler için “efendi çocuklardır” diyor. “Kimseye bir zararları yoktur” diyor.

Evden çıkıyoruz. Alt komşularımız bize bakıyor. Gülümseyip “1 Mayıs’a katıldığımız için alıyorlar bizi” diyoruz . İstikamet Adli Tıp, oradan da Vatan. Araçta radyo açık. Kısmen polislerin konuşmalarından, kısmen de radyodan operasyonun mahiyetini anlıyoruz.

İstanbul’da 26 ilçede onlarca ev basıldı. 200 kişilik liste var. Gördüğümüz kağıtlardan, konuşmalardan isimler öğrenmeye çalışıyoruz. Listede kimler var diye. Öğrendiklerimizi yoldaşlara nasıl iletiriz, en azından 1-2 yoldaşı gözaltına aldırmayız diyoruz.

Vatan’dayız...

Bir yoldaşla karşılaşıyoruz. “Seni gördüğüme sevindim” diyor. Sonra kendi dediğine gülüyor. Hücrelere koyuyorlar. Ya tek kişi ya da ikişerli. Ancak biz hep beraber kalıyoruz. Konuşuyor, eğleniyoruz.

Polis geliyor.

- Yemek yiyecek misiniz?

- Açlık grevindeyiz.

- Su, şeker?

- Sizin verdiğiniz hiçbir şeyi kabul etmiyoruz.

Gidiyorlar. Bu günde üç kere tekrarlanıyor. Biz almıyoruz desek de suyu, şekeri bırakıyorlar.

Bizden sonra ilk gün 3 Halk Cepheli de getiriliyor. Onlarla sohbet ediyoruz. Siyasal durum, emperyalizm, Suriye’ye dair konuşuyoruz. Kendi kurumumuza dair sorular soruyor. Biz de ona soruyoruz. Yılmaz abi çok güzel türkü söylüyor. Onu ve diğer arkadaşları bizden bir gün önce bırakıyorlar. Yılmaz Viraner’in bu gözaltısından birkaç gün sonra tekrar gözaltına alınıp tutuklandığını öğreniyoruz.

Hava çok sıcak. Hepimiz terden sırılsıklam oluyoruz. Tepemizde sönmeyen bir ışık. Ancak biliyoruz ki onun da bir sınırı var. Elbet sönecek. Bizim kararlılığımızla boy ölçüşemeyecek.

İlk günden başlıyor sermayenin uşakları sorgulara. Korkutabilecekleri, kazanabilecekleri, birini arıyorlar. Tek tek çapraz sorguya sokuyorlar. Korkutmaya çalışıyorlar. “Tutuklanacaksın, cezaevinde çürüyeceksin. Daha gençsin. Seni yaşatmayız” diyorlar.

Avukatımızla görüşüyoruz. Gözümüze takılan ayrıntıları aktarıyoruz. Dışarıyı soruyoruz. Faaliyetin, yoldaşların en az zararı görmesi için konuşuyoruz.

Gözaltı süresi uzatılıyor. Yine Haseki’ye gidiyoruz. Bir otobüs çevik geliyor. Bizi alıyor. Polislere soruyorlar “serbest mi?” diye. Onayı alınca saldırılara başlıyorlar. Küfürler, itmeler, kakmalar Haseki ‘ye gelince iniyoruz. Sloganlarımızı atıyoruz. Tekmeler, yumruklar. Susturamıyorlar. Biri diyor: “Bıraksak da kaçmaya çalışsa da vursak, ne güzel olur.” Katil yüzleri karşımızda. Göz göze gelemiyorlar ancak. Ne zaman göz göze gelsek kaçırıyorlar gözlerini.

Otobüse biniyoruz. Küfürlere, tokatlara devam. “Kral” ‘araya’ giriyor: “Vurmayın çocuklar, onlar bize lazım” diyor. Zira daha sorgulayacaklar. Ajanlaştırmaya çalışacaklar. Devlete uşak yapmaya çalışacaklar, kendileri gibi. Aldığı 4 bin liranın hakkını vermesi lazım.

48 saat doluyor. Önce Haseki sonra Çağlayan Adliyesi. Her adımda üzerimizde baskı kurmaya çalışıyorlar.

Şimdi adliye koridorlarındayız. Ancak gözaltı devam ediyor. 7. katta bir koridorun sonunda bir aradayız. Bir güzel sohbete başlıyoruz, yoldaşlarla.

Avukatlar geliyor. Dava dosyasına bakıyoruz. Fotoğrafları inceliyoruz. Yeri geliyor “ne güzel çıkmışız” diyoruz, yeri geliyor “ben de vardım o eylemde benim fotoğrafım yok mu?” diyoruz. Bir yoldaş “bu fotoğrafları alabiliyor muyuz?” diyor. “Evde bulunsun arada bakarız.”

Dosyada yıllar önce katıldığımız eylemler, basın açıklamaları, 1 Mayıslar var. Kimi yoldaşların okulda IŞİD’cilerle girdiği çatışmaları bile koymuşlar.

Savcılık sorgusu başlıyor. Bir kulağımız dışarıda. Eylemler devam ediyor. Okmeydanı’ndan, Gazi’den haberler geliyor. Günay Özarslan’ın infaz edildiğini nezarette öğrenmiştik, cenazesini almaya çalışıyor devlet. Çatışmalar çıkıyor. Dışarısı kızıştıkça içeride de atmosfer ona göre değişiyor. Gazi yanıyor. Bir polisin vurulduğunu çeviklerin telsizinden duyuyoruz. Bu haberden sonra moralleri bozulup sinirleniyorlar. Her fırsatta bize sataşmaya çalışıyorlar.

Akşam oluyor. Savcılık bir yoldaş için tutuklama istiyor, geri kalanımıza denetimli serbestlik. Hakim karşısına çıkıyoruz. Saat gece 22.00 oluyor. Hakimliğe giderken görüyoruz IŞİD’lilerin 4’ü tutuklanmış kelepçesiz polislerle kol kola güle oynaya gidiyorlar.

Hakim bir fotoğraflara bakıyor, bir de ev aramalarından çıkanlara, elle tutulur bir şey bulamıyor. Sermaye devleti ne kadar hak-hukuk dinlemese de bizler dikkatli davranırsak bir şey tutturamayacakları da ortaya çıkıyor.

Çıkıyoruz. Sloganlarla karşılıyor yoldaşlarımız, analarımız. Kucaklaşıyoruz. Ve her birimiz içeride de sürdürdüğümüz kavgayı dışarıda devam ettirmek için can atıyoruz.

İstanbul’dan bir sınıf devrimcisi

 

 

 

 

Baskılar, gözaltılar, tutuklamalar bizi yıldıramaz!

 

Dinci-gerici AKP iktidarı son dönem yükselttiği savaş tamtamlarını artık pratiğe dökmüş bulunuyor. 24 Temmuz günü sabah saatlerinde dışarıda sözde IŞİD mevzilerine bombalar yağdırırken, içeride ise IŞİD çetelerine operasyon yapılırken asıl hedefin Kürt hareketi ile ilerici ve devrimci güçler olduğu ortaya çıktı. Asıl hedef ilerici devrimci güçlerdi. 3 gün boyunca süren operasyonlarda yaklaşık bini aşkın kişi gözaltına alınmış ve bunların büyük çoğunluğu ilerici ve devrimci güçlerdi. Bu operasyonlar bugüne kadar aralıksız olarak devam ediyor.

Suruç’ta gerçekleşen alçakça katliamla başlayan gelişmeler gelinen aşamada biz sınıf devrimcilerine yönelik gözaltı ve tutuklama terörü ile devam etti. Sermaye devleti katliamcı yüzünü bir kez daha gösterdi ve bir devrimciyi Bağcılar’da yargısız infaz etti. Polis operasyonlarının asıl amacı sermaye iktidarının hazırlıklarını sürdürdüğü savaş öncesinde işçi ve emekçilerin en ileri kesimlerinin gözaltı ve tutuklama ile susturulmak istenmesidir.

Sermaye devletinin bu operasyonlarından üzerime düşen payımı ben de aldım. 24 Temmuz sabahı evime gelen TEM polisleri ve özel harekatçılarla hiçbir şey ifade edilmeden ters kelepçe yapılarak gözaltına alındım. Sonradan açıkladıkları gerekçe “TKİP üyesi olmak ve propagandasını yapmak”tı. Burjuva hukukuna göre bile suç teşkil etmeyen basın açıklamaları “örgüt üyeliğine” delil olarak gösterilmişti. Evde yapılan uzun aramadan sonra ‘suç unsuru’ olarak “birkaç flash disk ve harici hard disk” bulundu. Biz sınıf devrimcileri 3 gün boyunca süren gözaltımızda ne ifade verdik ne de herhangi bir belgeye imza attık. Avukatların getirdiği su ve şekerleri bizlere vermeyen TEM polislerinin ısrarla “açlık grevini yapacaksanız bizim suyumuz ve şekerimizle yapacaksınız” dayatmasını tabii ki kabul etmedik. Gözaltında hem operasyonları protesto etmek hem de sömürü düzenlerini tanımadığımızı göstermek için devrim ve sosyalizm sloganlarını haykırdık.

Gözaltı süresince TEM polisleri iyi polis rolüne soyunmuşken, kötü polis rolünü çeviklere bırakmışlardı. Çevik her karşılaşmamızda sözlü ve fiziki saldırılarda bulundu. Sonuç olarak 3 günün sonunda sözde “operasyonları” tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Gözaltına alınan biz sınıf devrimcileri mahkemeden serbest bırakıldık.

Son olarak şunu söylemek isterim: Burjuva medyada gözaltına alınmamız sanki sermaye devletinin büyük başarısı gibi gösterilip çeşitli asılsız iddialar sunulurken serbest bırakılmamız nedense hiçbir burjuva medyada yer bulmuyor. Bu operasyonlar tamamen algı operasyonlarıdır. Sermaye devletinin polis devleti uygulamasının bir göstergesidir. Ama şu unutulmasın işçi ve emekçilerin örgütlü ve en ileri temsilcileri olan biz sınıf devrimcilerierde de olsak dışarda da olsak emperyalist-kapitalist sisteme karşı verilen mücadelede her zaman vardık, varız, var olacağız!

İstanbul’dan bir sınıf devrimcisi

 
§