Suruç’ta katleden sermaye devletidir
Katliamın hesabını işçi ve emekçiler soracak!
Sermaye devleti en kanlı, en kirli ve karanlık yüzünü bir kez daha gösterdi. Vahşi katliamlar siciline bir yenisini daha ekledi.
Geçtiğimiz hafta Sosyalist Gençlik Dernekleri Federesyonu’unun çağırısıyla Kobanê’nin yeniden inşasına katkı sunmak için Türkiye’nin farklı kentlerinden yola çıkan ve Suruç’ta konaklayan gençler, sermaye devletinin beslemesi gerici-faşist IŞİD çetesi tarafından gerçekleştirilen intihar saldırısı sonucu hunharca katledildi.
31 ilerici-sosyalist gencin yaşamını yitirdiği, onlarcasının yaralandığı katliam, Türk sermaye devletinin içeride ve dışarıda yürüttüğü kapsamlı savaş ve saldırganlık politikasının dolaysız bir sonucu olarak yaşandı. Zira bombanın pimini çeken gerici-faşist ellerin bizzat sermaye devleti tarafından beslendiği, eğitildiği ve silahlandırıldığı; başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarına karşı yürütülen kirli savaşta ve emperyalist saldırganlıkta etkin bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir.
Bu nedenle saldırının failleri bellidir; emperyalistler, işbirlikçi Türk sermaye devleti ve gerici-faşist tetikçiler. Evet, Suruç Katliamı’nın bu gerici odakların karanlık masalarında planlandığı açıktır.
Sermaye devleti tarafından gerçekleştirilen vahşi ve kanlı bir katliama ilk defa tanık olmuyoruz. Onun tarihi katliamlar tarihidir. Daha kurulurken temellerini komünistlerin ve Kürt halkının kanıyla sulamıştır. Her dönem devrimci-ilerici güçlere karşı, başta Kürt halkı olmak üzere emekçi halklara karşı barbarca yöntemlerle bir dizi katliam gerçekleştirmiştir. Sahnedeki tetikçiler değişse de katliamcı devlet geleneği hiç değişmemiştir.
Katliamın hedefinde Kürt halkının kazanımları ve devrimci-ilerici güçler yer alıyor
Türk sermaye devleti Suriye’yi hedef alan savaş ve saldırganlık sürecinin başından beri Batılı emperyalistlerin hizmetinde etkin bir rol oynuyor. Esad rejimine karşı savaşan dinci-faşist çetelerin sermaye devleti tarafından eğitildiği, silahlandırıldığı ve bizzat komuta edildiği bilinen bir gerçeklik. Tam da bu nedenle Suriye’de devam eden kanlı emperyalist boğazlaşmanın aktif bir öznesi olan Türk sermaye devleti, orada akan her damla kandan sorumlu bulunuyor.
Bu aynı süreç içerisinde Kürt halkının gerçekleştirdiği Rojava çıkışı ve elde ettiği büyük kazanımlar, Türk sermaye devletinin savaş ve saldırganlık politikasını tırmandıran bir başka etken olmuştur. Her fırsatta Rojava’yı işgal etmek için Tampon Bölge söylemini ortaya atmıştır. Fiilen Türkiye’nin Rojava sınırını IŞİD vb. gerici-faşist çetelerin hizmetine açmıştır. Sınır boyları dinci-faşist çetelerin eğitim kampları haline getirilmiştir. Yine Türkiye’nin dört bir yanında hastaneler IŞİD ve ÖSO’cuların hizmetine sunulmuştur. Başta Kobanê olmak üzere Rojava topraklarının barbarca yıkımında ve Kürt halkını hedef alan katliam saldırılarında birinci dereceden rol oynamıştır. Örnekler çoğaltılabilir. Tüm bu olgular, sermaye devletinin Kürt halkının kazanımlarını boğmak için yürüttüğü kirli ve kanlı politikayı gözler önüne sermektedir. İşte Suruç’ta yaşanan vahşi katliam bu süreçten bağımsız değildir.
Türk sermaye devleti, IŞİD çeteleri eliyle gerçekleştirdiği katliamla Kürt halkının kazanımlarını boğmak ve ilerici-devrimci güçlerle kurduğu enternasyonalist dayanışmayı baltalamak isteğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Hem de en barbar ve alçakça bir yöntemle.
Katliamın hesabını sormak için işçilerin birliği, halkların kardeşliği
Türk sermaye devletinin Suriye ve Rojava üzerinden yürüttüğü savaş ve saldırganlık politikası tam anlamıyla iflas etmiş bulunuyor. Denebilir ki sermaye devleti bizzat parçası olduğu bataklığa saplanmış durumdadır.
Zira Kürt halkı ortaya koyduğu büyük direnişle kazanımlarına her geçen gün bir yenisini eklemektedir. Adım adım IŞİD ve diğer dinci-faşist çeteler Kürdistan’dan ve bölgeden temizlenmektedir. Savaşın bizzat yürütücüsü olan emperyalist merkezler dahi bu çeteleri savunacak moral ve politik üstünlüklerini yitirmiş bulunmaktadır. Bu aynı şey işbirlikçi sermaye devleti için de geçerlidir.
Elbette bunun böyle olması emperyalist savaş ve saldırganlığın dizginlendiği anlamına gelmiyor. Tersine çelişkiler her geçen gün derinleşiyor, emperyalistler arası egemenlik krizi yeni bölgelere doğru genişliyor, elbette savaş ve yıkımın alanı da öyle. Keza Türk sermaye devletinin Kürt halkını ve ilerici-devrimci güçleri hedef alan kirli ve kanlı politikaları hala büyük yıkımlar yaratmaya devam ediyor.
Bu sürecin önüne geçebilecek tek güç ise işçi sınıfı ve emekçi halkların birleşik devrimci mücadelesi olabilir. Ancak bu yolla yeni katliamlar engellenebilir. Ancak bu yolla emperyalist savaş ve saldırganlığın önüne geçilebilir. Tüm tarihsel deneyimler bu gerçekliği ortaya koymaktadır. İki büyük emperyalist paylaşım savaşını sona erdiren işçi sınıfı ve emekçi halkların birleşik, devrimci mücadelesi ve destansı direnişi olmuştur.
Gün işçilerin birliği, halkların kardeşliği şiarıyla emperyalist saldırganlığa ve kapitalist barbarlığa karşı birleşik devrimci direnişi büyütme günüdür. Gün Suruç’tan Kobanê’ye, Çorum’dan Sivas’a, Mustafa Suphiler’den cezaevi katliamlarına, Denizler’den Mahirler'e, İbolar'a kadar, akıtılan her damla kanın hesabını sermaye devletinden ve emperyalistlerden sorma günüdür. |