03 Ocak 2014
Sayi: KB 2014/01

Çürümüş düzende sağlam çark olmaz
AKP-cemaat çatışması ve “kuvvetler ayrılığı”
İktidar dalaşı ve düzen medyası
Riyakarlıkta sınırları yok!
Her dönemin has uşağı: CHP
Yolsuzluk, yağma ve sömürü düzeninden hesap sormaya...
Sınıf devrimcilerinden yolsuzluk eylemleri
Yolsuzluklar protesto edildi
Oyak Renault’ta patron-Türk Metal işbirliğiyle işçi kıyımı...
Türk-İş asgari ücrete ‘muhalif’ kaldığını açıkladı!
Esenyurt’ta işçiler foruma hazırlanıyor
Hacettepe işçisinden zafer kutlaması!
2013: İşçi sınıfı kin ve öfke biriktirdi!
“Bürokratik-icazetçi sendikal çizgiyi aşmak için taban inisiyatiflerini yaratalım!”
Dünya basınında yolsuzluk ve rüşvet operasyonu
2013: Kriz, çatışma, savaş, direniş…
Seçim dönemi ve reformizmle mücadele
Eğitim piyasalaşırken...
İÜ’de mücadele etkinliklerle sürüyor
Roboski için yaygın eylemler
“Yargılanan değil, yargılayan olduk!”
Özgürlük ve eşitlik yürüyüşümüz sürüyor
EKK’dan yeni yıl mesajı...
Kartal Emekçi Kadın Komisyonu kuruldu
Devrimci tutsaklardan yeni yıl mesajları
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP-cemaat çatışması
ve “kuvvetler ayrılığı”

 

AKP-cemaat koalisyonunun çatlamasıyla şiddetlenen iktidar ve rant savaşı, dinci-gericiliğin rezaletlerini ortaya sermekle kalmadı, burjuva cumhuriyetteki çürüme ve yozlaşmayı da gözler önüne serdi. Burjuva hukukunu ayaklar altına alan iktidar, “gücün hukuku”na dayalı politikasını pervasızca icra ederek, rejimi demokratikleştirme yanılsamalarına yer olmadığını herkese hatırlatıyor.

Koalisyon devam ederken, özel yetkilerle donatılan savcılarının eline giyotin veren iktidar, dinci-gericiliğin muhaliflerini adeta biçerek yol alıyordu. Hem AKP hem cemaat, gidişattan memnundu. Ne cemaat AKP şeflerinin yolsuzluk ve rüşvet bataklığı içinde yüzmelerine bir şey diyordu ne AKP “paralel devlet” diye feryat-figan ediyordu. Ancak ortaklık bozulunca her biri diğeri hakkındaki dosyalarını açmaya başladı. İşi öyle bir noktaya vardırdılar ki, burjuva cumhuriyetin kolluk kuvvetleri, yargı kurumu ve medyası, “çeteler savaşı”nda başı çekmeye başladılar. Görüldü ki, çatışma şiddetlenince, burjuva hukukunun hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmıyor. Anayasa, bir paçavra gibi kenara atılıyor, belirleyici sözü, “güç” söylüyor.

Soruşturmayı yapan savcılar hükümetin hedefi oluyor, polis şefleri kızağa çekiliyor, Tayyip Erdoğan hakim ve savcılara ateş püskürüyor, AKP güdümündeki polis şefleri, savcıların talimatına uymuyor, jandarma yargıyı dikkate almıyor, savcılar işten el çektiriliyor, isim listeleri yayınlanan (aralarında Tayyip Erdoğan’ın oğlunun da bulunduğu) hırsız ve rüşvetçilerin kılına bile dokunulamıyor… Burjuva hukukuna göre bile görüntü, rezaletin daniskası…

Hal böyleyken hukukun üstünlüğünden, kuvvetler ayrılığından, yasalar önünde eşitlikten söz edilebiliyor. Burjuva cumhuriyetteki dejenerasyonun vardığı boyutun ortalığa serilmesinden rahatsız olan liberaller ise, kuvvetler ayrılığı ilkesinin hiçe sayılmasının yasını tutuyor, gidişatın demokrasi için ciddi bir risk oluşturmaya başladığı konusunda uyarıyorlar…

Kuvvetler ayrı mı?

İktidarda ‘kuvvetler ayrılığı’, aristokrasinin egemenliğine karşı mücadele eden burjuvazi tarafından gündeme getirildiğinde, devrimci bir içerik taşıyordu. Zira iktidar tekelini elinde bulunduran aristokrasi, iktidarı tanrısal kaynağa dayandırıyor ve diğer sınıflara söz hakkı tanımıyordu. Burjuvazinin iktidara ortak olabilmesi için, kaynağı ‘tanrı katı’ndan yeryüzüne indirmesi gerekiyordu. Kuşkusuz ki, o tarihsel koşullarda aristokrasinin mutlak egemenliğini sarsan bu mücadele, devrimci bir nitelik taşıyordu.

1689 yılında iktidarda kuvvetler ayrılığını savunan İngiliz düşünür John Locke, “hayat, özgürlük, mülkiyet” haklarını en temel üç hak olarak tanımlıyor ve bunların Tanrı bağışı olduğunu savunuyor; meşruiyetini korumak isteyen “dünyevi iktidarlar”ın ise, bu temel haklara saygı göstermesi gerektiğini belirtiyordu.

Farklı düşünürler tarafından da savunulan kuvvetler ayrılığı ilkesi, 1789 Fransız İhtilali’nden sonra yayınlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin temel maddelerinden biri oluyor. Bildirgeye göre “kuvvetler ayrılığı” ilkesi gereğince yasama, yürütme ve yargı kurumlarının hiçbirisi bir diğerinin üstünde olamaz.

Burjuvazinin iktidarı ele geçirmesinden sonra, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi, siyasal iktidarın paylaşılmasının bir aracı olarak, ‘modern anayasa’ metinlerinde temel bir yer kaplamaya başladı. Ancak bu ilkeler, burjuvazinin egemenliğinde ilerici özünü yitirmiş, egemen sınıfların kendi aralarında iktidar paylaşımını düzenleyen bir kural haline gelmiştir.

Burjuva devletin ayrı gibi görünen kuvvetleri, gerçekte her kritik anda birleşir. Özel mülkiyet ve ücretli emeğin sömürüsüne dayalı kapitalist sistemin çıkarları söz konusu olduğu yerde, kuvvetler tam bir birlik içinde hareket ederler.

Olağan dönemlerde burjuvazinin siyasal sınıf iktidarının “demokratik şalı” işlevi gören kuvvetler ayrılığı kuralı, egemen sınıflar arasındaki iktidar paylaşımı kavgalarında, önemli bir rol oynar. Ancak işçi sınıfı ve emekçilerle çatışma söz konusu olduğunda, bu kuvvetler tam bir birlik içinde hücuma geçerler. Zira ayrı olduklarında da birlik olduklarında da bu kuvvetlerin varlık nedeni, iktidara egemen olan burjuvazinin sınıf çıkarlarını savunmaktır.

Düzenin tüm kuvvetleri emekçilere karşı...

Dinci-gerici koalisyonun çatlamasından sonra yaşananlar, kuvvetler ayrılığı tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Egemen sınıflar arasında cereyan eden bu iktidar kavgasında taraflar, egemen oldukları kuvvetleri pervasızca kullanarak, rejimin “demokratik” görünümünü yerle bir ettiler. Yargı, polis, medya ve diğer alanlarda belirgin bir hal alan çatışmada taraflar, sermaye iktidarında belirleyici olanın ‘ilke veya kurallar’ değil, ‘güç’ olduğunu gösterdiler.

Dinci-gericiliğin iki kanadı arasında yaşan çatışma “kuvvetler ayrılığı”, “hukuk devleti”, “yargı bağımsızlığı”, “anayasada eşitlik ilkesi” gibi söylemlerin gerçek hayatta bir karşılığının olmadığını gözler önüne serdi. İlke, kural, yasa, değer tanımayan gerici odaklar birlik olurlar, ayrılılar, çatışırlar, geçici ateşkes ilan ederler, tekrar çatışırlar vb… Bu çatışmada gücü yeten iradesini dayatır; esas kural budur.

Çatışma, işçi sınıfıyla emekçilerin sorunlarını çözemez elbet. Ancak tarafların, sistemin çürümüşlüğünü gözler önüne seren kirli icraatlarını açıklamaları ve böylece birbirlerini teşhir edip zayıflatmaları açısından hayırlıdır. Ancak ne kadar çatışsalar da, kuvvetleri ayrı da birlik de olsa, işçi sınıfı ve emekçilere düşmanlık söz konusu olduğunda, aynı safta yer almakta biran bile tereddüt etmezler. Zira onlar iktidar için çatışsalar da, sınıf düşmanlarının emekçiler olduğunu biran bile unutmazlar. Diğer bir ifadeyle, burjuvazinin resmi ve gayrı resmi tüm kuvvetleri, her koşulda emekçilere karşı aynı safta yer alırlar.

Burjuvazinin dinci-gerici iki kanadı arasında yaşanan çatışma, bu gerçeğin tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmesini sağlıyor. Bu koşullarda çirkefin içine batan dinci-gericiliğin iki kanadının, yozlaşan burjuva cumhuriyetin ve “muhalefet” sıfatı taşıyan sermaye partilerinin aynı safta yer aldıklarının gösterilmesi, buna bağlı olarak işçi sınıfı ve emekçilerin kokuşmuş düzene karşı mücadele alanlarına taşınmasının önemi her zamankinden büyüktür. Yanı sıra, bu kokuşmuş cumhuriyeti demokratikleştirme veya bağımsızlaştırma vaatlerinin safsatadan başka bir anlam taşımadığını anlatmak da kritik önemdedir ve geçmişe göre çok daha kolaydır.

 
§