01 Ocak 2010
Sayı: SİKB 2010/01

 Kızıl Bayrak'tan
2010 düzenin çok yönlü sorunlarla boğuşacağı bir yıl olacak
2009’da işçi sınıfı hareketi
2009’da kamu emekçileri hareketi,
25 Kasım’la birlikte kıpırdanmaya başladı
Direnişteki TEKEL işçileri ile konuştuk
TEKEL direnişinden
Devrimci sınıf faaliyetlerinden
TÜRK-İŞ araştırması
açlığın arttığını gösterdi
İtfaiye işçisi
hakları için nöbette
Sosyalist Kamu Emekçileri’nden
açık çağrı
2009’da düzenin tablosundan yansıyanlar
Son çeyrek asrın
en kritik yılı: 2010
Polis terörüne çözümsüz çözüm önerisi: “Bağımsız” kolluk şikayet mekanizması
“Karadağ cinayeti ve
tüm siyasi cinayetler aydınlatılsın!”
İzmir’de kampanya faaliyetleri
Genç-Sen 3. Genel Kurulu’nun ardından
Gençliğin polis terörü ve cinayetlerine karşı eylemlerinden
Adana Ekim Gençliği ve Devrimci Liseliler Birliği’nden
mücadele çağrısı
YTÜ’de soruşturma ve
ceza karşıtı mücadele
İsrail’in vahşi Gazze saldırısı birinci yılında
BDSP’li tutsaklardan
Devrimci tutsaklardan
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

2010 düzenin çok yönlü sorunlarla boğuşacağı bir yıl olacak...

2010’da düzen ve toplumsal mücadele 

Yeni bir yılın başındayız. Doğal olarak takvimlerin simgesel bir anlamı var. Olayların gidişi üzerinde bir etkide bulunmasa da, takvimsel bir dönemlendirme, içinden geçilen sürece bir bütün olarak bakmak ve onu kavramak bakımından son derece işlevseldir. Geçen bir yılın olay ve gelişmelerinin tarihsel ve siyasal anlamını kavramak için ise, gelişmelerin bilgisini sınıfların ve toplumun hareketi temelinde ele almak durumundayız. Burada genel hatlarıyla bunu yapmaya çalışarak, 2010 yılına ilişkin bazı öngörülerde bulunmak istiyoruz.

Düzen cephesinde son yılların değişmez olgusu düzen içi çatışmadır. Bu çatışma bu yıl da açık ve örtülü biçimlerde devam etmiştir. Öyle ki, 2009 yılına girerken de gündemin başat konusu buydu. 2009 yılı bittiğinde de gündemin baş sırasında yine bu konu var. Ancak bu çatışma 2009’un sonunda, yılın başında olduğundan daha farklı bir noktadadır.

Özü itibariyle çatışmanın tarafları ve konusu değişmemekle birlikte güç dengeleri AKP cephesi lehine dönmüş durumda. Ordu cephesi Ergenekon operasyonlarıyla büyük ölçüde savunmaya çekildiği ve bir uzlaşma arayışına girdiği halde, AKP ve etrafındaki güçler saldırılarını aralıksız sürdürdüler. “İrtica eylem planı” etrafında yürütülen tartışmalar yıl boyunca devam etti. Bu, daha çok ordu cephesini sürekli baskı altında tutmak için yapıldı.

Ama yılın sonuna gelindiğinde, süreç açık bir saldırı ve çatışma düzeyi kazandı. Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla gözaltına alınan özel harekatçı subaylardan yola çıkılarak ordunun gizli belgelerinin saklandığı “kozmik oda”ya girildi. Bu Genelkurmay’a yönelik esaslı bir darbe oldu. 2009 bu darbeyle kapanmış görünüyor. Bu darbe ordu ve ulusalcı çevreler için son derece incitici ve siyasal-moral açıdan yıkıcı olmuştur.

2010’a AKP cephesinin moral üstünlüğüyle girilmekte, bu güç dengesinin tersine dönmesi zor görünmektedir. Bunun değişmesi beklenmedik dış gelişmelere bağlıdır. Aksi halde Genelkurmay ve ulusalcı çevreler üzerinde tam bir üstünlük sağlanacak ve baskılar sürecektir. Dolayısıyla düzen içi çatışmanın 2010 yılında da yaşanacak beklenmedik alevlenmelerle devam edeceği görülmektedir. Bu nedenle siyasal kriz düzeni zorlamaya devam edecektir.

2009 yılında öne çıkan diğer bir olgu ise, ABD emperyalizmi ile bağlarını daha da güçlendiren ve “model ortaklık” payesiyle süsleyen devletin bölgede aktif bir rol üstlenmesi olmuştur. Bu kapsamda hükümet ve dışişleri bürokratları Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar’da cirit atmıştır. Bu aktif diplomatik trafikle övünen egemenler, bunu Türkiye’nin artık kabuğunu aşan bir güce ulaşması olarak sunmuşlar, bu çerçevede bir propaganda yürütmüşlerdir. Ordunun da “güçlü ordu, güçlü Türkiye” sloganıyla katıldığı bu propaganda ile bu aktifliğin gerisindeki emperyalist kölelik ilişkileri gizlenmeye çalışılmıştır. Zira bu aktif diplomasinin, Obama’nın yıl içerisinde yaptığı Türkiye gezisiyle yönetenlerin önüne konulduğu bilinmektedir.

Hükümetin büyük bir hevesle sarıldığı ve egemenler için bir bütün olarak çıkış umudu haline gelen bu rol, sadece aktif diplomasiyle sınırlı kalmamış, iç politik yaşama da doğrudan etkilerde bulunmuştur. Öyle ki, düzen içi çatışmada güç dengelerinin AKP lehine değişmesinde dolaysız olarak dış politika alanında girilen bu yönelim bulunmaktadır. Zira AKP’nin gücü sadece dayandığı tekelci burjuvaziden gelmemekte, aynı zamanda ABD emperyalizmiyle girdiği ilişkiyle sağlam bir dayanak kazanmaktadır. Bu, Genelkurmay üzerinde etkinlik kurmasını kolaylaştırmaktadır.

Diğer bir sonucu ise Kürt sorunu cephesinden girilen yol olmuştur. Öyle ki, bu gündem düzen içi çatışmayı da gölgede bırakacak düzeyde etkili ve sarsıcı olmuştur. ABD patentli bir tasfiye planını “demokratik açılım” adı altında uygulamaya sokmaya çalışan sermaye iktidarı, yılın sonuna doğru büyük bir çıkmazla yüzyüze kalmıştır. Kürt halkının güçlü mücadele dinamikleri sayesinde, kırıntılar karşısında sonuca bağlanmak istenen tasfiye girişimi büyük ölçüde boşa çıkmıştır. Kürt hareketinin mücadele gücünü kırmak ve düzene bağlamak üzere gündeme getirilen kırıntılar tersinden sonuçlar yaratmıştır. Bunun için yılın son ayları Kürt halkının yaygın ve militan sokak eylemlerine sahne olmuştur.

“Demokratikleşiyoruz” görüntüsü yaratmak isteyen düzenin bu eylemliliğe yanıtı faşist baskı ve terörü tırmandırmak olmuştur. Şoven gerici propagandayla desteklenen faşist terör alabildiğine arttırılmış, DTP kapatılmış ve yılın son günlerinde BDP’li belediye başkanlarının da içerisinde olduğu çok sayıda kişi gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Bu saldırılar sırasında ortaya çıkan görüntüler ise ülkede olağanüstü bir terör rejiminin sürdüğünü gösteren çarpıcı kareler sunmuştur. Aynı zamanda Kürt halkının bilincini ve mücadele direncini yükselten bir işlev görmüştür.

Böylelikle çok daha net biçimde görülmüştür ki, her ne kadar hükümet çevreleri “demokratik açılım sürüyor” iddialarında bulunsalar da, bu tasfiye projesinin fiyaskoyla sonuçlandığı büyük ölçüde kesinleşmiştir. Bu ise, düzenin Kürt sorununu çözme yeteneğinden yoksun olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Dış politik yönlendirmelerle bağlantılı gündeme getirilen çözüm planı, sermaye devletinin elinde patlayan bomba etkisi yapmıştır.

Bu aslında güçlü görünmeye çalışan düzen açısından ciddi bir kan kaybı anlamına gelmektedir. Kürt açılımı gündeme geldiğinde, düzen cephesinde “ya düze çıkacağız ya da çökeceğiz” biçiminde bir ikilem sıklıkla telaffuz edilmişti. Bu boş bir söz kalıbı değildir, kurulu düzenin içerisine düştüğü zor durumu anlatmaktadır. 2009 bu bakımdan son derece net bir manzara ortaya çıkarmıştır.

Öyle ki, içeride kronikleşmiş bir siyasal krizle yüzyüze olan düzen, emperyalist-kapitalist dünyanın yaşadığı büyük krizin sarsıntılarıyla boğuşmaya da devam etmektedir. Her ne kadar 2009’da bu krizin yıkıcı dalgalarının etkisi bir ölçüde hafifletilebilmişse de, bunun nedeni krizin faturasının işçi ve emekçilere kesilmesidir. 2009’a girerken krizin faturasını kimin ödeyeceği yanıtlanması gereken temel bir soruydu ve sonuc sermaye düzeninin istediği gibi oldu. İşçi ve emekçiler ağır bir ekonomik-sosyal yıkımın altına sokuldular, büyük bir fatura ödediler. Hala da ödemeye devam ediyorlar. Düzen açısından 2009’un en büyük başarısı bu olmuştur. Benzer faturaları ödemekten usanmış işçi ve emekçilere bir kez daha ağır bir fatura ödetilmesi kuşkusuz az bir başarı değildir.

Ancak her an yeniden şiddetlenebilecek bir kriz gerçeği ile yüzyüzeyiz. 2009’da işçi ve emekçilerin saflarının dağınıklığından yararlanılarak fatura ödetilmiş, fakat yaygın işçi ve emekçi eylemleriyle de yüzyüze kalınmıştır. Henüz saldırıları durduracak bir düzeyde olmasa da, bu işçi ve emekçi hareketliliği önümüzdeki yıllar için umut vermiştir. Özellikle 2009’un son günlerinde gerçekleşen kamu emekçilerinin 25 Kasım grevi ile TEKEL direnişi önemli bir çıkış olmuştur. TEKEL mevzisi kararlılıkla savunulabilir ve giderek sınıfın ileri ve öncü dinamikleri ileriye çıkarak inisiyatifi ele alabilirse, işçi sınıfının saflarının toparlaması ve 2010’da kendisini daha güçlü bir biçimde ortaya koyması da mümkün olacaktır.

Tüm bunlar 2010’da düzeni zor bir yılın beklediğini göstermektedir. Çok yönlü ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla yüzyüze olan düzen şansını dışarıda aramaktadır. Dışarıda gireceği maceralar üzerinden elde etmeyi umduğu siyasal, ekonomik ve moral imkanlarla sorunlarını hafifletmeye çalışmaktadır.

Ancak, dış maceralarda aranan çıkışın düzenin kendisini vuracak bir faturaya dönüşmesi kaçınılmazdır. Yoğunlaşan ve giderek sertleşmesi beklenen emperyalistler arası çelişki ve çatışmalar alanında girilen maceraların sonucunda ortaya çıkacak ağır faturalar, içerideki sorunları daha da katmerleştirecektir. Tüm bu sorunların temelinde yer alan ekonomik-sosyal yıkımın toplumsal sonuçlarını daha ağır biçimde üretmesi ve bu sonuçları yaşayan işçi ve emekçilerin hareketlenmesi, 2010’u düzen açısından zor bir yıl haline getirecektir.

Tüm bunların sonucunda 2010’da sahnede artık düzen karşısında toplumsal mücadele dinamikleri olacaktır. 2009’da tüm bu dinamikler önemli temsilcileriyle ve eylemleriyle kendilerini ortaya koymuşlardı. Önümüzdeki yıl ise, düzen ile toplumsal mücadele dinamikleri arasındaki çelişkilerin keskinleşip gün yüzüne çıkacağı ve giderek siyasal-toplumsal sahneye ağırlığını koyacağı bir yıl olacaktır. Düzen cephesi 2010’da, iç ve dış sorunlarıyla birlikte, mücadele alanına çıkan güçlerle boğuşmak zorunda kalacaktır.