21 Ağustos 2009
Sayı: SİKB 2009/32

  Kızıl Bayrak'tan
  “Kürt Açılımı”nda son gelişmeler ve devrimci tutum üzerine
  Ümit Pamir’in referandum önerisi üzerin
  TKP-SİP, İP’leşmeye doğru..
Hacıbektaş Şenlikleri ve müdahalemiz
Birleşik Metal ve
bürokratik yozlaşma
“Dünya markası” ETİ Gıda’da 2 bin işçi grevde!
  İşçi ve emekçi hareketinden .
  KESK’in içinde bulunduğu durum ve
sosyalist kamu emekçilerinin
görevleri
  Direniş 100. gününde!
  Direnişlerle dayanışmayı yükseltelim!
  Seyhan Belediyesi’nde yaşanan işten atmaların gösterdikleri
  Gençlik eylemlerinden..
  Hasta tutsaklara özgürlük!
  Britanya emperyalizmi Afganistan bataklığında çırpınıyor!
  Latin Amerika’dan...
  ABD emperyalizmi Güney Amerika’yı
kana bulamaya çalışıyor!
  Gazze’de Hamas-Cünd-ü Ensarullah çatışması
  Sacco ve Vanzetti
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gazze’de Hamas-Cünd-ü Ensarullah çatışması…

Devrimci önderlikten yoksunluk Filistin direnişinin dinamiklerini heder ediyor!

Siyonist İsrail rejiminin Filistin halkına karşı dört koldan yürüttüğü fütursuz saldırılar devam ederken, ilki Batı Şeria’da, ikincisi Gazze Şeridi’nde etkili olan El Fetih ile Hamas örgütleri direnişten farklı işlerle uğraşıyorlar.

20 yıl aradan sonra kongre gerçekleştiren El Fetih hareketi bütünlüğünü yitirirken, Hamas ise, kontrol altında tuttuğu Gazze’de örgütlenen Cünd-ü Ensarullah adlı kökten dinci grupla uğraşıyor. Yıllardır aralarında çatışan Hamas-El Fetih hareketleri, emperyalist/siyonist kuşatmaya karşı birleşik direnişin zeminini parçalamakla kalmamış, Gazze Şeridi ile Batı Şeria’yı birbirinden ayırarak Tel Aviv’deki siyonist şefleri memnun da etmiştir.

El Fetih hareketi yaygın kitle desteğini koruyabilse de, direnişi terk eden, yozlaşmış, ABD işbirlikçisi olduğu gerçeği Filistin halkı nezdinde bir sır değil. Hamas ise, beslendiği kitle tabanından dolayı zorunlu olarak direnişçi bir hat izlese de, siyasal islamcı çizgisinden dolayı, Filistin halkının direnme iradesini kucaklama yeteneğinden yoksundur. Devrimci örgütlerin zayıf olduğu verili koşularda iki hareketin de, “siyonist işgal karşıtı direnişi her şeyin üstünde tutma” anlayışından yoksun olması, Filistin’deki parçalanmayı iyice körüklemiştir.

Böylesi bir ortam, dünya ve bölgedeki koşulların da elverişli olmasıyla birleşince, El Kaide çizgisini temsil ettiğini savunan bir grubun Gazze Şeridi’nde örgütlenme zemini bulmasını sağlamıştır. Bu örgütlenmenin Hamas denetimi dışında gelişmesi mümkün değil, nitekim Cünd-ü Ensarullah adlı bu oluşumun şefi Abdüllatif Musa, camide “Gazze Şeridi’ni İslami bir emirlik ilan ediyoruz” şeklinde vaaz verince, Hamas’ın sert saldırısına maruz kaldı. 

Refah’tan başlayarak, dini kurallara dayalı bir yönetimi tüm Filistin’de uygulayacaklarını söyleyen Abdüllatif Musa’nın, “yeterli ölçüde İslami olmadığı” gerekçesiyle Hamas’ı eleştirmesi ile iş çığırından çıktı. Musa’nın vaaz verdiği camiyi kuşatan Hamas idaresine bağlı güvenlik güçleri ile hareketin silahlı kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları militanları, Cünd-ü Ensarullah güçleriyle kıyasıyla bir çatışmaya girdi. İkisi kız çocuğu 6 sivilin öldürüldüğü çatışmalarda toplam 22 kişinin öldüğü açıklandı. Hamas idaresine bağlı yetkililer ölenler arasında Abdüllatif Musa ile yardımcısının da bulunduğunu, çatışmalarda 100’ü aşkın kişinin de yaralandığını belirttiler.   

Hamas yönetimi, ellerinde Cünd-ü Ensarullah adlı grubun çeşitli saldırılar planladığına dair belgeler olduğunu, dahası örgütün bir Arap ülkesinden destek aldığını iddia ediyor. Bu iddiaları çatışmanın gerekçesi olarak sunan Hamas sözcüleri, Hamas militanlarının, Abdüllatif Musa’nın evini havaya uçurdukları bilgisini de yalanlamadılar.

Gazze’deki delegelerin Batı Şeria’da düzenlenen El Fetih’in 6. kongresine katılmalarına izin vermeyen Hamas yönetiminin tutumu İsrail’in uygulamalarını çağrıştırmış, Abdüllatif Musa’nın evinin yıkılması ise bu çağrışımı iyice pekiştirmiştir. 

 El Kaide çizgisini savunan bir grubun Filistin’de örgütlenmesinin, anti-emperyalist/anti-siyonist direnişe zarardan başka bir şey sunması mümkün değil. Ancak böylesi bir grubun örgütlenmesinde Hamas yönetiminin egemen kılmaya çalıştığı atmosferin önemli bir payı olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Bununla birlikte hiçbir gerekçe Hamas yönetiminin uyguladığı “fiziki imha taktiği”ni meşru kılmaz. Zira bu taktik, ileride Hamas’ın muhaliflere karşı ne tür yöntemler kullanabileceğinin işaretini vermektedir.

Filistin halkının eşsiz direnme iradesini şu ana kadar ne siyonist vahşet ne emperyalist kuşatma ve zorbalık kırabilmiştir. Hal böyleyken bu direniş dinamiğinin -küçük bir kısmı dışta tutulursa- devrimci önderlikten yoksun oluşu, işgalci siyonistler üzerindeki etkisini giderek sınırlamakta, daha vahimi ise, iç parçalanma ile direniş dinamiklerinin önemli bir kısmı heder edilmektedir. 

Bu uğursuz kısırdöngünün kırılması, ancak direnişin, Filistin halkının özgür yaşama iradesini her şeyin üstünde tutan devrimci bir önderliğe kavuşması ile mümkün olacaktır. Direnişin devrimci önderliğe kavuşması hem anti-emperyalist/anti-siyonist birleşik mücadeleyi yeniden örmek hem Filistin halkıyla enternasyonal dayanışma eylemlerini örgütleyebilmek açısından da hayati bir önem taşımaktadır.

 

 

İsrail Filistinliler’in organlarını çalıyor

İsveç’in çok satan gazetelerinden Aftonbladet sayfalarında İsrail ordusunun Filistinlilerin organlarını çaldığı haberine yer verdi.

Donald Bostrom’un “Oğullarımızın organlarını çaldılar” başlıklı yazısında İsrail’in yasadışı organ ticaretinde önemli bir paya sahip olduğu, 2000 yılından bu yana Türkiye, Doğu Avrupa ve Latin Amerika’da yapılan organ nakillerinde kullanılan böbreklerin yarısının İsrail’den yasadışı yollarla elde edildiği ifade ediliyor. Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere İsrailli yetkililerin de buna göz yumduğu belirtiliyor.

Yazıda öne çıkan ve aslında yazının ses getirmesini sağlayan ise İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde ve Batı Şeria’da katlettiği ya da tutukladıkları Filistinlilerin organlarını çaldığını ifade etmesi. Ailelere teslim edilen cesetlerin bazı organlarının eksik olması ise, Bostrom’un söylemlerini güçlendiriyor.

Filistinli ailelerle konuşan Bostrom, İsrail askerleri tarafından kaçırılan çocuklar ve gençlerin öldürülmeden önce organlarını “bağışladıklarına” dair bir belge imzalamak zorunda bırakıldıklarını belirtiyor.

Filistinli gençlerin organlarının çalınması ise 1992 yılında İsrail’de ciddi bir organ bağışı talebinin karşılanamamasının ardından başlıyor. Filistinli ailelerin anlatımlarına göre; İsrail ordusunun öldürdüğü Filistinli gençler ölüm nedenlerinin açık olmasına rağmen 5 gün boyunca otopsi bahanesi ile alıkoyuluyor. Cenazelerin teslim edilmesi için ise geç bir saat tercih ediliyor ve bu sırada elektrikler kesik oluyor. Bu uygulamanın katledilen her Filistinli için yapılmıyor oluşu da ifade edilenler konusunda kuşkulara yer bırakmıyor.

Boström, ilk Filistin İntifadası’nda İsrail askerleri tarafından vurulan Nablus’ta taş fırlatan Bilal Ahmed Ranian isimli Filistinli gencin göğüs, bacak ve karnından vurulduktan beş gün sonra hastane sargıları içinde ailesine iade edildiğini yazısında ifade ediyor ve mezar kazılırken Bilal’in açılan göğsünde, naaşının midesinden çenesine kadar yarıldığını gösteren izlere rastladığını söylüyor.

Her ne kadar İsrail ordu sözcüsü gazetede çıkanları yalanlıyor ve herkese otopsi yaptıklarını iddia ediyorsa da geçtiğimiz yıl çeşitli nedenlerle öldürülen ya da ölen 133 Filistinli’nin yalnızca 69’unun otopsiye sokulmuş olması sözcünün söylediklerini boşa düşürüyor.

2004 yılında Brezilya’da İsrail Ordusu’ndan emekli Geldaya Tauber Gady adlı bir İsrailli’nin yasadışı organ ticareti yapmaktan tutuklanması sonrasında Gady, mahkemede, ordunun ve hükümetin organ kaçakçılığını teşvik ettiğini ve bu sayede milyonlarca doların İsrail’e aktığını anlatıyor.

 


Kardeş ülke, kardeş demokrasi

Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından ortaya çıkan “Türki Cumhuriyetler” emperyalizm ve onun kuklası Türkiye tarafından özel bir ilgiye konu edildi. Bunların içerisinde Azerbaycan ise ilk kez Türkiye tarafından tanınmasından başlanarak ilişkilerin geliştirilmeye çalışıldığı bir ülke oldu.

“İki devlet tek millet” ve “Kardeş ülke” sözleriyle tanımlanan Azerbaycan’ın “demokrasi” anlayışının da Türkiye ile “kardeş” olduğu geçtiğimiz günlerde yaşanan bir örnekle pekişmiş oldu.

Geçtiğimiz Mayıs ayında finali gerçekleştirilen Eurovision Şarkı Yarışması’nda 43 Azeri, Ermenistan adına yarışmaya katılan müzik grubuna kısa mesajla oy verdi. Hayli düşük olan bu rakam bile Azerbaycan için tehlikeli bulunmuş olacak ki, yarışmadan üç ay sonra oy veren 43 kişi hakkında soruşturma başlatıldı.

Ermenistan’ın şarkısı için oy verenlerin “vatansever davranmamak ve ülke güvenliği için potansiyel bir tehdit olmakla” suçlandığı öğrenildi.