21 Ağustos 2009
Sayı: SİKB 2009/32

  Kızıl Bayrak'tan
  “Kürt Açılımı”nda son gelişmeler ve devrimci tutum üzerine
  Ümit Pamir’in referandum önerisi üzerin
  TKP-SİP, İP’leşmeye doğru..
Hacıbektaş Şenlikleri ve müdahalemiz
Birleşik Metal ve
bürokratik yozlaşma
“Dünya markası” ETİ Gıda’da 2 bin işçi grevde!
  İşçi ve emekçi hareketinden .
  KESK’in içinde bulunduğu durum ve
sosyalist kamu emekçilerinin
görevleri
  Direniş 100. gününde!
  Direnişlerle dayanışmayı yükseltelim!
  Seyhan Belediyesi’nde yaşanan işten atmaların gösterdikleri
  Gençlik eylemlerinden..
  Hasta tutsaklara özgürlük!
  Britanya emperyalizmi Afganistan bataklığında çırpınıyor!
  Latin Amerika’dan...
  ABD emperyalizmi Güney Amerika’yı
kana bulamaya çalışıyor!
  Gazze’de Hamas-Cünd-ü Ensarullah çatışması
  Sacco ve Vanzetti
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

KESK’in içinde bulunduğu durum ve sosyalist kamu emekçilerinin görevleri

Sermaye devletinin KESK’e dönük saldırganlığı geçtiğimiz aylar içinde tırmandı. KESK yönetici ve üyelerine yönelik gözaltı ve tutuklama terörü kesintisiz olarak sürdü. Keyfi baskınları, gözaltıları tutuklama terörü izledi. Böylesi bir süreçte yapılması gereken bir yandan KESK şahsında kamu emekçilerine yönelik devlet terörüne karşı militan bir karşı koyuşu tabana dayalı olarak örgütlemekti. Diğer yandan ise KESK üyelerine yönelik saldırıları TİS süreciyle birlikte ele alıp sermaye devletine gerekli yanıtı vermekti.

Peki, KESK yöneticileri ne yaptı? KESK yöneticileri saldırılar karşısında son derece silik bir tutum aldı. Neredeyse devlet terörüne maruz kalan yönetici ve üyelerini yalnız bıraktı. KESK bürokratlarının TİS sürecine yönelik ilan ettiği eylem takvimi ise sermaye devletini zorlamaktan uzaktı.

KESK yöneticileri, tutuklama terörüne karşı devrimci militan tutumlardan özenle kaçınıp protestocu anlayışla hareket ederek yasak savma cinsinden eylemlerle süreci geçiştirdiler. 29 Mayıs’ta İstanbul ve Ankara’da gerçekleştirilen eylemlerde, kamu emekçilerinin önüne barikat kuranlar sadece kolluk güçlerinden ibaret değildi. Taksim’de saldırılara karşı sokağa çıkan öfkeli emekçilerin önündeki engellerden biri de KESK bürokratlarıydı. Emekçilerin haklı tepki ve öfkesini barikat önünde 3-4 saat süren oturma eylemiyle dindirmeye ve dizginlemeye çalışan KESK içindeki reformist anlayışlar eylemi basın açıklamasıyla geçiştirdi.

KESK, 20 Haziran Ankara eylemi için mali sorunlar gerekçesiyle illerden gelecek araç sayısını ve dolayısıyla kitle katılımını kısıtladı. İllerden katılım 1 otobüsle sınırlandı. Kitlesel militan eylem çizgisinden özenle uzak durdu. Sadece araç sayısını ve böylece katılımı sınırlayarak değil, saldırının kapsamına uygun eylemlilikler örgütlemekten uzak durarak aslında böylesi bir sürecin önünü açmayı engellemiş oldu. Böylelikle KESK bürokratları, Kasım ayında yapacaklarını ilan ettikleri grev kararını somutlamaktan ne denli uzak olduklarını da göstermiş oldular.

KESK’te yaşanan bunalım ve sonuçları…

KESK’in geldiği noktayı anlamak, geçmişini kavramaktan geçiyor. 80’li yılların sonlarının sınıf ve kitle hareketinin rüzgârıyla büyüyen kamu emekçileri hareketi, bir dönemin, özellikle işçi sınıfının da bahar eylemleri sonrasında uzun bir uykuya çekildiği bir dönemde sınıf hareketinin dinamik bir unsuru olarak önemli bir rol oynadı. “Eylemci memur” tipi bu süreçte toplumsal etki alanını büyüttü.

Kamu emekçileri, emek mücadelesi cephesinde özel bir yer tuttu. Sermaye devletinin tüm baskı ve engellemelerine rağmen bir dizi sendikayı fiilen kurdular. Fiili, meşru, militan mücadele çizgisi ile kamu emekçileri içinde büyük bir politik etki yarattılar. İşyerlerinde ve şubelerde devrimci kamu emekçilerinin etkin oluşu, fiili-meşru mücadele hattı izlenmesine ve “hak verilmez alınır” anlayışının hareketin geneline hâkim olmasına yol açtı. Tabandan da destek gören militan mücadele anlayışı, sendikalarda bulunan reformist anlayışların uzlaşmacı-pasif mücadele eğilimini ortaya koymasını bir süre de olsa engellemeyi başardı.

Kamu emekçileri hareketi, fiili-meşru bir mücadele hattı izledikçe tempolu bir gelişme seyri izledi. Tam da bu zeminde sermaye devleti, fiziki baskı ve şiddet yoluyla hareketi ezemeyeceğini gördü. Sermaye devleti yeni manevralara girişti. Bu manevranın bir ayağını sendikal bürokrasi eliyle kamu emekçilerinin devrimci hareketliliğini düzen içi kanallarda boğmak oluşturuyordu. Diğer ayağını ise, grevsiz-toplu sözleşmesiz sahte bir sendika yasası ile kamu emekçileri hareketini cendereye almayı planladı. Sendikal mücadele yerine devletle uzlaşarak birtakım ekonomik iyileştirmeler peşinde koşan KESK’e egemen reformist anlayışlar devletin açtığı bu kanallara akmakta gecikmediler. 

Yüzbinlerce üyesi ile KESK, sınıf mücadelesinin en önemli dinamikleri içinde yer alıyor. Dolayısıyla da son dönemlerde KESK’in ve ona bağlı sendikaların içinde bulunduğu kriz, Türkiye’de sınıf mücadelesini de etkileyen olumsuzluklara yol açmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemde kamu emekçileri hareketi artık sınıfın etkili ve  dinamik bir öğesi olmaktan çıkmış, sınıfın içinde bulunduğu çaresizlik tablosunun bir parçası olmuştur. Reformistlerin hegemonyasının sürdürdüğü KESK, her geçen gün daha fazla iddiasızlaşmaktadır.

20 Haziran eylemi, KESK’in hak alıcı, fiili ve meşru, militan mücadele çizgisinden uzaklığını tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Eylem stratejisi, eylemin niteliği ve amacının ne olduğu sorularının yanıtını bile veremeyen bürokratların sonuç alıcı eylemler yerine, protestocu-uzlaşmacı eylemleri tercih ettikleri tümüyle ortaya çıkmıştır. Sadece sokağa çıkmak, “hava boşaltma” özelliği ağır basan eylem tarzı,  KESK bürokratlarının kamu emekçilerinin talep ve istemlerinden ne denli koptuğunu ortaya koydu.

 “TİS yoksa, grev var” diyerek Kasım ayında iş bırakma eyleminden bahseden KESK yöneticileri, yaz sürecini büyük ölçüde tatil havasında geçiriyorlar. Haziran ayından Kasım’a kadar geçen sürede emekçilerin temel taleplerinin belirlenmesi ve bu taleplerin kamuoyu ile paylaşılması sürecinin nasıl ele alınacağını net olarak ortaya koymaktan özenle kaçınıyorlar. Yapılmak istenen grevin nasıl bir şey olacağını MYK belirlemiş olmalı ki (!), üyeleriyle tartışma gereğini bile hissetmemektedir. Oysa grev, çift yönlü bir silahtır. Eğer KESK bu grevi bir ön hazırlığa konu edip başarılı bir biçimde sonuçlandıramazsa, saflarında yaşanan dağınıklığın daha da artacağı aşikârdır.

KESK bürokratları, icazetçi tutumu tümüyle içselleştirmişlerdir. Sahte sendika yasasına karşı grevli toplu sözleşmeli sendika hakkını savunmada tutukluk, konulan hedefler ve talepler için tutarlı militan bir mücadele örgütlemekten uzak durma, ana dilde eğitim hakkını savunma yerine rejimin “kırmızı çizgiler”ine uyarlanma vb. tutumlar içselleştirilmiş icazetçi tutumun doğrudan yansımalarıdır. Gelinen noktada, bürokratlar tüm bu tutumlarında ısrar ederek KESK’in alanındaki diğer konfederasyonlardan farkını silikleştirmişlerdir.

İçinde bulunduğumuz dönemde KESK hantal herhangi bir sendikaya dönüşmüştür. Bu durumun doğrudan sonuçlarından ilki, KESK’in kamu emekçilerinin gözünde mücadele eden örgüt olma kimliğini ve çekim gücünü yitirmiş olmasıdır. İkincisi, kamu emekçilerinin KESK’e yabancılaşması ve onun örgütlediği eylemlere giderek daha mesafeli yaklaşmasıdır. Bugün KESK’e bağlı sendikaların neredeyse tümünün yetki alamamış olmasının gerisinde, yılların biriktirdiği bu olumsuzluk tablosunun yarattığı tahribatlar belirleyici bir rol oynamaktadır.

KESK yönetimine hâkim olan reformistler, “faydacılık” temelinde sendikayı kendi arka bahçelerine dönüştürmeye odaklanmışlardır. Reformistlerin politik pragmatizmi “kullan at” ve “benden sonrası tufan” yaklaşımına yol açmaktadır. Reformistler arasındaki kısır çekişmeler, rekabete dayalı sürtüşmeler ve ilkesiz ittifaklar, KESK’i her geçen gün daha fazla güçten düşürmektedir. 

Sosyal reformizmin politik platformundan beslenen KESK bürokratlarının sınıf hareketinin önünü açmak gibi en küçük bir kaygıları bulunmamaktadır. Tek dertleri KESK merkezindeki bürokratik konumlarını koruyabilmektir. Bunun için her yolu mübah sayan anlayışlarının sonucu olarak küçük burjuvaziye özgü basit ayak oyunları sade üyelerin KESK’e olan inancını aşındırmaktadır.

Bugün KESK’e damgasını vuran sendikalizm ve ekonomizmdir. KESK yöneticileri demokratik hakların mücadele ile kazanılması anlayışından tümüyle kopmuşlardır. Tüm umutlarını devletin demokratikleştirilmesine, diğer deyimle “burjuva demokrasisi”ne bağlamışlardır. AB hayranlıkları tam da bu anlayıştan kaynaklanıyor. Bu nedenle “söke söke hakların alınması” çizgisinin yerini, düzenden hak dilenme yaklaşımı aldı.

Fiili-meşru mücadele hattının izlendiği süreçte geniş kamu emekçisi kitlesini harekete geçirebilen kamu emekçileri sendikaları, konfederasyonlaşma sürecinin tamamlanması ve KESK’in kurulmasıyla birlikte, reformist anlayışların yönetimlere gelmek için kimi zaman amansız bir rekabete giriştikleri, kimi zaman ilkesiz birlikteliklere imza attıkları alanlar olarak görüldüler. Hareketin ihtiyaçlarına göre değil, reformist legal partilerin politik ihtiyaçlarına göre şekillendirilmeye çalışılan KESK’in mücadele programı ve çizgisi, böylelikle devletin çizdiği sınırlara hapsolmuş oldu. Tüm programını ve mücadele anlayışını “devleti ikna etmeye” endekslemiş reformizmin düzenle bütünleşme süreci tam da bu zeminde hız kazandı.

KESK’in “toplu görüşmeyi toplu sözleşmeye” çevireceğiz iddialarının ne denli dayanaksız olduğu “toplu görüşme” süreçlerinde tüm açıklığı ile ortaya çıktı. KESK, kamu emekçilerinin grevli toplusözleşmeli sendika hakkı yerine, toplu görüşme süreçlerinin basit bir fügüranı olma noktasına getirildi. KESK bürokratları, kamu emekçilerinin gerçek taleplerini değil, hükümet yetkililerinin kabul edebileceği “makul” maddeleri esas alan toplu görüşme taslakları hazırladı.

KESK yöneticileri, programsızlık ve politikasızlığın rahatsızlığını hiç mi hiç duymadı. Birbirini izleyen, “hava boşaltma” odaklı pasif ve kısır eylem biçimleri, KESK üyelerini sendikalardan her geçen gün daha fazla uzaklaştırdı. Sendika şubeleri, öylesine gelip gidilen sıradan lokallere dönüştü. İşyerleri, seçim döneminde delege çıkarma mantığıyla “kafa-kol” ilişkileri üzerinden çalışma yürütülen alanlar olarak görüldü.

Gelinen noktada, KESK’in başına çöreklenmiş reformistlerin üyeleri nesneleştiren yaklaşımları hiç de azımsanmayacak olumsuz sonuçlara yol açtı. KESK üye kitlesinin çoğunluğuna egemen ruh hali, artık taleplerin kazanılacağına dair inançların önemli oranda zedelenmesi ve moral dayanakların zayıflamasıdır.

Sosyalist Kamu Emekçileri’ni bekleyen görevler

KESK’te yaşanan bunalımın iki önemli nedeni bulunuyor. Bu nedenlerden ilki, KESK yönetiminde etkisini sürdüren reformizmdir. İlkine sımsıkı bağlı olan ikinci neden ise, hala reformizmin panzehiri devrimci önderliğin yaratılamamış olmasıdır. Üçüncüsü ise, geniş kamu emekçileri kitlesini birleştirecek devrimci mücadele programının oluşturulamamış olmasıdır.

Devrimci bir kamu emekçileri hareketi yaratmak, yüzünü tabana dönmüş uzun soluklu bir mücadelenin sonucunda, yükselen bir sınıf ve kitle hareketinin varlığı koşullarında gerçek zeminini bulacaktır. Ancak devrimci olma iddiası taşıyan tüm güçlerin bugünden bunun koşullarını zorlaması, birliğin imkanlarını yaratmak için çaba harcaması gerekmektedir.

Tüm devrimci ve sosyalist kamu emekçilerini bekleyen temel görev, kamu emekçilerinin taban örgütlenmelerini yaygınlaştırmak, taban örgütlülüklerin günlük politik çalışma noktasında aktifleştirmektir. Bunun için alana dönük politikalar üretilmeli, sistemli ve çok yönlü bir politik-pratik çalışma yürütülmelidir.

Reformist önderliğin sonuçsuz politikalarının eleştiri ve teşhirini yapmak elbetteki önemlidir. Asıl görev ise, tabandaki öncü kamu emekçileri birikimini devrimci mücadele programı etrafında birleştirmektir. Tam da bu zeminde devrimci kaygılarla hareket eden anlayışların ve tek tek kamu emekçilerinin birlikte davranmaları kamu emekçilerine dönük devrimci etkiyi büyütecektir. Zira geniş kitleleri kucaklayacak bir önderlik düzeyi ortaya koyabilmek devrimci ve sosyalist kamu emekçilerinin ortak sorumluluğudur.

KESK yönetimi, grevli-toplu sözleşmeli sendika perspektifini tümden yitirmiştir. Grevli-toplu sözleşmeli sendikayı kamu emekçilerinin mücadele gücüne inanmadığı için AB labirentlerinde aramaktadır. Devrimci ve sosyalist kamu emekçileri bu durumu kamu emekçilerine kesintisiz olarak anlatmalı, hakların ancak militan devrimci politik mücadeleyle kazanılacağı bilincini yaratmak için etkin, birleşik bir mücadele yürütmeli, tüm kamu emekçilerini devrimci sınıf çizgisine kazanmak için seferber olmalıdırlar. Hareketin biriktirmiş olduğu güç devrimci sınıf çizgisine kazanmak için çabalarını birleştirmelidirler.

Devrimci, sosyalist kamu emekçileri yakıcı sorunların kapsam ve niteliğini açıklıkla belirleyerek somut talepler halinde ortaya koymalıdırlar.  Sorunların çözümünü devrimci mücadele programı ve militan mücadele çizgisine bağlamalıdırlar. Devrimci mücadele programı işyerlerine taşınmalı, tabanın katılımı sağlanmalı, tam da bu zeminde KESK yönetimine basınç uygulanmalıdır.

 Tabanının iradesini yok sayan KESK’in bürokratik sendikal işleyiş teşhir edilmeli, sendikaları gerçek bir mücadele aracı haline getirmek için tabanın iradesini temel alan sendikal demokrasinin işletilmesi sağlanmalıdır.

KESK reformistleri tarafından dile getirilen, karmaşaya yol olan “çağdaş sendikacılık”, “kitle sendikacılığı” vb. türünden belirli bir eğilimi ifade eden kavramların mücadeleye zarar verdiği ve eylemsizliğin teorisine dayanak yapıldığı vurgulanmalıdır. Bu tür kavram ve eğilimlerin emek-sermaye çelişkisini örtmesi nedeniyle sermaye sınıfına hizmet ettiği tok bir şekilde ifade edilmelidir. Sınıf sendikacılığı anlayışıyla hareket edilmeli, sınıf mücadelesi esas alınmalıdır.

Hem alanda hizmet üreten hem de bu hizmetlerden faydalanan geniş işçi ve emekçi kesimler düşünüldüğünde, özelleştirme saldırısına karşı ortak mücadelenin zemini fazlasıyla geniştir. Ancak bu olanağın önündeki en temel engel sendika bürokrasisidir. Bunu aşmak için tabanda özelleştirme karşıtı birlikler oluşturulmalıdır. KESK yönetimlerine, işçi sınıfıyla alanlarda ve mücadelede birleşmesi için basınç uygulanmalıdır.

Kamu emekçilerini de doğrudan ilgilendiren ülke gündemleri, anti-emperyalist ve anti-kapitalist mücadelenin önemini arttırmaktadır. Kamu emekçilerine yönelik saldırının uluslararası ve ulusal dayanakları sürekli ve sistemli bir şekilde teşhir edilmeli, uluslararası sermaye ve işbirlikçi sermaye iktidarına karşı mücadelenin önemi döne döne vurgulanmalıdır.

Tabanda devrimci birleşmenin sağlanması için devrimci siyasal mücadele temel alınmalıdır. Tüm güç ve imkanlar, araç ve yöntemler kamu emekçilerinin devrimci siyasal mücadeleye kazanılması için harekete geçirilmelidir.

Kamu emekçileri hareketinin sosyalist ve devrimci güçleri; bulundukları her alanda politik tutumlarına ve iddialarına uygun bir çaba içerisinde olmalıdırlar. Kamu emekçileri hareketinin sorunlarını KESK’i de kapsayan içeriği ile tabandaki ilerici, devrimci güçlerle tartışmalı, devrimci bir mücadele programı etrafında kamu emekçilerini birleştirmek, yönetimlere hakim reformist-uzlaşmacı anlayışlarla ve politikalarıyla hesaplaşmak, kamu emekçilerinin devrimci birliğini sağlamak amacıyla tartışma zeminleri ve ilkeli birliktelikler yaratmak için her olanağı değerlendirmelidirler. İyi niyetli, samimi ve devrimci kaygı taşıyan her kamu emekçisiyle birlikte yürümek için çaba göstermeliler. Genel kurullardan kamu emekçilerinin devrimci mücadelesini geliştirmenin bir imkanı olarak yararlanmak için çaba göstermelidirler.

Sosyalist kamu emekçileri güncel mücadeleyi ve istemleri kendi içinde amaçlaştırmadılar. Alana dönük güncel politika üretirken; iktisadi, sosyal ve demokratik hak ve özgürlüklerin önündeki temel engelin çürümüş sermaye düzeni olduğu bilinciyle hareket ettiler. Günlük pratik mücadeleyi, sermayenin sınıf iktidarına karşı mücadeleden kopuk olarak ele almadılar. Mücadeleyi sermayenin sınıf iktidarına karşı savaşıma bağladılar. Sömürü düzeni varlığını koruduğu sürece, tüm ezilen ve sömürülen kesimler gibi kamu emekçilerinin de gerçek kurtuluşunun mümkün olmadığını, gerçek kurtuluşun devrim ve sosyalizm mücadelesi ile kazanılacağı bilinciyle hareket ettiler.

Kurumsallaşmış bürokratik yapının bugün tabanın mücadele isteğine yanıt veremeyeceği, aksine bu eğilimi körelteceği ve düzene yedekleyeceği açıktır. Tabandaki dinamik ve mücadelede kararlı unsurları biraraya getirecek birliktelikler oluşturmak, sosyalist kamu emekçilerinin acil ve güncel görevidir.

Sosyalist kamu emekçileri, sendikaların gerçek emekçi örgütlerine dönüşümünü sağlamak, onları kamu emekçilerinin güncel taleplerini kazanmanın ve bu mücadeleyi temel hedeflere bağlamanın bir aracı haline getirmek için çalışırlar. Kamu emekçilerinin acil ve güncel istem ve sorunlarından hareket eden, militan mücadeleci bir eylem çizgisine dayanan geniş katılımlı birliktelikleri oluşturmak için çaba harcarlar.

Sosyalist kamu emekçileri, KESK’in içinde bulunduğu krizin aşılması yolunda politika yapabilecek en dinamik güçlerdir. Bu misyon duygusuyla hareket etmek ertelenemez temel görevdir.

Ortaya çıkan kimi zaaflarda ideolojik-politik-pratik zaafların rol oynadığı biliniyor. Sosyalist kamu emekçilerinin bu görevleri yerine getirmede en büyük dayanakları ideolojik-politik-örgütsel düzeyleridir.

Mücadele ve eylem birliğini sağlayamayan KESK’in durumunu ifade etmek elbette ki önemlidir. Öte yandan asıl önemli olan mücadele kanalını alttan zorlayabilmek, kamu emekçileri içinde kökleşebilmektir. Sosyalist kamu emekçilerinin yapması gereken, KESK’te yaşanan tıkanmanın nedeni olan refomizmin eleştirisiyle yetinmemek, süreçleri önden karşılayan somut bir faaliyet ve eylem çizgisi ortaya koyabilmektir.

Sosyalist kamu emekçileri, bulundukları her yerde taban örgütlülüklerini yaratmayı özel bir sorumluluk olarak kavramalıdırlar. Bu başarıldığı oranda KESK reformist yönetimi üzerinde bir basınç yaratılabilir.

Reformistlerin etkisindeki kitle ile reformist yönetimi aynı görmemek gerekiyor. Gerçekte reformist yöneticilerle, tabanın anlayışının bire bir örtüşmediği açık bir gerçektir. Reformizmin etkisindeki kamu emekçileri, tıpkı 4-5 Mart eyleminde olduğu gibi, reformizmi aşan son derece militan bir tutum içinde olabiliyorlar. Devrimci duyarlıkla yönetim mekanizmalarını eleştirebiliyorlar. Sosyalist kamu emekçileri tam da bu mücadele zemininde diri güçlerle daha yoğun bir etkileşim içinde olmaya çalışmalılar.

Sosyalist kamu emekçileri “yeni bir çizgi, yeni bir gelenek ve kültür”ün taşıyıcısı olduklarının bilinciyle davranmalı, sermaye iktidarının saldırılarını karşısına alan her türden mücadelenin pratik örgütleyicisi olmayı başarabilmelidirler.

Sosyalist kamu emekçilerinin yaşadığı zorlanma alanlarının nedeni politik perspektifteki yetersizlik değil, tam tersine yakalanmış ideolojik-politik açıklığa uygun bir pratiğin ortaya konamamasından kaynaklanıyor.

Bülten, gündemle bağlantılı sosyalist kamu emekçilerinin politik yaklaşımlarını ortaya koymada daha işlevsel olmalı, propaganda- ajitasyon ve örgütlenme ekseninde etkin olarak kullanılmalıdır.

Sosyalist kamu emekçileri, tüm toplantılara katılım sağlamaya özen göstermeli, tüm sorunları açıklıkla tartışmalı, kamu hareketine ilişkin özgün politikaları kollektifizmi temel alarak üretebilmelidirler. Öncü kamu emekçileri yerellerden gelen her türden öneriye önem vermeli, yanlış da olsa sosyalist kamu emekçilerinin yaptığı değerlendirmeler tartışmaya konu edilmeli, ikna yöntemi en üst düzeyde işletilmeli, bastırmacı yaklaşımdan özenle kaçınılmalıdır.

 

 


KESK’ten Ankara yürüyüşü:

TİS yoksa grev var!

Toplu görüşme sürecine ilişkin eylem takvimini açıklayan KESK, İstanbul ve Diyarbakır’dan olmak üzere iki kol halinde Ankara’ya yürüyüş başlattı.

13 Ağustos günü İstanbul’da Altıyol’da toplanan ve Kadıköy Evlendirme Dairesi önüne yürüyen KESK’liler, yürüyüşün bir sonraki ayağı olan Gebze’de polis saldırısına maruz kaldı.


Kadıköy’de TİS yürüyüşü

Yaklaşık 300 kişinin katıldığı eylemde “TİS ve Grev hakkımızı kullanmak için yürüyoruz / KESK” ve “Tutuklular serbest bırakılsın / KESK İstanbul Şubeler Platformu” pankartları açıldı. Yürüyüş öncesinde Kadıköy Altıyol’da KESK adına açıklama yapan KESK Genel Başkanı Sami Evren, kamu emekçilerinin gaspedilen haklarını almak, işsizliğe, sefalete ve sömürüye dur demek için, TİS talebini ortaya koymak amacıyla yollara çıktıklarını belirtti.

Açıklamasında son dönemde KESK’e yönelik gözaltı ve tutuklama saldırılarına da değinen Evren, tutuklu KESK’lilerin serbest bırakılmasını istedi.

Eylemde Kamu Emekçileri Bülteni’nin dağıtımı gerçekleştirildi.


Gebze’de polis saldırısı

Ankara’ya yola çıkacak olan otobüslerin bulunduğu Söğütlüçeşme’ye doğru yürüyüşe geçen KESK’liler buradan otobüslere binerek Gebze’ye hareket ettiler.

Gebze’de Atatürk Caddesi üzerinden yürüyerek Cumhuriyet Meydanı’nda basın açıklaması gerçekleştirmek isteyen KESK’lilere polis müdahale etti.

Saldırı üzerine yolu trafiğe kapatan KESK’lilere gaz bombası ve coplarla saldırıldı. Saldırının ardından bir süre devam eden oturma eyleminin ardından barikatın açılmasıyla meydana yüründü ve burada konuya ilişkin basın açıklaması gerçekleştirildi.

Gebze’deki basın açıklamasının ardından Kocaeli’ye hareket edildi.


Bursa

Kamu emekçileri 14 Ağustos günü Bursa ve Adana’da eylemdeydi.

Bursa Heykel’deki Kızılay Kan Merkezi önünde karşılanan KESK’liler yolun bir şeridini trafiğe kapatarak yürüyüşe geçti.

Yürüyüş sonunda Orhangazi Parkı’na gelindi. Burada KESK Başkanı Sami Evren bir basın açıklaması yaptı. Evren’in yaptığı açıklamanın ardından eylem sona erdi ve KESK’liler Eskişehir’e uğurlandı. 

 

Adana

14 Ağustos günü şehir dışından gelenlerin Kültür Sitesi önünde sloganlarla karşılanmasıyla başlayan eylem İnönü Parkı’na doğru yürüyüşle devam etti. İnönü Parkı’na gelindiğinde yol çevik kuvvet tarafından kesildi. Emekçileri doğrudan parkın içine girmeye zorlayan ve aksi halde yürüyüşe izin vermeyeceğini söyleyen polisin tutumu “Emekçiye değil, çetelere barikat!” sloganlarıyla karşılandı. Bir süre bekleyişin ardından yürüyüş devam etti.

İnönü Parkı’na gelindiğinde KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek açıklama gerçekleştirdi.

Yapılan açıklamanın ardından eylem sloganlarla sona erdi. Eylemde, Kamu Emekçileri Bülteni dağıtıldı.

 

Manisa’da KESK eylemi

Gebze’deki polis saldırısı KESK tarafından 14 Ağustos günü Manisa’da gerçekleştirilen eylemle protesto edildi. Manolya Meydanı’nda

KESK Şubeler Platformu adına Hamdullah Müftüoğlu tarafından yapılan açıklamada, bu saldırının AKP’nin sahte demokrat yüzünü gösterdiği ifade edildi.

Eyleme Manisa İşçi Birliği Derneği de destek verdi.

 

“Toplu Görüşme” oyunu gergin başladı

Hükümet ile memur sendikaları arasındaki toplu görüşmelerin ilk oturumu ise 15 Ağustos 2009 tarihinde gerçekleşti. İçeride hükümet tarafı ve konfederasyon başkanları arasındaki gerginlik sürürken “TİS yoksa grev var!” talebiyle Ankara’ya yürüyüş düzenleyen KESK’liler eylemdeydi.

Sabah saatlerinde Ankara’ya ulaşan KESK yürüyüş kolları gerçekleştirdiği yürüyüşle Başbakanlık önüne geldi.

Önleri polis barikatıyla kesilen KESK’lilere seslenen KESK Genel Başkanı Sami Evren, hükümetle yapılan görüşmeleri oyun olarak nitelendirirken KESK olarak meşru olmayan masayı kabul etmediklerini sözlerine ekledi.

Yapılan konuşmaların ardından KESK yöneticileri Başbakanlık binasına girdi.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı başkanlığındaki toplantıya katılan KESK, Memur Sen ve Kamu Sen başkanları, Yazıcı’nın toplantı öncesinde açıklama yapmasına tepki gösterdiler. Bunun üzerine konfederasyon başkanlarından açıklama yapmaları istendi.

İlk olarak söz alan KESK Genel Başkanı Sami Evren, toplu görüşme masasının bir meşruiyeti olmadığını belirterek, “Son sözü Başbakan söyleyecek. İrademizin yansımadığı bir masayı meşru görmüyoruz. Bu toplantı hukuken meşru değildir” dedi.

Evren’in “bu masa meşru değildir” sözüne tepki gösteren Bakan Yazıcı da söz alarak KESK başkanının açıklamasını “sürç-i lisan” olarak değerlendirdi. Yazıcı, Evren’in “1 milyon kişi işten çıkartıldı, onların da sorunları görülmeli” sözüne de tepki göstererek, “onlar özel kesimde işten çıkartılmıştır” diye konuştu.

Toplu sözleşmenin toplantının gündeminde yer almamasına tepki gösteren KESK Başkanı Sami Evren toplantı salonundan ayrıldı. KESK’lilerin Güvenpark’ta gerçekleştirdiği basın açıklamasının ardından eylem son buldu.