14 Ağustos 2009
Sayı: SİKB 2009/31

  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikancı çözüm planı çözümsüzlük ve daha ağır sorunlar demektir
  Düzenin gerici güçleri “Kürt açılımı” üzerinden kapışıyor
  3. Ergenekon iddianamesinde olanlar, olmayanlar
Mamak 6. Kültür ve Sanat Festivali başarıyla gerçekleştirildi.
Güler Zere’ye özgürlük
eylemlerinden.
Eğitimin ticarileştirilmesi
öğretmenleri vuruyor!.
  Toplu görüşme süreci ve devrimci sorumluluklar
  İşçi ve emekçi hareketinden
  10 yıl sonra 17 Ağustos depremi
  Har(a)ç protestolarında
  Parasız eğitim için mücadeleye.
  Devrimci sınıf çalışmalarımızdan.
  Grevdeki Halkalı Kağıt fabrikası işçileriyle konuştuk.
  TMMOB’un gerçekleştireceği kurultay üzerine Ahmet Öncü ile konuştuk
  Sağlıkta yeni hak gaspları gündemde!
  Dünyadan
  El Fetih, 20 yıl sonra 6. kongresini gerçekleştirdi..
  Patron/devlet zorbalığına karşı 77 günlük militan direniş..
  Devlet terörüne boyun eğmeyelim!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Eğitimin ticarileştirilmesi
öğretmenleri vuruyor!

Eğitimdeki özelleştirme saldırısı sadece öğrencileri değil, bu alanda çalışan emekçileri de derinden etkiliyor. Sermaye devletinin eğitim hizmetini kârlı bir sektör haline dönüştürmek istemesi öğrencilerin “müşteri” yerine konmasına, eğitim emekçilerinin de “ücretli köleler” olarak görülmesine yol açıyor. 

Eğitim hizmetinin piyasacı bir anlayışla yeniden düzenlenmesinin sonuçlarından biri eğitim emekçilerinin çalışma koşulları ve özlük haklarına ilişkin bir dizi saldırının hayat bulması oluyor. Eğitim emekçilerine her geçen yıl biraz daha fazla “iş güvencesinden yoksun”, “örgütsüz” ve “vahşi bir rekabetin” hâkim olduğu çalışma koşulları dayatılıyor.

Sermaye devleti bu hedefler doğrultusunda pratiğe geçirdiği “ücretli”, “vekil” ve “sözleşmeli öğretmen” uygulamalarıyla hem eğitim emekçilerini kendi içinde ayrıştırarak bölmeyi hem de aynı işin daha ucuza yapılmasının koşullarını yaratarak “eğitim hizmetini” sermaye için hayli kârlı ve cazip bir “sektör” haline getirmeyi amaçlıyor.  

İşte bu bilinçli politikalar doğrultusunda öğretmen açığına rağmen öğretmen atamaları Kamu Personel Seçme Sınavı’na (KPSS) tabi tutularak sınırlanıyor. Yani sermaye devleti üniversiteden mezun olan yüz binlerce öğretmen adayının kadroya alınmasını bilinçli bir tarzda engelleyerek onları “ücretli”, “vekil”, “sözleşmeli” öğretmen olmaya itiyor.

Bu gün Milli Eğitim Bakanlığı Personel Dairesi Başkanı’nın bile 140 bin öğretmen açığından söz ettiği bir yerde (sendikaların buna ilişkin açıkladığı rakam ise 400 bini bulmaktadır) KPSS’ye başvuran öğretmenlerin sayısı 250 binlerle ifade edilmektedir. KPSS önündeki tüm bu yığılmaya rağmen taban puanı tutturanlardan yalnızca 30 bin kişinin atamasının gerçekleşecek olması da sorunun boyutunu gözler önüne seriyor. Üstelik kadroya alınacak bu 30 bin öğretmenin yarısının da bir önceki dönemde  “sözleşmeli” olarak çalışanlar arasından seçilecek olması, şimdilik 200 binin üzerinde olan “işsiz öğretmenler” sayısının her geçen yıl daha da katlanarak artacağını gösteriyor.             

Üniversiteden mezun olup da diplomalarını aldıkları halde öğretmenlik ataması için yıllardır bekleyen “işsiz öğretmenler”, mağduriyetlerini defalarca gerçekleştirdikleri eylemlerle kamuoyuna duyurmaya çalıştılar. Hatta bu yüzden psikolojisi bozulan sekiz öğretmen adayı intihar etti. Sermayenin sadık hizmetkârı Tayip Erdoğan bile bu sorunu bir seçim yatırımı olarak kullanmayı ihmal etmeyerek 2002’de KPSS’ yi kaldıracağını vaat etmişti. Oysaki aradan geçen yıllarda ne KPSS kaldırıldı, ne de öğretmen adaylarının mağduriyetini gidermeye dönük adımlar atıldı.

Geçtiğimiz haftalarda “işsiz öğretmenler” bir kez daha yaşadıkları sorunları kamuoyuna duyurabilmek ve çözüm yolları bulmak için çeşitli eylemler gerçekleştirdiler. “Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu” adı altında bir araya gelen eğitimciler, Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda 3 gün boyunca açlık grevi yaptılar.

 Eylemleri boyunca yaşadıkları sorunları ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim alanında izlediği politikaları teşhir eden ve eleştiren eğitimciler, sorunlarına çözüm bulunmaması halinde daha büyük sosyal sorunların doğacağını ifade ettiler.

Platform adına yapılan açıklamada KPSS eşitsizliği eleştirilerek bu uygulamaya bir an önce son verilmesi talep edildi. İşsiz öğretmenler, birçok barajı, sınavı aşarak mezun oldukları halde atamalarının mesleki yeterliliği ölçmekten uzak bir sınav olan KPSS’ye tabi tutulmasının mantıklı hiçbir dayanağının olmadığını ifade ettiler.

Yine devlet tarafından KPSS’de taban puanı tutturamayan öğretmenlerin yetersizliği öne sürülürken, bu kesime “ücretli öğretmen” sıfatıyla kadrolu öğretmenlerle aynı işin yaptırılmasının gerçekte niyetlerin daha farklı olduğunu ortaya koyduğunu belirttiler. Bu durumun aynı fakülteden mezun olan bir kadrolu öğretmenin 1500 TL ücret alırken sözleşmeli öğretmen sıfatıyla çalışan öğretmenlerin 400–500 TL’ye çalıştırılması örnekleri üzerinden de görülüp, anlaşılabileceği ifade edildi.

Hükümetin bir yandan KPSS ile öğretmen istihdamını bu kadar düşük tutarken diğer yandan Açık öğretim fakültelerine edebiyat, felsefe ve sosyoloji bölümleri açarak gençleri öğretmenliğe yönlendirmesini “umut tacirliği” olarak değerlendiren eğitimciler, iş bulamadıklarından, buldukları takdirde de iş güvencesinde yoksun, hiçbir sosyal hakkı olmadan düşük ücretler karşılığında ve de kendi branşları dışında çalışmaya zorlandıklarını belirttiler.

Platform aracığıyla seslerini duyurmaya çalışan öğretmenlerin dile getirdiği tüm bu sorunlar, neo-liberal saldırıların eğitim alanındaki yansımalarından başka bir şey değildir. Yaşananlar, hükümetlerin MEB’in izlediği politikaların ötesinde sermaye devletinin eğitimi ticarileştirme genel saldırısının bir parçası ve sonucudur. Eğitim hizmetinin ticari bir sektöre çevrilmesi sürecinin doğal bir sonucu olarak, eğitim hizmetinde çalışan öğretmenlerin “maliyetinin” de asgariye çekilmesi kapitalist kâr anlayışının gereğidir.

Eğitim hizmetinin “maliyet ve kâr” hesabı üzerinden ele alındığı bir yerde bu alana dönük izlenen politikalar da bu temel denklem üzerinden belirlenecektir. Yoksa sayıları yüz binlerle ifade edilen öğretmen açığının olduğu ve yine yüz binlerce öğretmenin atama beklediği bir yerde sadece 30 bin öğretmenin atamasının yapılması saçmalığının ve çelişkisinin mantıklı hiçbir izahı yapılamaz.

Sermaye devletinin sadece maliyet unsuru olarak gördüğü eğitim emekçilerinin, maliyetlerini düşürmek için izlediği bu politikanın son derece bilinçlice ve akıllıca uygulanan bir taktik olduğu ortadadır. Bu, “kadrolu” olarak bilinen öğretmenlerin var olan haklarının gasp edilmesini hedef alan ve orta vadede sonuç almaya kilitlenen “sinsi” bir planın parçasıdır. Eğitim emekçileri arasında “kadrolu” öğretmenlere nazaran dengenin her geçen yıl “ücretli”, “vekil” vb. adlarla “sözleşmeli” öğretmenler lehine bozulduğu görülmektedir. Sermaye devleti 1500 TL’ye bir “kadrolu” öğretmen çalıştırmak yerine 400–500 TL’ye aynı vasfa sahip ama adı “sözleşmeli” olan 3–4 öğretmeni çalıştırmayı daha kârlı bulmaktadır. Hem bu sayede öğretmenleri kendi içinde bir rekabet ortamına sokarak ortak çıkarları doğrultusunda birlikte hareket etmelerinin önüne de geçmeyi amaçlamaktadır.

Bu, özel okullar, dershaneler vb. aracılığıyla “eğitim sektöründe” faaliyet gösteren sermaye kesimini palazlandırmak, dahası bu “sektöre” daha fazla sermayenin çekilmesi gibi birden fazla amaca hizmet ediyor.  Zira “devlet kapısından” umduğunu bulamayan yüz binlerce öğretmenin ilk elden iş başvurusu yaptıkları yerler buralardır. Özel okul ve dershane patronlarının ise kendilerine sunulan bu imkândan nasıl faydalandıklarını atama bekleyen öğretmenler örneklerle açıklamaktadırlar.

Özel sektörde çalışan eğitimciler, hiçbir iş güvencesi ve sosyal hakkı bulunmadan, çok daha ağır koşullar altında, çok düşük ücretler karşılığında ve genellikle kendi branşları dışında çalıştırılmaktadırlar. Öyle ki birçok öğretmenin sigortası dahi yapılmamaktadır. Kimi dershane patronu ise “stajyer öğretmen” adı altında bu kuralsız ve keyfi sömürüyü had safhaya çıkarmaktadır. Buralarda çalışan eğitim emekçilerine, kendi vasıfları dışında birçok angarya işin yaptırıldığı da biliniyor. Sayıları yüz binlerle ifade edilen işsiz öğretmenlerin bulunduğu bir yerde, özel okul ve dershane patronları belirledikleri koşulları hiçbir güçlük çekmeden dayatıyorlar.

Buradan bakıldığında sermaye devletinin bir yandan öğretmen atamalarını gerçekleştirmezken, diğer yandan öğrencileri öğretmen olmaya yönlendirmesinin mantığı daha rahat anlaşılabilir. Nasıl ki bu gün üniversitelerin tek yaptığı şey sermayenin ihtiyaç duyduğu “kalifiye işsizleri” piyasaya sürmek oluyor ise, öğretmenlik mesleği için de aynı kural işlemektedir. Piyasada  ne kadar çok işsiz öğretmen bulunursa, öğretmenlerin maliyeti de doğacak olan rekabet koşulları altında düşecektir. Bu sayede eğitim olağanüstü kazançlar sağlanan bir sektör haline gelecektir.

Elbette bu durum, sadece eğitim emekçilerini değil, eğitim hizmetinden faydalanan milyonlarca öğrencinin yetersiz, kalitesiz eğitim almasına yol açması gibi toplumun genelini etkileyen sonuçlar doğuruyor. Zira ücretli köleler haline dönüştürülmek istenen öğretmenler bireysel olarak karşı çıkamadıkları bu koşullara razı geldikçe, kendi branşları dışında eğitim vermeye ve son derece ağır koşullarda çalışmaya zorlanıyorlar. Bu durum dolayısıyla eğitimin kalitesine de yansıyor.

Bu yüzden de “Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu”nun çeşitli eylemlerle dile getirdiği sorunları sadece öğretmenlerin bir sorunu olarak ele almamalı bunu eğitimin ticarileştirilmesi saldırısının bir parçası olarak görerek toplam bir mücadeleye konu edilmelidir. Bu çerçevede de öncelikli sorumluluk eğitim emekçileri içerisinde örgütlü, ileri unsurlara ve sendikalara düşmektedir. Yazık ki bu dayanışma şimdilik gerçekleşen eylemlere destek sunulmasından öteye taşınamamaktadır.