14 Ağustos 2009
Sayı: SİKB 2009/31

  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikancı çözüm planı çözümsüzlük ve daha ağır sorunlar demektir
  Düzenin gerici güçleri “Kürt açılımı” üzerinden kapışıyor
  3. Ergenekon iddianamesinde olanlar, olmayanlar
Mamak 6. Kültür ve Sanat Festivali başarıyla gerçekleştirildi.
Güler Zere’ye özgürlük
eylemlerinden.
Eğitimin ticarileştirilmesi
öğretmenleri vuruyor!.
  Toplu görüşme süreci ve devrimci sorumluluklar
  İşçi ve emekçi hareketinden
  10 yıl sonra 17 Ağustos depremi
  Har(a)ç protestolarında
  Parasız eğitim için mücadeleye.
  Devrimci sınıf çalışmalarımızdan.
  Grevdeki Halkalı Kağıt fabrikası işçileriyle konuştuk.
  TMMOB’un gerçekleştireceği kurultay üzerine Ahmet Öncü ile konuştuk
  Sağlıkta yeni hak gaspları gündemde!
  Dünyadan
  El Fetih, 20 yıl sonra 6. kongresini gerçekleştirdi..
  Patron/devlet zorbalığına karşı 77 günlük militan direniş..
  Devlet terörüne boyun eğmeyelim!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Amerikancı çözüm planı çözümsüzlük ve daha ağır sorunlar demektir…

Kalıcı ve köklü bir çözüm için devrimci mücadeleden başka yol yoktur!

Kürt sorununda Amerikan çözüm planını uygulamaya sokmak amacıyla başlatılan “süreç” devam ediyor. Cumhurbaşkanı’nın “tarihi fırsat” nitelemesiyle haberini verdiği, ardından hükümet adına sahneye çıkan İçişleri Bakanı tarafından resmen başlatılan “süreç”, kısa sürede Kürt sorununun çözüleceğine dair genel bir iyimser havanın oluşmasına yol açtı. “Kürt Çalıştayı” ve Erdoğan-Ahmet Türk görüşmesi bu havayı iyice güçlendirdi. Böylelikle sorunun çözümü doğrultusunda büyük bir aşama kaydedildiği düşüncesi genel bir yargı haline gelmiş oldu.

Henüz tam olarak çözümden ne anlaşıldığı ve somutta hangi adımların atılacağı net olarak ortaya konulmamış da, ortada yürüyen bir sürecin olduğuna kuşku yok. Zira, hükümet cephesinden peş peşe “adımlar” atılıyor. Siyasi partiler başta olmak üzere sermaye örgütleri ve “STK’lar” ile başlatılan görüşme trafiği bu kapsamdadır. Tayyip Erdoğan sık sık konuşarak hem CHP ve MHP merkezli muhalefete karşı durmaya çalışıyor, hem de kararlılık mesajları veriyor. Tüm bunlarla birlikte, gelinen yerde “süreç” açısından kritik bir eşiğe dayanmış bulunuluyor. 15 Ağustos’ta “yol haritası”nı açıklayacağını ilan etmiş bulunan Abdullah Öcalan sözünü söyleyecek. Öcalan’ın ortaya koyacağı “yol haritası” büyük ölçüde “süreç”teki birçok belirsizliğin aşılmasını sağlayacak, taşları yerli yerine oturtacak ve büyük ölçüde “açılım”ın ana hatları da böylelikle ortaya çıkmış olacak.

Bugünkü durumda yine de “açılım”ın hedeflerinden giderek içeriğine ilişkin sonuçlara varmak mümkündür. Artık devlet açısından kaba inkara dayalı bir Kürt politikası geçerliliğini yitirmiştir. Mesele bu noktada Kürt halkının kimliğini tanımak ve sınırlı bazı kültürel haklarını tanımak planındadır. Bu, Kürt halkının hak taleplerini ve özlemlerini yatıştırabilmek demektir. Fakat mevcut durumda sorun, bu taleplerin ne düzeyde karşılanacağı konusunda çıkmaktadır. Bireysel-kültürel haklar sınırlarında hak kırıntılarının verilmesi genel olarak ırkçı-milliyetçiler dışında kabul görmektedir. Fakat iş, kolektif haklara geldiğinde düzen cephesi bir bütün olarak buna karşıdır. Zaten geçtiğimiz ay “açılım”ın asıl sahibi olan ABD’ye giden Genelkurmay Başkanı burada, kolektif hakların kırmızı çizgileri olduğunu üzerine basa basa söylemişti. Halihazırda Genelkurmay’ın süreci sessizlikle izlediği dikkate alınırsa “açılım”a konu edilecek hakların bireysel kültürel haklarla sınırlanacağı hemen hemen kesindir. Bununla birlikte bu çerçevede atılacak adımların belli anayasal güvencelere bağlanmış olması da bu durumu esası yönünden değiştirmemektedir.

Fakat “açılım”ın kapsamı bununla sınırlı değildir. Düzen açısından önemli olan haklar planındaki sınırlı açılımların PKK’nin silahlı güçlerini tasfiye edebilmek ve onu örgütlü bir direniş odağı olmaktan tümüyle çıkarmak hedefine hizmet etmesidir. Bu olmaksızın atılacak adımların herhangi bir kıymeti olmayacaktır. Onun için Kürt kimliği ve kültürüne ilişkin atılacak adımlarla bir arada PKK’nin silahlı gücünü ve Kürt hareketinin mücadele azmini kırmayı amaçlamaktadır. Öcalan’ın “yol haritası” esas olarak  hangi “açılımlar” karşılığında ve nasıl bu tasfiyenin gerçekleştirileceğini açıklığa kavuşturacaktır.

Bununla birlikte, düzen cephesinden özellikle medyada konuya ilişkin öne çıkan temel yaklaşımlardan biri de, “açılım”ın ne olduğundan öteye, bu “açılım”dan sonrası, özellikle de verilecek hakların nasıl kullanılacağı ve Kürt halkının nasıl bir yola gireceği konusunda duyulan kaygılardır. Bu çerçevede yazan ve aynı zamanda polis kimliği taşıyan Taraf gazetesi yazarlarından Emre Uslu durumu şöyle özetliyor: “Kürt açılımı”nda temel kaygı Kürt kimliğinin taşıyıcısı örgüt ve yapının kim olup olmayacağı ile yakından ilgili. Verilen haklarının genişliğinin Türk devletinin çıkarlarına bir zarar vermeyeceği görülmüş durumda. Burada bu hakları kimin materyalize edeceği ve bunun üzerinden Kürtleri nasıl ve ne yöne doğru mobilize edeceği ile ilgili kaygılar söz konusu.

Düzen cephesinden ileri sürülen bu kaygılar yersiz değil. Çünkü bireysel ve kültürel haklar sınırlarında kırıntılar olarak kalsa dahi, inkâr sisteminden ileriye doğru atılacak her iğreti adım eğer Kürt halkının özgüvenini güçlendiriyor ve mücadelenin kazanımları olarak görülüyorsa, kendisinden beklenen yararı sağlayamaz. Atılacak adımlar Kürt halkını bir süreliğine oyalayabilir, fakat kısa süre sonra daha güçlü ve daha ileri hedeflerle ortaya çıkmasına kimse engel olamaz. Bugün düzenin en büyük handikapı da buradadır. Zira, “açılım” olarak sunulan adımlar kendi mahiyetlerinden öteye Kürt halkı üzerinde yarattığı etkiler bakımından önemlidir. Bilindiği üzere düzen yıllarca bu gerçeğin bilinciyle “ez ve çöz” formülünü aklından çıkarmadı. Fakat Öcalan’ın yakalanması ve onun İmralı savunmalarından başlayarak ortaya koyduğu teslimiyetçi çizginin Kürt hareketi saflarında yarattığı fırsatı da kullanamadı. Emperyalistlerin zorlamasıyla bugünkü koşullarda atılacak her adımın, Kürt halk kitlelerince mücadelenin ürünü olarak görüleceği ölçüde ters tepmesi muhtemeldir.

Diğer taraftan bu sınırlarda atılacak adımlar, düzen açısından şoven milliyetçilik gibi toplumu yönetmede son derece etkili biçimde kullanılan bir silahı en azından bir süreliğine de olsa geri plana itebilir. Bu ise, sosyal-toplumsal mücadelenin gelişmesini ayrıca kolaylaştıracaktır. Türk işçi ve emekçilerinin şovenizmle zehirleme olanaklarının daralması yanında, ulusal sorunun burjuva çözümü olan bir sürecin sosyal sorunlarına zerrece merhem olmadığını gören Kürt emekçi halkı sosyal ve sınıfsal mücadelenin yolunun tutabilir. Bu, tersinden yine Kürt ulusal mücadelesine yeni bir itilim de sağlayacaktır. Mevcut sürecin nereye varacağının henüz net biçimde bilinmediği bir durumda bunları söylemek erken olabilir. Fakat belirtmek gerekir ki, düzen güçleri kendi cephelerinden durumu değiştirme yeteneğinden yoksun olsalar da tüm bu olasılıkları hesap etmektedirler.

Bu noktada asıl üzerinde durulması gereken konu, Kürt emekçi halkının düzen güçlerinin körüklediği hayallerle sersemletilmeye çalışıldığı gerçeğidir. Düzen cephesi bu açıdan ne kadar etkili olursa o denli “çözüm”e ulaşacağını düşünmektedir. Çünkü, düzenin hedefi Kürt sorununa çözüm bulmak ya da akan kanı durdurmak değil, Amerikan emperyalizminin bölgesel stratejileri doğrultusunda içeriye çeki düzen vermek, böylelikle üstleneceği görevlerde elini rahatlatmaktır. Somutta Amerikan ordusunun Irak’tan çekilmesinden sonra ABD hesabına boşluğu doldurmak üzere bölgeye yerleşmenin siyasal koşullarını hazırlamaktır. Konu üzerine yazan bir burjuva yazarı durumu, “Kürtleriyle barışık bir Türkiye kanatlanır uçar, ve o zaman bölgesel ve uluslar arası bir güç haline gelir” biçiminde izah ederek “açılım”ın sahip olduğu bu “stratejik ufuk”a işaret etmektedir.

Dolayısıyla Kürt halkı, emperyalist stratejilerin bir gereği olarak gündeme getirilen, dahası polis akademilerinde hazırlanan ve İçişleri Bakanı tarafından yönetilen çözüm planlarına itibar etmemelidir. Tüm bunlar haklar ve özgürlükler adına ne kadar laf edilirse edilsin ve hangi adımlar atılırsa atılsın düzen güçlerinin gerçek niyetlerini ortaya koymaktadır. Emperyalistler ve işbirlikçileri gerici çıkarlarının peşindedirler. Bunun için Kürt sorununu kalıcı ve köklü biçimde çözemezler. Çözüyormuş göründükleri her durumda onu daha ağır ve köklü sorunlarla yüz yüze bırakırlar.

Her şeye rağmen bugün çözüm adı altında gündeme getirilen “açılım”lar Kürt burjuvazisinin siyasal özlemlerine yanıt verse bile, Kürt işçi ve emekçilerinin talep ve ihtiyaçlarını karşılayamaz.

Kürt işçi ve emekçilerinin ulusal taleplerini tam olarak karşılamak ve Kürt sorununu kalıcı ve köklü biçimde çözmek ancak; her türlü ulusal baskı, eşitsizlik ve ayrıcalığın ortadan kaldırılması, Kürt ulusuna kendi kaderini tayin hakkının tanınması, tüm dillerin tam hak eşitliğinin sağlanması, zorunlu devlet dilinin kaldırılması, herkese kendi anadilinde eğitim hakkının tanınması ve tüm azınlık milliyetlere kendi dillerini ve kültürlerini kullanma, koruma ve geliştirme olanağının tanınmasıyla mümkündür.

Amerikan emperyalizmi ve burjuvazinin ise gündeminde böyle bir çözüm yoktur. İşçi sınıfının bu devrimci ­­çözüm platformunu hayata geçirebilmek için ise kararlı bir devrimci mücadeleden başka bir yol yoktur.