7 Ağustos 2009
Sayı: SİKB 2009/30

  Kızıl Bayrak'tan
  Irkçı-gerici rejim Kürt halkının emekçi kesimlerinin beklentilerini karşılayamaz...
  Kamu İhale Kurumu bir gece yarısı operasyonu ile Maliye Bakanlığı’na bağlandı…
  Kontrgerilla şefi
Kemal Yamak’ı sahiplenenlerin
Ergenekon karşıtlığı sahtedir!
HSYK tartışmaları ve
Yeni Şafak’ın iki yüzlülüğü!
Grev silahının dünü ve bugünü üzerine
Entes direnişi sürüyor...
  Kent A.Ş. direnişine polis saldırısı .
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Emine Arslan ile DESA direnişi, mücadele ve örgütlenme sorunları üzerine konuştuk...
  “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”.
  Devrimci sınıf çalışmalarından...
  İzmir’de direnişçi işçilerle
dayanışma kampanyaları!
  Har(a)ç saldırısı karşıtı mücadele ve Genç-Sen...
  Gençlik eylemlerinden...
  “Gizli Milyonerler Klübü” çizgi filmi ile Buffet’lar kapitalist sömürüyü kutsama çabasında...
  Obama yönetiminin üst düzey görevlileri Ortadoğu’da…
  Honduras’ta faşist darbeye
karşı halk direnişi yayılıyor!
  Dünyada işçi-emekçi eylemlerinden...
  TKP’nin en yaşlı üyesi
yazar Sarkis Çerkezyan yaşamını yitirdi
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emine Arslan ile DESA direnişi, mücadele ve örgütlenme sorunları üzerine konuştuk...

“Hep söylüyorum; işyerinde, evde, köyde ne olursa olsun hepimizin mücadele etmesi gerekiyor!”

Kızıl Bayrak: DESA direnişi işçi sınıfının son dönemdeki mücadele pratikleri içinde en anlamlı örneklerden biriydi. Özellikle Emine Arslan üzerinden kendini duyuran direniş, birçok kesimin de ilgisini çekmiş oldu. Bunun yanında sermayenin saldırıları karşısında ezilen işçi ve emekçilere umut oldu. Öncelikle DESA’daki direniş sürecini ve direnişe nasıl başladığını anlatır mısın?

Emine Arslan: DESA süreci ne zaman biz sendikaya üye olduk, işte o zaman sudan bahanelerle (işte hata yapıyorsun vb.) kapıya konulmamızla başladı. Bizi içeride örgütlenmeye iten bir sürü sorun vardı. Bir insan iki gün bir gece hiç eve gitmeden çalışır mı? Çalışıyorduk. Ayda 240 saat mesai yapıyorduk, ay sonunda bize 8-10 saat mesai imzalattırıyorlardı. Yükleme zamanlarında (saat 16.00-17.00’ye kadar) bize yemek vermiyorlardı. Dün sabah gelmişim çalışmışım, gece de çalışmışım bugün öğle saati gelmiş yemeğe çıkmamışım ve ayakta duracak halim yok. Ama adam hala çalıştırıyor.

Bir sürü kötü koşullar vardı. İzin istersin alamazsın, çocuğun hasta olur eve gidemezsin. Gidersen “işte kapı orada!” denir. Daha bir sürü sorun vardı ve bu kötü koşullar bizi örgütlenmeye itti. Artı, solventle, baliyle çalışıyorduk. Bizim sağlığımızı koruyacak hiçbir önlem yoktu. Önlem var, ne zaman var? Ne zaman markaların temsilcileri gelince, ne zaman sözde kontrol olunca o zaman vardı. Hiç de bir şey kontrol ettikleri yoktu. Patronların bir güzergahı var, onlarla birlikte oralardan geçerken çevrede çalışanlara göstermelik maske veriliyor ve onlar gittikten sonra işçilerden bu maskeler toplanıyordu.

KB: Sendikaya nasıl üye oldun?

EA: Ben sendikayla tanıştım, üye oldum, örgütlendim. Sonra arkadaşlarımın, kimisi “çocuğum hasta gidemiyorum”, kimisi “bacaklarım şişti bu gece, sabah olur mu?” diye ağlayıp sızlıyorlardı. “Ağlayıp sızlamayın, bizim de haklarımız var, gelin sendikaya üye olun” dedim.

Evime davet ettim. “Sendikadan yetkili arkadaşları da çağıralım. Anlatsınlar, bizim ne gibi haklarımız varmış? İzin isteyince tehditlerle karşılaşınca ne cevap verebiliriz?” diye konuşalım dedim. Arkadaşlar geldi ve üç sefer evimde sendikayla toplantı yaptık. Dördüncüye erdirmediler bizi. Yine evime “geleceğim” deyip de gelmeyenlerden birisi ispiyon etti. Dün ağlıyordu, “çocuğum hasta evime gidemiyorum” diye, ama beni şikayet etti. O gün bana, işte hata yapıyorum diye astar sökümü verdiler. Son üç sene astar kontrolcüsüydüm. Astarı resmen sökmüşler. Koltuk altı astarı sökük diye tamir kağıdını asmışım üzerine ve tamire göndermişim. Onu tamirde yapılmadan almış sökmüş etek astarını “bunu gördün, bunu görmedin mi?” diyor. Onu görmemem mümkün değil zaten. İlk önce etek çevresinden başlıyorum. Müdürle bu şekilde konuştuk.

Ardından beni arkadaşlarımın arasından aldı yemekhaneye götürdü ve benimle küfürlü bir şekilde konuştu. Arkadaşlarımın arasından götürüyor kimse şahit olmasın diye. Sonra ben tekrar yerime geldim ve çalışmaya başladım. “Hamdi Bey (İnsan Kaynakları Müdürü) seni çağırıyor” dediler. “Gültekin Bey ihtar yazdı imzala” dedi. “İmzalamıyorum, ben bunu haketmedim” dedim. Sonra pakete giden bir mal da değil yani. Bayağı, bir uğraştı Hamdi Bey benimle. İmzalamadım, tekrar yerime çalışmaya geldim. Bu sefer yine bir şey almış geldi. Diyor ki, “onun da kol astarı uzun diye tamire göndermişsin. Bunu görmüşsün, bunu görmedin mi?” Gitmiş, ikinci ihtarı yine yazmış. Öyle dediğim için de “üstüne karşı geldi, cevap verdi” konusu oldu. Sen bana bir şey soruyorsun ben robot muyum? Bir cevap bekliyorsun sen benden. Yine Hamdi Bey beni çağırıyor. “Abla ikinci ihtar geldi, imzala bunları” dedi. “Hamdi Bey ben bunları imzalamıyorum. Bunlar bana kurulan tuzaklar.” dedim. Bu sefer, “Abla bu şekilde çalışamayacağız” dedi. Ben de doğal olarak 8 senelik emeğim olan mesailerimi, senelik izinlerimi, tazminatlarımı istedim. “DESA’nın tazminat verdiği görülmüş mü?” dedi.

Ben de “eşimi arayayım” diyorum. “Yok, arama” diyor. Sendikayı arayacağım ama fırsat vermiyor bana. İmzalatmaya çalışıyor. Ben imzadan ezelden beri çok korkarım. Hiçbir şey yaşamadım, ama imza attınmıydı kabulleniyorsun onu. Eve geldim, bir saat beni fabrikanın bahçesinde tuttu, hala kandırmaya çalışıyor.

Sendikam Deri-İş’i aradım hemen. Sendikadan dediler ki, “sen yarın sabah aynı işe gider gibi çık, biz geliyoruz” Ondan sonra sendikanın örgütlenme uzmanı Nuran Hanım’ı aradım, o geldi. Çıktık oraya, Nuran Hanım güvenliğe “Emine Abla işten çıkarılmış. Ne gerekçeyle çıkarıldı?” dedi.

çeriden beni çağırdılar. İçeri tekrar girdim, hala dünkü olay. Hamdi Bey, bana dünkü kağıtları imzalatmaya çalışıyor.Kağıtta“Mala zarar verdi” yazıyordu ve bunu kabul etmemi istiyorlardı. Ben de “ben zarar vermedim. Söküğü geçtim diyorsunuz, onu görmemen mümkün değil. Tamam geçmişte yaka kasmasını görmediğim oldu, ama siz bize geçin diyordunuz” dedim. Anlamıyor. Ben de imzalamadım.

Hamdi Bey bana diyor ki; “abla imzala bunları” Ben de; “Dün bunları imzalamadım. Bugün de imzalamıyorum çünkü bunlar bana bir tuzak” dedim. “Ben çalışmak istiyorum, bana işbaşı veriyor musun?” dedim. “Hayır!” dedi. “Paralarımı veriyor musun?” diye sordum. “Hayır” dedi. Ben de; “işime dönene, haklarımı alana kadar bu kapıdan ayrılmayacağım” deyip çıktım dışarıya.

Beni 5 dakika sonra bir daha aradı. Bu sefer işbaşı istedim, “paramı istedim vermedi, bu sefer beni niye çağırıyor” dedim. “Sendikamla birlikte girersem içeri, olur” dedim. Çünkü o zaman girseymişim -ertesi gün akşam para teklif etti ya bana- güya bana paramı verecekmiş. Sonuçta içeri girmedim.

O gün ve ertesi gün bekledik. Telefon telefon üzerine... “Gelin anlaşalım” diyorlar. Eşimle beraber gittik. “8 seneye, 8 milyar, artı sen söyle!” diyor. Ben iki sefer para istedim, ama bu sefer de ben almak istemedim. Çünkü benim eve çağırıp götürdüğüm insanlar vardı. Fabrikada kafalarına bir şey soktuğum insanlar vardı. Bunların hepsi gözümün önüne geldi. “Şimdi aynı sudan bahanelerle onlara da aynı şeyleri yapacaklar” diye düşündüm. 5 kuruşsuz kapıya koyacak, biliyorum. Çünkü kendisi de dedi. Hamdi Bey, “Bugün git, yarın öbürleriyle de görüşeceğim” dedi. Aynısını söyledi. “Siz o gün bana, bugün yarın öbürleriyle de görüşeceğim dediniz” dedim. “Aynı olayı arkadaşlarıma da yapacaksınız, ben bunu kabul etmiyorum” dedim.

İlk günkü psikolojimle olsaydım, alabilirdim o parayı. Ama, iki gündür benim beyin böyle dönüyor. “Kabul etmiyorum” dedim. “Abla bugün önlük giydin, yarın döviz açacaksın” dedi. Ben de, “ne gerekiyorsa, yapacağım. Ben bu küfürleri hak etmedim, onların hesabı ödenmeli” dedim.

İnsan Kaynakları Müdürü ve avukat “Firma adına özür dileriz. Ver elini öpelim abla” dediler. Hatta eşim orada “Hamdi Bey’in teklifine var mısın, yok musun?” diye sordu. “Yokum” dedim. Kapıya çıktık, direnişin üçüncü dördüncü günleri. Her gün polis yığdılar. Bir kişiye 6 otobüs çevik kuvvet -diğer sivil ve resmi araçlar hariç- getirdiler.

KB: 8 yıl boyunca geceli-gündüzlü çalıştığın bir yerde, bir anda kapının önüne konuldun. Fabrikanın önünde direnişe başladığın gün ne hissettin?

EA: “Biz burada bunun başına bela olalım” diye düşündük. Peşimizde birileri var diye düşünmeden, “biz burayı engelleyelim” dedik. Biz hiç bilmiyorduk. Birisi yanımıza gelecek, bize sahip çıkacak gibi bir şeyi düşünemedik. Baktık, ilk gün rahmetli Hüseyin Hoca yanımıza geldi. Gecem gündüzüm belirsizdi.Kendievimi otel gibi kullanmak zorunda kalmıştım. Bütün emeğimi, gücümü oraya harcadığım halde, böyle bir muamele ile karşılaşınca çok hırslandım. Bunların hepsi beni hırslandırdı. Utanma duygusunu bir yana bıraktım. Bazı arkadaşlar, “ben utanırım orda duramam” diyor. Ne utanacağım ben. Çalışırken utanmıyorum da kapıda emeğimin gasp edilmemesi için beklerken mi utanacağım?

Çünkü çalışırken hiçbir hileli iş yapmadım. Makas tutmasını bilmeyen insanları eğittim, öğrettim. Ama bu durum çok zoruma gitti. Eşimi arayıp “ne olur abicim, elimiz ayağımıza dolaştı. Ne olur işe yolla!” diyenler, bana ölen kediyi çöpe atar gibi davrandılar.

KB: O anda patronun seni değersiz gördüğünü anlamış oldun...

EA: Patronun, üzerime suç atmaya çalıştığını görünce o zaman baskıların artacağını anladım. Benimle konuşan arkadaşlarımı baskı altına aldı, onlarla görüştürmedi. Hemen ikinci gününde mobese kamera koydu. Arkadaşların benimle karşılaşmamaları için otobüslerle camiye getirip götürmeye başladı. Yıllardır camiye yayan giden gelen insanlar için özel araba tutuldu. Çok sorunlar yaşadık. Zabıta geliyor, “kamu yerine zarar veriyorsun” diyor. Polis geliyor, “hem eşine hem sana günlük 100 TL ceza yazacağız. Bunu nüfus kağıdınıza işleyeceğiz. İlerde devlet hastanesinde tedavi göremeyeceksiniz” diyor. “İşverene söyleyeceğim senin hakkında mahkeme açsın” gibi şeyler söylediler.

KB: Direniş sürecinde yalnız olmadığını, yani size destek verecek emek güçlerinin olduğunu da gördün. Daha önemlisi, senin karşında sadece patronun değil, devlet güçlerinin olduğunu da gördün. Bu yaşadıkların ve direniş sürecin sana neler kattı? Direniş öncesi Emine Arslan’la bugünkü arasında nasıl bir fark var?

EA: Bundan önce ruh gibi yaşamışız. Hiçbir dünyadan, birilerinin bir yerlerde emekten yana işlerle uğraştığından haberimiz yoktu. Önceden hiçbir şeyden, hiç kimseden haberimiz yoktu. Ama direniş sürecinde, emeğin haklarını kazanma yolunda mücadele eden insanların beni kucakladığını bizzat gördüm. Emekçiye sahip çıkanları gördüm. Zaten benim ilk baştan beri tepkim, “bu gidişat bir yerde durmalı” şeklindeydi. Patron, “36 yıl böyle çalıştım bundan sonra da böyle olacak” diyor ya; “ben 8 senedir canla başla o şekilde çalışınca iyiydim de, hakkımı arayınca kötü mü oldum” diye düşündüm. Demek ki, bir yerde birileri -Emine Arslan olur, bir başkası olur- noktayı koyması gerekiyor.

KB: Senin meşhur bir sözün var. “Kafeste kuş gibiydik” diyorsun...

EA: Evet, kafeste kuş gibiydik. Kuşu kafese koyarsınız, dere mi tepe mi var, hiç haberi olmaz ya biz de DESA’da aynen öyleydik. Gerçekten de şimdi edindiğimiz bazı işçi dostları yanı başımızdayken bundan haberimiz yokmuş. Mesela Hüseyin Hoca’yı keşke daha önce tanısaydım, bunu kendim için büyük kayıp sayıyorum.

Patron da dedi bunu. “Emine Arslan’a ne oldu ki! Oturdu çayını içti, kariyer sahibi oldu. Yeni dostlar edindi, olan bana oldu. 18 trilyon zararım var” dedi. Ben de “Biz işçi sınıfı olarak sizin kadar gaddar değiliz. Gel sana da vereyim çay, bir yudumu ekmeğimi, çayımı paylaşırım” dedim.

Patron, direnişle dayanışmaya gelen arkadaşlarımı karaladı. “Emine Arslan, solcuları topladı yanına, benden haraç istedi” dedi. Son zamanlarda baskıyı iyice arttırmıştı. Tekrar, “Gel Bakırköy Adliyesi’ne gidelim, dilekçe ver. Benim çıkış nedenim sendikadan, sendika beni kullanıyor de” dediler. Bana 30 milyar rüşvet ve “Akşama da evine kamyon getirip, eşyalarını yükleyip seni İstanbul’dan uzaklaştıralım” teklifinde bulundular. Ben bunu niye yapayım? Bunu yapmış olsaydım, işçi sınıfına çok büyük bir ihanet etmiş olacaktım. Onurumu, her şeyimi yitirecektim.

KB: Bu süreçte senin şahsında yürüyen direniş, baskı ve sömürü ile karşı karşıya olan diğer işçi ve emekçilere de örnek ve umut oldu. Yani sen direniş sürecinde bir yandan yeni şeyler öğrenirken, bir yandan da aynı şeyleri diğer sınıf kardeşlerine öğrettin...

EA: İlk olarak Düzce’deki işçi arkadaşlar direnişe çıkınca ve ve onların bayan olduklarını öğrenince zaten sendikaya üye olmakta hiç tereddüt etmedim. Musa Başkan’ın da katıldığı bir görüşmede hemen üye oldum. Niye orada bayanlar kapıda direniyorlar? Haklarını gasp ettirmemek için. Hiç gözümü kırpmadım. Ben burada tekim. Medya, uzak olduğu için oraya gidemedi. Ben daha ön plana çıktım bu yüzden. Diğer direnişe çıkan arkadaşlarım hep beni örnek verdiler. “Tek başına bir Emine Arslan orada direniyorsa, 8-10 kişi, 80-100 kişi biz niye direnmeyelim.” dediler. Bu bana daha çok cesaret verdi. ATV-Sabah çalışanları bile eşim yanlarına gittiğinde, “Emine Abla’dan cesaret aldık biz” demişler. Entes’te Gülistan arkadaşımız var. O da söylüyor zaten. Ona da, “küçük Emine” demişler. Ben Taksim’e toplantılara falan gidiyorum. Oralarda muhasebede çalışan kızlar çıktı karşıma. Onların da işine son vermişler. Bana kendi sorunlarını anlattılar.

KB: Bu direnişin umduğundan büyük bir etki ve sonuç yarattığını söyleyebilir miyiz?

EA: Umduğum derken, aslında direnişe ilk çıktığımda hiçbir şey ummuyordum. Böyle işçi ve emekçilere sahip çıkan insanların olduğunu bilmiyordum. Patronlar, işçiye ve emekçiye sahip çıkan insanları “vatan haini”, “terörist” olarak görüyorlar. Bu insanların ben öyle olmadığını biliyorum ve buna bizzat şahit oldum. İşçinin ve emekçinin hakkını sömürerek asıl vatan hainliğini onlar yapıyorlar. Ben ayda 240 saat mesai yapıyorum 8 saat gösteriyorsun. Benim hakkımı gaspediyorsun. Asıl terörist sensin!

KB: Direnişe başladığınız  günden itibaren çeşitli baskılarla karşılaştınız. Bunlardan bahsedebilir misin?

EA: “DESA’nın hiç tazminat verdiği görülmüş mü?” diyen patron; rüşvet önerdi, çocuğumu kaçırmaya kalkıştı, peşime adam taktı, evime kadar beni ve ailemi izletti. Benim komşularım ne yaptı? Sefaköy İnönü’deki arkadaşlarım evin etrafında nöbet tutmaya başladılar. O evin etrafında dolaşan patronun adamları kaçmak zorunda kaldı. Bu sefer sokağa kamera koydu. Emine Arslan nereye gidiyor? Hangi şahıslar Emine Arslan’ın etrafında? Fabrikanın arka kapısı sokağı gösteriyor zaten. Direnişi kırmak için her yolu denedi. İki sefer gözaltına aldırdı. 30 milyar rüşveti teklif edince bana, almadım. Onlara, “Bu işin içinde Musa Başkan da olur, derse ki ‘abla anlaş’ ben noterden istifa ederim” dedim. Gidip de Bakırköy Adliyesi’ne, “Asla sendika beni kullanıyor diye imza atmam” dedim. Böyle deyince “Bu teklifimizi sakın kimseye söyleme. Söylersen, biz de seni yakarız.” dediler. Aynı gün DESA’nın önünde basın açıklaması vardı, orada teklif edilen rüşveti söyledim. Baktım, beni tehdit eden adamlardan biri patronun avukatı, diğer ikisi de Musa Başkan’la konuşuyor. Adam Musa Başkan’la dost gibi görünmeye çalışıyor, beni yıkmaya çalışıyor. Ben bu adamı nasıl ele vermeyeyim. Maskesini düşürmezsem, yarın öbür gün başka kötülükler yapacak. Bunun için “can güvenliğim tehlikede” dedim. Hemen ertesi gün kızımı kaçırmaya kalktılar. Tanımıyorum etmiyorum, patronun, devletin adamı mı? O da benim şalterlerimi attırdı.

KB: Bugün sen yalnız olmadığını; bir sınıfın, işçi sınıfının parçası olduğunu, diğer sınıf kardeşlerinle aslında sorunlarının da ortak olduğunu farkettin. Dolayısıyla, sorunları ortak olanların ortak hareket etmesi gerekmez mi?

EA: Tabiki. Bizim neden işçi arkadaşlarımızın sorunlarından haberimiz yok. Çünkü bir işçi etkinliğimiz yok. Fabrikalardan, mesailerden, şundan bundan çıkıp da, diyelim ki filan yerde toplantı varmış. Oraya gitsek, kötü mü olur? Ne yazık ki, böyle yerlerde işçiler biraraya gelmiyor. Gerçi, çoğu zaman birileri düzenlese de işçilerin gelme imkanı da yok. Böyle olsa, oralarda işçi hakları konuşulsa işçilerin kafasına bir şeyler girecek. Hangi fabrikada ne yaşanıyormuş. Ne yaparsak, ne olur? Bunları biz yapamıyoruz. Nasıl olup da bu işçileri biraraya getirmeli? Bunların yollarını bulmak lazım. Diyelim ki DESA işçisine nerde kavuşup da “gel pazar günü şuraya gidiyoruz” diyebileceksin. Kesinlikle, DESA’nın şimdi siparişi olsa belki de pazar günü bile gece yarılarına kadar işçiler çalışır. İşte, biz işçilere bunları aktarabilsek, birbirimizin yaşadıklarından ve ne yapmamız gerektiğinden çok iyi haberdar olacağız. Ben yıllar önce sendikalı işyerinde çalışıyordum. Biliyorum sendikalı işçinin hakkıyla sendikasızın hakkı arasındaki farkı. Maalesef, bunu bilmeyen işçiler de da var. Zaten DESA da bunu yapıyor. Cahil ve gözü açılmamış insanları alıyor fabrikaya. 12 Eylül 1980 darbesi geçeli 30 yıla yaklaşmış. Ama, anne baba da çocuğuna bir şey anlatmıyor ki. Darbeden sonra doğan çocukların hiçbir şeyden haberi yok.

En azından 1980 öncesindeki haklarımıza geri dönelim. O zaman dört dörtlük müydü haklarımız? Değildi, ama yine de iyi yerler vardı. Şimdiki şu devirden daha iyiydi. Sendikası olmayan yerlerde bile en az iki ikramiye vardı. Yıllar öncesinde ölen ve bedel ödeyen insanların sayesinde bunlar kazanıldı. Hak verilmez, alınır. Ama biz o hakları da verdik.

KB: Direniş boyunca fabrika önünde bulunan minibüs ile hatırlanıyorsunuz. Bu süreçte bu minibüsün ziyaretçileri kimler oldu? Kimler yanınızda oldu ve size destek oldu?

EA: Hangi birini sayayım ben? Emekten yana olan herkes geldi. Benim yanıma gelmeyenler sadece iktidardakiler ve MHP’liler. MHP’liler, “onlara solcular sahip çıktı. Onlar sahip çıkmasa, biz onların yanına giderdik” dediler. İlk önce İnönü Mahallesi’ndeki İşçi Kültür Evi ve Hüseyin Hoca başta olmak üzere birçok emekten yana kurum bizim yanımızdaydı.

KB: Onların terörist dediği insanlar sana destek veriyor. Ve sen de artık öyle görülebiliyorsun. Bu konuda ne düşünüyorsun?

EA: Biz de herkese, o insanların öyle olmadıklarını anlattık. Polis bize, “sizin nerede ikamet ettiğiniz bile belli değil” diyor. Bu bir korkunun ifadesi aslında. Patronların örgütlü mücadeleden korktuğunun en açık ispatı aslında.

Patron bizden korktu. Bunun için cuma namazlarında servis araçları tuttu, rüşvet teklif etti. 30 milyar parayı bana niye veriyorsun? “1 lira alacağım, ama sizin 100 liranızı almayacağım” dedim.

Patronun davranışları, bize her gün söyleyecek bir söz çıkardı. Tecrübemiz arttı. Dostumuzu düşmanımızı daha iyi öğrendik. 

Patron bir de utanmadan bizi Ergenekon’la da suçladı. Ekmeğimi elinden almış bir işveren, beni ve sendikamı Ergenekon’la suçluyor. Bizim Ergenekon’la ne işimiz olabilir ki? Bunlarda yalan çok. Varın artık gerisini siz düşünün.

KB: Bugün milyonlarca işçi ve emekçi patronların çeşitli saldırılarına maruz kalıyorlar. Elbette, buna karşı örgütlü ve mücadeleci bir duruş içinde olmak gerekiyor. Buradan, bu işçilere ve emekçilere kendi deneyimleriniz üzerinden nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

EA: İşçi arkadaşlarımın hiçbirinin örgütlülükten korkmaması gerekiyor. Örgütsüz işçi köledir. Hakkı da, emeği de, gaspolur. Onurunu, emeğini çiğnemesin. Örgütlü olup da sonradan dönen arkadaşlarıma da diyorum. Yapmasınlar. Böyle arkadaşlar da çıktı. Yazık diyorum. Tabiki biz işçi sınıfı olarak hakkımıza, emeğimize sahip çıkmadığımız sürece gelecek nesil ne olacak? Onları düşünmemiz lazım. Çoluğumuz çocuğumuz var. Yarın torunlarımız olacak. Dededen toruna bu dünya böyle gidiyor. En azından 1980 öncesi haklarımızı kazanmak gerekir, diyorum. Bu çocuklar ne olacak? Bunlar için mücadele etmeliyiz, diyorum. Tek yürek, tek yumruk olmaktan başka çaremiz yok. Emeklilik maaşı ne kadar oldu? 10 TL zam geldi. Bir ayın içinde 4-5 defa zam geliyor. Sen ne veriyorsun da ne alıyorsun? Bunların düzelmesi için meydanlara çıkıp o hakları almak bizim elimizde. Ama o diyor, “banane”; öteki diyor, “banane” Böylece darbeyi yiyen yine bizler oluyoruz. “Kardeşim bir şey yapıyoruz” deyince takıl insanların peşine. Neden korkuyorsun? 

Hep söylüyorum; işyerinde, evde, köyde ne olursa olsun hepimizin mücadele etmesi gerekiyor. Hepimiz eziliyoruz. İşyerinde çalışıyoruz. Bizden her ay vergi kesiliyor. Patronlardan ise, senede bir defa kesiliyor. Bizden de senede bir kere kesilsin. Bunları istemek bizim elimizde. Korkarsak elimizde kalan son kırıntı haklarımız da gider. Örgütlenmediğimiz sürece, eziliriz. Mücadele etmemiz gerekiyor. Herkesin cep telefonu var. Her şeyden haberdar insanlar. Aynı gün her tarafta şalter indirilse satış sözleşmelerini kolay kolay kesinlikle imzalayamazlar. Dünyayı ayakta tutan taban işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı kölece çalışmayı redderse; patron, patron olamaz.