13 Mart 2009
Sayı: SİKB 2009/10

  Kızıl Bayrak'tan
  2009 Newrozu’na giderken...
  İMF-TÜSİAD yıkım programlarına karşı mücadeleyi yükseltelim!
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Ankara ziyareti…
BDSP’nin seçim çalışmalarından…
BDSP bürolarının açılışlarından…
  Direnişlerden...
  Hüseyin Temiz yoldaşı kaybettik...
  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü alanlarda kutlandı...
  8 Mart etkinliklerinden…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Yurtdışında 8 Mart kutlamalarından....
  Gençlik hareketinden…
  Kapitalizm ve su sorunu
  Dünyadan
  Neler oluyor? -
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sudan devlet başkanına tutuklama kararı…

Uluslararası Ceza Mahkemesi emperyalist çıkarların hizmetinde!

2002 yıllında Lahey’de kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi, Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir hakkında tutuklama emri çıkardı. Sudan’ın Darfur bölgesinde savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle itham edilen El Beşir, görevi başında iken hakkında dava açılıp mahkum edilen ilk devlet başkanı oldu. El Beşir hakkındaki soykırım suçlamaları ise yeterli kanıt olmadığı gerekçesiyle düşürüldü.

Bu karar mahkemeye taraf 108 ülke için bağlayıcı. Ancak kararın dünya çapında geçerli olabilmesi için BM Güvenlik Konseyi’nin de bir kararla bu konuda ortak çağrı yapması gerekiyor. Bu ise pek kolay görünmüyor. Zira ABD ile AB’li emperyalistler karardan memnuniyet duyduklarını açıklarken, Çin-Rusya ikilisi kararın bir yıl süreyle ertelenmesinden yana.

Dünyadaki etkili gerici güç odaklarının Sudan’a dair politikalarının farklı olması, bu ülkedeki çıkarlarının çatıştığının göstergesidir. Gerici güç odaklarının çatışan çıkarları ise, Darfur’daki çatışmalarda işlenen ağır suçlara bu güçlerin de ortak olduğuna işaret etmektedir.  

Bazı Afrikalı liderler mahkemenin kararına tepkilerini dile getirirken, Afrika Birliği adına yapılan açıklamada, tutuklama emrinin Darfur’daki barış sürecini olumsuz etkileyeceği belirtildi. Arap Birliği de, dava kararının Sudan’ı tam barış görüşmeleri başlamak üzereyken derin bir krize sürükleyebileceği gerekçesiyle tepki gösterirken, Mısır yönetimi yine benzer gerekçeyle kararın bir yıl süreyle ertelenmesi gerektiğini savunuyor.

Hakkındaki suçlamaları reddeden Sudan devlet başkanı ise, kararı tanımayacağını ilan etti. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararına sert tepki gösteren El Beşir, kendisine destek vermek için gösteri yapan onbinlerce kişiye hitap ederken, “Sömürgecilere boyun eğmeyeceğimizi, teslim olmayacağımızı, diz çökmeyeceğimizi söylüyoruz. Teslim olmadığımız için hedef alınıyoruz” şeklinde konuştu.  

El Beşir’in danışmanı Mustafa Osman İsmail tarafından yapılan açıklamada da, kararın şaşırtıcı olmadığı ve bunun “neosömürgeci” planların bir parçası olduğu savunuldu.

Mahkemeye konu olan Darfur’daki çatışmalar 2003 yılında patlak vermişti. Çatışmaların, bölgede yaşayan Müslüman siyah kabileler tarafından, Arap nüfusun kayırıldığı ve kendilerinin ayrımcılığa maruz kaldıkları gerekçesiyle başlatıldığı belirtiliyor. Bazı çevreler ise, çatışmaların bölgedeki yeraltı zenginliklerinin paylaşılmasından kaynaklandığını savunuyor. İkinci iddianın çatışmalarda payı olsa da, Darfur merkezli birden fazla örgütün Sudan rejimine karşı silahlı mücadeleye girişmesi, bölgede ayrımcı politikalar izlendiği iddiasını güçlendirmektedir.

Sudan devlet başkanı Ömer El Beşir’in askeri darbe ile başa geçen bir diktatör olması, başa geçtikten sonra ise şeriat yönetimi ilan etmesi, bu gerici rejim hakkında fikir vermektedir. Çatışmalarda 200 bin kişinin öldürülüp 2 milyon kişinin mülteci durumuna düşürülmesinde (bazı kaynaklara göre bu rakamlar 300 bin ila 2.7 milyondur) El Beşir rejiminin sorumlu olduğuna kuşku yoktur. Hem ordu ile hem bölgede örgütlü bulunan hükümet destekli Arap Cincavid militanlarını isyancıların üzerine salan Sudan yönetimi, bölgede yaşanan dramın temel sorumlusu görünüyor. Buna karşın Sudan yönetimine karşı savaşan Darfur’daki en etkili örgüt olan Adalet ve Eşitlik Hareketi-(JEM) ile El Beşir yönetimi arasında kısa süre önce “iyi niyet anlaşması” imzalanmıştı. Ateşkes içermeyen anlaşma, barış müzakerelerine doğru atılmış olumlu bir adım olarak değerlendiriliyor.

Sudan yönetimi, Darfur’daki güçlerin bölge devletlerinden destek aldığını iddia ediyor. Kimi iddialar ise, emperyalist güçlerinde çatışmalara dahil olduğu yönündedir. Sorunun karmaşık boyutları olmakla birlikte, Sudan rejiminin suçlu olduğuna kuşku yoktur. Ancak, Sudan üzerinde çıkarları çatıştan emperyalist güçlerin de, en az El Beşir yönetimi kadar suçlu olduğunu belirtmek gerekiyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararına gelince, göründüğü kadarıyla bu karar emperyalist güçlerin iğrenç bir oyunundan başka bir anlam taşımıyor. Aslında bu karar, Darfur’daki çatışmaların sonra ermesini sağlama ihtimali olduğu söylenen “iyi niyet anlaşması”nı da provoke edecek cinstendir. Bu da, emperyalist güçlerin çatışmaların sürmesinden yana olduklarını gösteriyor.

Mahkemenin çifte standardı, emperyalist-siyonist güçlerin insanlığa karşı işledikleri suçlara yönelik tutumu üzerinden de görünmektedir. Irak’ta 1.5 milyon insanın katledilmesinden sorumlu olan eski ABD başkanı George Bush ve neo-faşist çetesi ile eski İngiltere başbakanı Tony Blair hakkında herhangi bir dava açılmazken, El Beşir hakkında hızla tutuklama kararı çıkartılabilmektedir. Aynı şekilde, Gazze’de dünyanın gözleri önünde kıyım gerçekleştiren ırkçı-siyonist rejimin şefleri hakkında da ciddi bir soruşturma yürütülmemektedir. Tüm bunlar, söz konusu mahkemenin savaş suçlularını yargılamakla bir alakası olmadığını ortaya koymaktadır. Belli ki bu mahkeme, emperyalist güç odaklarının bölgesel politika ve çıkarlarına hizmet edecek tarzda kararlar almaktadır.

İnsanlığa karşı suç işlemek söz konusu olduğunda ise, bilindiği üzere hiçbir güç emperyalist devletlerle yarışamaz. Elbette gerici bağımlı rejimlerin suç dosyaları da kabarıktır. Emperyalist güçlerden olduğu kadar bağımlı gerici devletlerden de bu suçların hesabı ancak, kukla mahkemeler aracılığıyla değil, halkların birleşik devrimci direnişi ile sorulabilir.

Bolivya’da su savaşları!

Dünya Bankası “özelleştirme yapmazsan sana artık borç vermem” deyince, Bolivya’da özelleştirme başladı. Demiryolları, havayolları, telefon, hidrokarbon endüstrisi gibi pek çok şey özelleşti ama Bolivya’nın borçları daha da arttı. Ve sonunda Dünya Bankası suyun özelleştirilmesini istedi. Gerekli yasalar çıkarıldı, su hizmetleri kırk yıllığına özelleştirildi. Şirket (Bechtel ve ortakları) halka sadece bol, ucuz ve temiz su değil, yeterli, ucuz enerji ve tarla sulama suyu da vaat ediyordu.

Suyun fiyatına yapılan zamlar % 200’ü buldu. Artan su fiyatları ile hayatları çekilmez hale gelen Bolivyalı emekçiler harekete geçti. Suyu ve Hayatı Korumak İçin Koordinasyon/ La Coordinadora adında, işçi temsilcilerinin, köylülerin, çevrecilerin ve gençlerin temsilcilerinin olduğu bir örgütlenme oluşturuldu. Böylece 2000 yılı su isyanı ile başladı. Genel grev Cochabamba kentini felç etti. Hükümet su fiyatlarında indirim yaptı ama eylemler durmadı. 4 Şubat günü polis eylemcilere saldırdı. 70 eylemci, 51 polis yaralandı, 200 eylemci tutuklandı.

Bu çatışmalar üzerine şirket fiyatları biraz düşürülerek Kasım ayına kadar dondurulacağını ilan etti ama La Coordinadora’nın talebi suyun tekrar kamuya devri idi. Hükümetin bu talebi reddetmesiyle ve suyun denetimini düzenleyen yeni yasaların çıkmasıyla çatışmalar ayaklanmaya dönüşmeye başladı. Hükümet tarafından hareketin liderleri tutuklanarak ve olağanüstü hal ilan edilerek denetim sağlanmaya çalışılsa da çatışmalar durulmadı. 8 Nisan’da 17 yaşında bir genç bir subay tarafından ateş edilerek katledilince tepki çok büyük oldu. Hükümet geri adım attı ve hapistekileri salıverdi. Yapmış olduğu anlaşmayı iptal etti.

Oscar Olivera, Omar Fernandez ve Evo Morales su direnişinin gündeme taşıdığı isimlerdi. Morales 2005 yılında devlet başkanı seçildi. Su için savaşmaya devam eden Oscar Olivera ise Cochabamba’nın kitabını* yazdı.

Bolivya halkının mücadelesi, yerel seçimler arifesinde boş bulduğu meydanlarda yalanı dolanı süsleyen ve tüm toplumu kandıran düzen partilerine haddelerini bilmeleri için güzel ders niteliği taşırken, bir koltuk için yanıp tutuşan reformist cenaha bu koltuğu kazanmanın bile dişe diş mücadeleden başka yol olmadığını gösteren güzel bir örnektir.

*Cochabamba: Water War in Bolivia (Cochabamba: Bolivya’da Su Savaşı)


Uluslararası Gazze’ye Yardım Konferansı…

Filistin halkının direniş iradesini kırma saldırısının yeni bir halkası!

İsrail’in Gazze’yi hedef alan vahşi saldırısına açıktan destek veren ya da sessiz kalarak onaylayan emperyalist güç odaklarıyla çok sayıda gerici devletin temsilcileri, Gazze’yi “yeniden inşa etmek” iddiasıyla konferans düzenlediler.

“Uluslararası Gazze’ye Yardım Konferansı” adı altında Mısır’ın Şarm El Şeyh kentinde düzenlenen etkinliğe 75’e yakın devletin temsilcisinin yanısıra BM şefi Ban Ki-moon ile Orta Doğu Dörtlüsü’nün özel temsilcisi Tony Blair de katıldı. ABD konferansta dışişleri bakanı düzeyinde temsil edilirken, Fransa-İtalya ikilisi devlet başkanı düzeyinde katılım sağladılar. Konferansa Türk sermaye devleti adına dışişleri bakanı Mehmet Ali Şahin katıldı.

Yapılan açıklamaya göre, konferansa katılan devletler, Gazze’nin yeniden inşası için 4,5 milyar dolar yardım vaat ettiler. Vaatlerin yerine getirilip getirilmeyeceği belli değil. Belli olan ise, söz konusu “yardım”ın esas olarak Gazze’nin imarında kullanılmayacağıdır. Zira ABD’nin vaat ettiği 900 milyon doların sadece 300’ünün Gazze’ye, geri kalan 600’ünün ise Batı Şeria’daki Mahmut Abbas yönetimine tahsis edileceği açıklanmıştır. Tabii bu oranlama, vaat edilen toplam “yardım” miktarı için de geçerli olacaktır.

Filistin sorunu konusunda ikiyüzlü politikaları ayyuka çıkmış bulunan emperyalist güç odakları ile gerici devletlerin adı geçen konferansının da her yanından riyakârlık fışkırıyor. Öyle ki, Gazze’yi imar etmekten söz edenler, yıkımı kitlesel katliamlar eşliğinde gerçekleştiren ırkçı-siyonist rejimin adını bile anmadılar. Üstelik, onlarca devletin temsilcisi Mısır’da iken İsrail’in Gazze’ye hava saldırısı düzenlemesi ve Filistin halkını yeni bir savaşla tehdit etmesine de itiraz eden olmadı.

Riyakârlığın bir diğer kaba biçimi, Gazze’nin imarı için yapıldığı iddia edilmesine rağmen, Gazze’deki yönetimden konferansa çağrılan kimsenin olmamasıdır. Filistin’e “yardım” vaat eden gerici güçlerin bir küstahlığı da, gönderilecek yardımın “terörist” ilan edilen Hamas’ın eline geçmeden kullanılması için özel önlemler talep etmeleridir. 

İsrail savaş makinesinin vahşi kuşatması devam ederken, emperyalist güçlerle gerici devletlerin Gazze’nin imarından söz etmeleri, Filistin halkıyla alay etmekten başka bir anlam taşımıyor. Birleşmiş Milletler’in Gazze’deki yardım faaliyetlerinden sorumlu olan John Ging bile, asıl sorunun para değil İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo olduğunu söylerken, Şarm el Şeyh’te toplanan onlarca devletin temsilcisi, kuşatmayı kaldırması için siyonist rejime baskı uygulanmasını gündeme bile getirmediler. Oysa İsrail savaş makinesi değil inşaat malzemelerine, temel gıda maddelerinin Gazze’ye geçişine bile çoğu zaman izin vermemektedir.

Şarm el Şeyh’te biraraya gelen devletlerin temsilcilerinin tiksinti verici bu tutumları aslında şaşırtıcı değil. Zira bunların çoğu İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçlarının ortağıdırlar. Bu gerici devletler, Filistin halkının iradesini kırmak amacıyla düzenlenen saldırıyı görmezden gelmekle kalmıyorlar, vaat ettikleri “yardım”ın kısmen de olsa Gazze’ye ulaştırılabilmesi için, öncelikle İsrail’in ırkçı dayatmalarının kabul edilmesini de şart koşuyorlar. 

Görüldüğü üzere, “Uluslararası Gazze’ye Yardım Konferansı” adı altında düzenlenen etkinliğin esas amacı Gazze’nin yeniden imarı değildir. Tersine, özgürlüğü uğruna direnen halkların düşmanı olan gerici güçler, vaat ettikleri sadakanın bir kısmının Gazze’ye ulaşabilmesinin temel koşulunun, siyonist işgale karşı direnişin terkedilmesi olduğunu vaaz ediyorlar. Vahşi saldırgana tek söz söylemezken, kurbana, “direnmekten vazgeçersen sana sadaka veririz” diyen bir zihniyetin temsilcileri, ezilen halkların özgürlüğü önündeki en büyük engel konumundadırlar.

Konferansı düzenleyen gerici güç odaklarının Filistin halkının temel sorunlarıyla ilgili olmadıklarının bir diğer çarpıcı örneği ise, İsrail’in Filistin topraklarını gaspetmenin bir aracı olarak kullandığı Yahudi yerleşimleri inşa etme saldırısını görmezden gelmeleridir. Örneğin Şarm el Şeyh konferansı devam ederken, Barış Şimdi örgütünün yaptığı, “İsrail hükümeti, Batı Şeria’da 73 bin 300 yeni bina yapmayı planlıyor” uyarısı dikkate bile alınmadı. Oysa bu kapsamda Yahudi yerleşiminin inşası, Filistin topraklarını silah zoruyla gaspeden yerleşimcilerin sayısının ikiye katlanması anlamına geliyor. 

Görünen o ki, “Uluslararası Gazze’ye Yardım Konferansı”,  İsrail savaş makinesinin başlattığı saldırının devamından başka bir şey değildir. Cellat, İsrail savaş makinesi iken, konferansı düzenleyen emperyalist güçler ile gerici devletler ise papaz kılığıyla Filistin halkının karşısına çıkıyorlar.  

Elbette Filistin halkı bu çirkin oyunun farkındadır. Nitekim, konferansla ilgili açıklama yapan Hamas hükümetinin sözcüsü Tahir El Nunu, Gazze’nin yeniden imarı konusunun siyasi malzeme yapılmasını ve Filistin halkının haklarından vazgeçmesi için bir baskı aracı olarak kullanılmasını reddettiklerini belirtti. Filistin halkının uluslararası baskı ve şantajlara boyun eğmeyeceğini vurgulayan El Nunu, siyasi amaçlı yardımları kesinlikle kabul etmeyeceklerini ifade etti. Hamas sözcüsü Fevzi Barhum da, “Filistin halkının kanı, hiçbir koşul altında politize edilmiş yeniden imar yardımları karşılığında satılık değildir” açıklamasını yaparak, sadaka karşılığında direnişten vazgeçmeyeceklerini ilan etti.

Emperyalist güçler ile gerici devletlerin vaat ettikleri sadakalardan heyecana kapılmış görünen ve konferansı düzenleyenlerle işbirliği içinde hareket eden El Fetih ve lideri Abbas ise, tek umutlarının emperyalist güçler olduğunu bir kez daha ilan ederek içine sürüklendikleri sefil durumu gözler önüne sermişlerdir.

Filistin halkının temel sorunları, siyonizm destekçilerinin sadakalarıyla değil, anti-emperyalist/anti-siyonist direniş ve enternasyonal dayanışma ile çözüm yoluna girecektir.“

 

Dünya’da ve Türkiye’de Su Politikaları” paneli...

YTÜ’de 6 Mart günü TMMOB Öğrenci Komisyonları ve YTÜ Çevre Teknolojileri Kulübü’nün organizasyonu ile “Dünya’da ve Türkiye’de Su Politikaları” başlıklı panel gerçekleştirildi. Geçtiğimiz hafta boyunca hem Yıldız hem de Davutpaşa Kampüsleri’nde bildiri dağıtımı ve afişlerle panelin çağrısı yapıldı.

Panel “Dünya Su Politikaları” ve “Türkiye Su Politikaları” başlıklı iki oturum halinde gerçekleştirildi.

İlk oturum YTÜ Çevre Teknolojileri Kulübü’nden Şükran Tuncer’in sunumu ile başladı. Dünyada suyun özelleştirme süreci ve bu sürecin başrol oyuncuları GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması), Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler politikaları üzerinde durdu. ÇMO Öğrenci Komisyonu’ndan Ece Soydane, suyun ticarileştirilmesinin en önemli araçlarından olan Dünya Su Forumları hakkında bilgi verdi. Kübra Ayçiçek (ÇMO Öğrenci Komisyonu), suyun özelleştirilmesinin dünyadaki sonuçları üzerine örnekler verdi. Fuat Ercan, suyun özelleştirilmesinde kamunun işlevinin yeniden tanımlanması ve kamu-özel işletme modeline vurgu yaptı. Soru-cevap bölümünün ardından ilk oturum bitirildi.

Aranın ardından suyun ticarileştirilmesinin çarpıcı sonuçlarını ortaya koyan belgesel gösterimi yapıldı.

İkinci oturumda Gaye Yılmaz suyun ticarileştirilmesine karşı verilen mücadelenin sınıflar arası mücadele olduğu vurgusunu yaptı. ÇMO Öğrenci Komisyonundan Özge Gökmen Türkiye’de su politikalarının tarihsel süreci hakkında bilgi verdi. Çorlu Su Yaşamdır Platformu’ndan Tamer Dodorga ve Edirne Su Yaşamdır Platformu’ndan Ziya Göker Küçük, suyun ticarileştirilmesinin belediyeler eliyle gerçekleştirilmesini anlattılar.

Panel, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun düzenlediği, 15 Mart’ta Kadıköy’de gerçekleşecek mitinge çağrı ile sonlandırıldı.

YTÜ Ekim Gençliği