13 Mart 2009
Sayı: SİKB 2009/10

  Kızıl Bayrak'tan
  2009 Newrozu’na giderken...
  İMF-TÜSİAD yıkım programlarına karşı mücadeleyi yükseltelim!
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Ankara ziyareti…
BDSP’nin seçim çalışmalarından…
BDSP bürolarının açılışlarından…
  Direnişlerden...
  Hüseyin Temiz yoldaşı kaybettik...
  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü alanlarda kutlandı...
  8 Mart etkinliklerinden…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Yurtdışında 8 Mart kutlamalarından....
  Gençlik hareketinden…
  Kapitalizm ve su sorunu
  Dünyadan
  Neler oluyor? -
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DİSK ve KESK yerel seçimlerde emekçilere düzeni ve boş hayalleri umut olarak sunmaya devam ediyor...

İşçi ve emekçilerin gerçek çözümü devrimde, kurtuluşu sosyalizmdedir!

Yerel seçimler söz konusu olduğunda, sadece sol siyasal güçler değil kendilerini “emek ve demokrasi” güçleri olarak tanımlayan sendikalar da işçi ve emekçilerin dikkatini düzen güçlerine yöneltmekte, onlara çözüm olarak mücadeleyi değil seçim sandıklarını göstermektedir.

Oysa krizin sonuçlarının her geçen gün daha fazla hissedildiği, işçi ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının daha beter hale geldiği, dolayısıyla emekçilerdeki tepkinin arttığı bir süreçten geçmekteyiz.

Emek güçleri krizi ve sonuçlarını önemli gördüklerini döne döne ifade etmekte, kendilerine ve diğer güçlere görevler biçmekte, krize karşı sosyal mücadele programları oluşturmaktadır. Ancak bunların hepsi kağıt üzerinde ve sözde kalmakta, pratiğe bir türlü geçirilmemektedir.

Açıktır ki, bugün sendikaların da suçladıkları, tüm saldırılardan sorumlu tuttukları düzen partilerinden ve düzenden hesap sormanın yolu birleşik, militan, siyasal bir sınıf hareketi geliştirmekten geçmektedir. Güncel planda bu ihtiyaç kapitalizmin krizine ve krizin sonuçlarına karşı kendini çok fazla hissettirmekte, imkanlarını her geçen gün büyütmektedir.

Günün görevi bu iken, DİSK ve KESK yerel seçimlere dair yaptıkları açıklamalarla merkezi ve yerel iktidar ilişkisini çarpıtmakta, çözüm için sandığı işaret etmektedir. Böylece işçi ve emekçileri aldatan, onlara yalan söyleyen düzen güçlerinin yedeğine düşmektedir.

DİSK, yerel seçimlere dair yaptığı açıklamada,“bütün iller, ilçeler ve beldelerde emekten ve demokrasiden yana, sosyal adalete, sendikal hak ve özgürlüklere, toplumsal kazanımlara, eşitliğe, barışa ve özgürlüğe değer veren adaylar desteklenmelidir” demekte, sonrasında ise somut olarak İstanbul’da Kemal Kılıçdaroğlu’na, Ankara’da Murat Karayalçın’a, İzmir’de Aziz Kocaoğlu’na, Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’e oy verme çağrısı yaparak CHP’yi işaret etmektedir.

Diğer iller, ilçeler ve beldelerde, DİSK’in yerel örgütlerinin yapacağı değerlendirmeler sonucunda, “halkın sevgisini kazanmış, toplumsal desteği yüksek, seçimi kazanmaya en yakın emek dostu sosyal demokrat ve sol adaylara oy verilmelidir. Yerel seçim sürecinde, özelleştirmeci, örgütlenme özgürlüğünü çiğneyen, ranta, yolsuzluğa ve partizanlığa dayalı uygulamaları sürdüren ve savunan, muhtaç vatandaşlara eşit ve adil sosyal yardımlar götürmek ve herkesi belediye hizmetlerinden eşit yararlandırmak yerine, sadaka toplumu yaratmaya çalışan adaylar teşhir edilmeli, bunlara oy verilmemelidir” demektedir.

DİSK’in işaret ettiği kişiler, CHP gibi has bir düzen partisinden aday olmuş, onun sosyal yıkım programını savunan ve uygulayan kişilerdir. Diğerleri gibi CHP de TÜSİAD’cı, İMF’ci, Amerikancı’dır. O da işçilere, emekçilere ve Kürt halkına düşmandır. CHP’nin programı özelleştirmelerin, demokratik hak ve özgürlüklerin gaspının, esnek üretimin yasal hale getirilmesinin, krizin faturasının işçi ve emekçilere kesilmesinin programıdır. CHP’nin adayları da diğerleri gibi ranta, yolsuzluğa ve çalıp çırpmaya aday olmaktadır.

DİSK’in daha somut olarak işaret ettiği İzmir adayı Aziz Kocaoğlu, kadroya almayarak köle gibi taşeronda çalıştırdığı işçileri kapı önüne koyan bir işçi düşmanıdır. İzmir’de taşeron belediye işçileri ikibuçuk aydır belediye önündeki direnişlerini sürdürmektedir. İş ve kadro talebiyle eylem yapan işçilerin üzerine polisi saldırtan Kocaoğlu, hem belediye hizmetlerini taşerona devreden sıkı bir özelleştirmeci, hem de taşeron işçileri kapı önüne koyarak işçinin insanca koşullarda çalışma ve örgütlenme hakkına saldıran bir patron olduğunu kanıtlamaktadır. Diğerlerinin mazisi de bu açıdan temiz değildir. Hepsi de sermayeye hizmette yarışan has düzen partisi CHP’nin neferleridir.

DİSK’in CHP’yi neden desteklediğine dair gerekçelendirmesi DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün tarafından dile getirildi. Görgün, 4 ilde CHP’nin desteklenmesi yönündeki kararlarının gerekçesini “solun ortaklaşmaması” olarak ifade ederek şunları söyledi: “Ortak adayların çıkması sağlanamadı. Bunun üzerine, her alanda demokratik katılımcı, eşitlikçi, özgürlükten yana, sosyal adaleti gözeten, örgütlenmenin yaygınlaştırılması için çabaların yükseltilmesi çağrısını yaptık. Her ilde, kazanma şansı yüksek olan emekten ve demokrasiden yana adayların desteklenmesini istedik. Dört ilde de AKP karşısında kazanma şansı yüksek olan adaylara oy verilmesi çağrısında bulunduk.”

Böylece DİSK’in bürokrat yöneticileri, AKP’ye karşı CHP’yi sahiplenerek ve CHP’yi “eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, sosyal adaletçi” vb. argümanlarla süsleyerek, işçi ve emekçilere alternatif olarak sunmaktadırlar.

Oysa CHP, kölece çalışma koşullarını daha da ağırlaştıran iş yasası, işçi ve emekçilerin sağlık ve emeklilik hakkını gaspeden SSGSS yasası mecliste görüşülürken, kılını bile kıpırdatmayarak nasıl bir işçi düşmanı olduğunu kanıtlamıştır. O dönemde DİSK de göstermelik açıklamalar yapmakla yetinmiş, meclis koridorlarını arşınlayarak “yasayı kabul etmeyeceğini” ilan etmiş, böylece kölelik yasasının meclisten geçişini izlemekle yetinmiştir. Dün kolkola girerek işçi düşmanı yasalara geçit verenlerin, bugün işçi ve emekçilere “umut” olarak sermaye uşağı, emperyalizmin ve İMF’nin hizmetinde, emekçi düşmanı bir düzen partisi olan CHP’yi göstermesinde şaşılacak bir yan bulunmamaktadır.

İşçi ve emekçi düşmanı yasa ve uygulamalara karşı bir şey yapmayarak, hatta varolan tepkileri de bastırarak düzene hizmet eden sendika bürokratları, bugün yerel seçimler üzerinden benzer bir hizmeti yerine getirmektedirler.

KESK’in tutumu da DİSK’inkinden çok farklı değildir. KESK, merkezi ve yerel iktidar yapısını, sanki birbirleriyle hiçbir bağları yokmuş gibi ayrı ele almakta, merkezi düzeyde olmasa da yerel yönetimlerde “demokratik, eşitlikçi, adil bir işleyiş” oluşturulabileceğini ve “uygar bir kent yaşamı” sağlanabileceğini iddia etmektedir.

KESK’in yerel seçimlere ilişkin deklarasyon metninde şunlar ifade edilmektedir:

“Kentleşme ve yerel yönetimler meselesi birçok açıdan belki de ülkenin en temel meselesi niteliği kazanmaktadır. Türkiye’nin kentleşme serüveni, kentsel gelişkinlik düzeyinin halkımızın beklentilerini karşılamaktan uzak olduğu; çağdaş, demokratik bir yerel yönetim anlayışı geleneğinin oluşturulamadığı; kentlerimizin insanca, yaşanabilir ölçütleri maalesef sağlayamadığı bir mecrada akıp gitmektedir…

Kentlerde yaşayan yurttaşlarımızın önemli bir bölümü eğitim, sağlık, barınma ve beslenme gibi temel insan haklarından yoksun bırakılmış, en temel kentsel hizmetler bile özelleştirilerek ticarileştirilmiştir. Emekçiler ve kent yoksulları yaşadıkları kentlerin sorunlarının tartışıldığı, çözüme kavuşturulduğu zeminlerden koparılmış, kamusal yaşamdan neredeyse bütünüyle dışlanmıştır. Projeci belediye anlayışı adı altında kentlerimizin doğal ve kültürel zenginlikleri, yeşil alanları, kıyıları, ormanları yok edilmekte; dağıtılan niteliksiz kömürlerle, yanlış imar planlamalarıyla, sermayenin kirlilik yaratan tesislerine verilen ruhsatlarla kentlerimiz çevresel felakete doğru sürüklenmektedir…

Yerel yönetimler, sadece altyapı meseleleri ile ilgili, park ve bahçelere bakan, çöp toplayan ya da imar planlarıyla kentsel rantları yöneten organizasyonlar olarak görülemez. Gelişkin bir demokrasinin temeli kentsel demokrasinin gelişkinliğine bağlıdır. Kentler yurttaş katılımının en temel zemini olarak görülmelidir. Düzgün, sağlıklı ve güvenli bir kentte yaşamak, barınma olanaklarından insanca yararlanmak, kentin sağladığı imkanlardan eşit pay almak, yaşadığı kentte, etnik kimliğini, inancını ya da inançsızlığını özgürce yaşamak yurttaşlarımızın temel haklarıdır. Bu haklar ancak insanlarımızın yaşadığı kentin sorunlarına sahip çıkma, onu dönüştürmek, geliştirmek için kentsel siyasete dahil olma yollarının koşulsuz açık olmasına bağlıdır.

Ne yazık ki, yaklaşan seçimlerde karşımıza çıkan adayların bir çoğu yukarıda ifade edilen kentsel demokrasi anlayışından uzak bir profil sergilemektedirler. Yürütülen seçim kampanyalarında ırkçı, milliyetçi, ayrımcı ve yurttaşlar arasında ayrılığı körükleyen temalar halkımızın eşit, özgür ve barış içinde çağdaş, güvenli ve gönenmiş kentlerde yaşama özlemine yanıt vermemektedir.”

KESK bürokratları bu sorunları tespit ettikten sonra bir dizi talep sıralamaktadır. Oylarını, kentsel olanaklardan herkesin eşit, kaliteli, parasız yararlanabileceğini vaad eden, kentin estetik bütünlüğüne saygılı, emekçilerin örgütlenme hakkını tanıyan adaylara vereceklerini ilan etmektedirler.

Mevcut durumda, sermayenin sınıf egemenliği koşullarında, KESK bürokratlarının ileri sürdüğü özlem ve talepleri yerine getirebileceğini iddia eden adaylar çıksa dahi, sanki bunun herhangi bir inandırıcılığı varmış gibi, ileri sürülen bu tespitler emekçilerin bilincini bulandırmaktan, dolayısıyla düzene hizmet etmekten başka bir sonuç üretmemektedir.

Komünistlerin seçim bildirgesinde kentlerin tablosu tüm açıklığıyla ve gerçekliğiyle tespit edilmiştir:

“Kapitalizmin kentleri onun aynasıdır. En temel altyapı hizmetlerinden yoksun olarak hızla büyüyen yerleşim birimleri, zamanla kendileriyle birlikte sorunları da büyütürler. Sonuçta temel hizmetlerin yerine getirilmediği, çevrenin hesapsızca yağmalanıp tahrip edildiği, semtler ve bölgeler arasında korkunç bir sosyal eşitsizlik ve dengesizliğin yaşandığı, milyonlarca insanın yaşam güvencesinden yoksun bir hayat sürdüğü bugünkü kentler çıkar ortaya.

Kapitalist düzende bu her zaman böyledir. Çünkü bu düzende, temel insani ihtiyaçlar ile insan ve çevre sağlığı değil, fakat kapitalist kâr yasası esastır. Çünkü bu düzende, asalak sermaye sınıfının vurgun üstüne vurgun vurup zenginliğine zenginlik katmasıdır önemli olan…

Düzenin egemenleri bu sorunları çözmek bir yana, halihazırda verdikleri sınırlı hizmetleri bile paralı hale getiriyorlar. ‘Ucuz ve kaliteli hizmet sağlamak’ vb. yalanlar eşliğinde, belediye hizmetlerini de özelleştirmiş bulunuyorlar. Ödediğimiz vergilerle yerine getirilmesi zorunlu temel hizmetler bile ücretli hale getiriliyor. Artık belediyeler birer şirket, biz ise müşteriyiz.”

DİSK şahsında olduğu gibi doğrudan düzen partilerini ve onların adaylarını işaret edenler, KESK şahsında olduğu gibi açıktan olmasa da örtülü olarak boş vaadler yayanları işaret edenler, bulundukları mevzileri işçi ve emekçilerin sınıf çıkarı doğrultusunda kullanmamaktadırlar. Yerel seçimler üzerinden yaptıkları açıklamalarla işçi ve emekçilere çözüm olarak düzen partilerini önermekte, boş vaadlerine inanmalarını istemektedirler. Bu tutumlarıyla düzene ve düzen güçlerine hizmet etmektedirler.

Komünistler, gösterdikleri devrimci sosyalist adaylarla, işçi ve emekçilere gerçekleri anlatmaktadırlar. Komünistlerin seçim bildirgesinde mevcut iktidar ilişkileri tespit edildikten, işçi ve emekçilerin sorunlarının gerçek kaynağı olan kapitalist sistem mahkum edildikten sonra, onlara devrimci sınıf mücadelesini yükseltme çağrısı yapılmakta ve şunlar söylenmektedir:

“Sorunlarımız düzenin içyüzü çoktan açığa çıkmış seçim oyunuyla çözülemez. Bir avuç asalak iktidar dümenini elinde tuttuğu sürece, sömürü, baskı ve zulüm üzerine kurulu bu düzen devam ettiği sürece, temel sorunlarımız çözümsüz kalacaktır.

Çözüm, tüm sorunların kaynağı olan sermaye diktatörlüğünün temellerinden yıkılmasındadır. Çözüm, işçi sınıfı ve emekçilerin her alanda ve her düzeyde iktidarı ele geçirmesindedir. Böylece bir avuç asalağın tekelindeki tüm zenginliklerin ve kaynakların tüm toplumun hizmetine sunulmasındadır.

Bu sosyalizm demektir, çözüm sosyalizmdedir! Sosyalizm, temel iktisadi ve sosyal sorunlarımızın çözümünü sağlamakla kalmaz, emekçiler için gerçek bir demokrasinin de koşullarını yaratır. Ancak bu koşullarda emekçiler, hiçbir engelle karşılaşmadan, temel demokratik hak ve özgürlüklerini gerçekten kullanabilirler. Ve ancak bu durumda, yerel yöneticilerini özgürce seçmek, denetlemek ve gerektiğinde görevden almak olanağına da kavuşabilirler.”

İşçi ve emekçilerin hak ve özgürlükler mücadelesini büyütmesi, sınıf çıkarları doğrultusunda sınıfa gerçekleri anlatması, siyasal bir bilinç kazandırması gereken sendikalar ne yazık ki bir avuç bürokrat tarafından ele geçirilmiştir. İşçi ve emekçilerin hakları söz konusu olduğunda sessiz kalarak düzene hizmette yarışan sendika bürokratlarının bu pervasızlığını bozacak olan ise tabandan yükselecek olan devrimci bir sınıf ve kitle hareketidir.

Burjuvazinin seçim oyununu bozmanın, bu gerici atmosferi dağıtmanın yegane yolu krize karşı militan bir işçi ve emekçi hareketi yaratmaktan geçmektedir. İşçi ve emekçilerin tüm dikkatini, güç ve enerjisini krize karşı mücadeleye değil de yerel seçimlere, dolayısıyla sandığa çekenler, yalnızca sermayeye hizmet etmektedirler.

Sınıfın ve emekçilerin tüm öncü unsurlarına, devrimcilere, ilericilere, emekten yana olduğunu iddia eden sendikacılara düşen görev, işçi ve emekçilere seçim sandığını gösterenleri teşhir etmek, krize karşı birleşik ve militan bir mücadeleyi örgütleme çabasına yoğunlaşmakt

 

ESP’ye yönelik polis terörüne eylemli yanıt!

“Yaşasın devrimci dayanışma!”

10 Mart sabahı erken saatlerde İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin ve Antakya’da polis tarafından eşzamanlı olarak gerçekleştirilen ev ve kurum baskınları sonucu Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), Atılım Gazetesi, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) ve Emekçi Kadınlar Derneği (EKD) üye ve temsilcileri gözaltına alındılar. Gözaltı terörü 11 Mart günü İstanbul’da gerçekleştirilen eylemle protesto edildi.

Saat 12.30’da İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirilen basın açıklamasında TMY terörüne karşı ortak bir duruş sergilendi.

Çok sayıda devrimci ve demokratik kurum temsilcilerinin destek verdiği eylemde, “Bize gücünüz yetmez! / ESP” pankartı ile “Özgürlük için politika!”, “İnsanlık için bilim! / BEKSAV” pankartları, “Baskılar, gözaltılar bizi yıldıramaz! Yaşasın kadın dayanışması! / EKD”, “Gözaltılar serbest bırakılsın! / ESP”, “Terörle Mücadele Yasası iptal edilsin! / Tekstil-Sen”, “Fahriye Ilgaz, Serap Ünal, Ali Tektaş, Ozan Özyılmaz serbest bırakılsın! / SGD” dövizleri açıldı.

Basın açıklamasını ESP Sözcüsü Ersin Sedefoğlu gerçekleştirdi. Sedefoğlu gerçekleştirilen baskınların hukuksuzluğuna dikkat çekti. “Hak ihlallerinin adli merceler tarafından meşru görüldüğünü, kimi medya kuruluşlarının da polisin bu yaptıklarını haklı ve meşru göstermeye çalıştığını” belirtti.

Açıklamanın ardından birer konuşma yapan DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Kanber Saygılı ve Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay saldırıları protesto ederek gözaltına alınanların derhal serbest bırakılmasını istediler.

“Söz, eylem, örgütlenme hakkımız engellenemez!”, “Toplumla mücadele yasası iptal edilsin!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”, “Gözaltılar serbest bırakılsın!”, “Devlet terörüne son!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!”, “ESP susmadı susmayacak!” vb. sloganların atıldığı eylemin ardından, desteğe gelen kurumlar ESP’nin Beyoğlu’nun merkez bürosuna ziyarette bulundular.

Yapılan konuşmalarda ESP’yle dayanışma içinde olunduğu dile getirilirken saldırılara karşı ortak mücadele etmenin gerekliliği ifade edildi. Ziyaretin sonunda birlikte neler yapılabileceği tartışıldı.

DHF, SP, Partizan, Devrimci Demokrasi, BDSP, SODAP, Alınteri, Mücadele Birliği Platformu, TÖP, DTP, SDP, KÖZ ve İHD’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda kurum eyleme destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul