13 Şubat 2009
Sayı: SİKB 2009/06

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf hareketinin yönü ve iradi müdahale
  Kapitalist krize karşı onbinler Kadıköy’de buluşuyor!
NATO: Emperyalist saldırganlığın
vurucu gücü!
İzmir’de kapitalist krize karşı sempozyum...
Kurtiş’te direniş kazandı!
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Grev ve direnişlerle sınıf dayanışmasını yükseltelim!
  BDSP yaklaşan yerel seçimlere ilişkin programını açıkladı…
  Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu seçim bildirgesi...
  Krize karşı faaliyet ve eylemlerden…
  Revolverli sakar olamayan gençlik
Yüksel Akkaya..
  Gün geçtikçe inandırıcılığını yitiren yalanlar!
  Türkiye Kyoto’yu imzaladı…
  Kadın işçilerin sendikalarda örgütlenmesinin önemi
  Emperyalistler arası ilişkilerde yeni dönem
  Gerici güç odaklarının Filistin sorununa “ilgisi”…
  Bir kez daha yerel seçimler üzerine; ya da ilkeli duruş mu, günübirlik şaşkınlık mı? M. Can Yüce
  Yeni döneme başlarken… - Ekim Gençliği
  Bültenlerden...
  Ocak ayı rakamları
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gerici güç odaklarının Filistin sorununa “ilgisi”…

Ezilen halkları ancak direniş zafere ulaştırabilir!

İsrail savaş makinesinin Gazze’yi hedef alan vahşi saldırısıyla bir kez daha dünya gündeminin baş sırasına yerleşen Filistin sorununun “çözümü”, farklı güçler tarafından “dert” edinilmiş görünüyor. Bir yanda emperyalist güçler, öte yanda bölgedeki gerici rejimler soruna “çözüm” bulma arayışlarını sürdürüyorlar.

Soruna çözüm aradığını iddia eden gerici güçlerin toplamına bakıldığında, hiçbirinin Filistin halkının temel sorunlarıyla yakından uzaktan bir alakasının olmadığı görülüyor. ABD, Birleşmiş Milletler, AB, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün… Batılı emperyalistler ile işbirlikçi rejimlerden oluşan bu gerici güçlerin tümü ırkçı-siyonistlerle işbirliği içindedirler. Bu suç ortaklığından dolayı, tarafların hiçbiri Gazze saldırısı sırasında İsrail’e karşı herhangi bir yaptırım uygulamanın sözünü bile etmemiştir. Bu güçlerin tümü, İsrail savaş makinesinin Filistin halkının direnme iradesini kırmasını beklemişler, ancak diz çökmeyi reddeden Filistinli direnişçiler, bu iğrenç beklentileri boşa düşürmüşlerdir.

Saldırıyla ilgili en çok gürültü yapan, dahası bu sayede Arap halkları nazarında yarattığı yanılsama ile “kahraman” mertebesine ulaşan Tayyip Erdoğan’dır. Ancak bu ikiyüzlü gösterinin nedeni Filistin halkının sorunları ya da acıları değil, dinci gericiliğin iç ve dış politikadaki dönemsel hesaplarıdır. Gazze’yi yerle bir ettikleri için değil, kendisini yeterince dikkate almadıkları için siyonistleri eleştiren dinci Tayyip, Davos’ta ise, siyonist cumhurbaşkanına değil, oturumu yöneten kişiye tepki gösterdiğini açıklamak durumunda kalmıştır. Nitekim her iki tarafın yetkilileri de Türk-İsrail devletleri arasındaki stratejik işbirliğinin bu tür diplomatik sorunlardan etkilenmeyecek kadar köklü olduğunu tekrarlayıp duruyorlar. Tayyip ve müritleri de, “malumun ilanı” olan bu açıklamalara itiraz etmediler. Çünkü söylenenler onların da görüşlerini yansıtıyor.

Filistin sorununa gösterilen “ilgi”nin ırkçı-siyonist işgalin kaçınılmaz sonucu olan köklü sorunlara çözüm üretmekle bir alakası yoktur. Hiçbir taraf Filistin halkının temel taleplerinin karşılanmasından söz etmiyor. Zira böyle bir tutum, ırkçı-siyonist rejime karşı net bir duruş sergilenmesini zorunlu kılıyor. Oysa Gazze’de yarattıkları yıkım ve kan denizi üzerinden propaganda yaparak seçime giren ırkçı-siyonistler, Filistinli çocukların kanını siyasi ranta çevirmekle meşguller. Bu küstahlık, siyonist rejim dostlarının İsrail’e tanıdıkları ayrıcalıklar sayesinde mümkün olmaktadır.

İşledikleri ağır savaş suçları ortadayken, bu suçlar sayesinde seçimlerden güçlenerek çıkan ırkçı-siyonist partiler, daha saldırgan bir hükümet kurmayı vaat ediyorlar. Faşist “İsrail Evimiz” Partisi’nden “Kadima”ya, “Likud”tan “İşçi Partisi”ne, İsrail siyasetine damgasını vuran siyasi zihniyetler arasında öze dair bir fark bulunmuyor. Tonlama ya da üslup farkı dışta tutulursa, Likud ve Kadima’dan sonra üçüncü sıraya yükselen faşist partinin şefi Avigdor Lieberman tarafından ifade edilenler, adı geçen partilerin anlayışlarını dile getiriyor. Gazze saldırısında blok bir şekilde sergilenen soykırımcı zihniyet, söylemdeki bir takım farklara rağmen ırkçı-siyonistlerin amacı, azılı faşist Lieberman tarafından dolaysız bir şekilde dile getirilmektedir. Bu iğrenç emeller, “Araplar’dan arınmış bir İsrail devleti hedefine ulaşmak” şeklinde özetleniyor. Tabii bu faşist zihniyete göre hedefe ulaşmak için, kitlesel kıyım ve sürgün dahil her şey mübahtır.

Batı Şeria’daki Filistin yönetiminin başkanı Mahmut Abbas’ı Ankara’ya çağıran siyonist kasapların dostları ise, “bölgenin etkili gücü” olduklarını Washington’daki efendileri nezdinde kanıtlama derdindeler. Kritik önemi olan yerel seçimler öncesinde Filistin sorununa “yakın ilgi” gösteren Tayyip ile müritleri, bu ilgiyi siyasi ranta çevirme hesabı içindeler.

Ankara’daki dinci gericilerin Filistin sorununun çözümünden anladıkları ise, belli kırıntılar karşılığında Filistinli örgütleri direnişi bırakmaya ikna etmek, bunun karşılığında ise batılı emperyalistler tarafından muhatap alınmalarını sağlamaktan ibarettir. Bu tür girişimlerin esas olarak emperyalist-siyonist güçlere hizmet etmekten öte bir işe yaramayacağı benzer girişimlerin akıbetinden de bellidir.

Nitekim gerici güçlerin Filistin sorununun çözümü diye sundukları, Hamas ile İsrail arasında ateşkes anlaşması imzalanmasıdır. Böyle bir anlaşmanın imzalanma ihtimali yüksektir. Oysa defalarca bu türden anlaşmalar imzalandı. Ama hiçbir anlaşma siyonist cellat takımının toplu kıyıma devam etmesini engellemedi. Yıkıcı sonuçları 10 şiddetinde bir depreme benzetilen son Gazze saldırı ise, 6 aylık ateşkesin bitmesinden sadece üç gün sonra başlatılmıştı.

Emperyalist güçlerle bölgedeki işbirlikçilerinin Filistin konusunda bu kadar fütursuz olabilmelerinin temel nedenlerinden biri, Filistin direnişinin devrimci bir önderlikten yoksun olmasıdır. Zira kendi aralarında çatışmaya devam eden El Fetih-Hamas ikilisi, ırkçı-siyonist işgale karşı birleşik bir direniş geliştirmek yerine, Amerikancı Mısır rejiminin hakemliğinde pazarlık yapmakla zaman tüketiyorlar. Filistin’in parçalanmasına son vermek için çaba harcamayan bu iki anlayış, halen birleşik direnişin önünde engel konumundalar.

İşte bu uğursuz tablo, Filistin halkının direnme iradesine rağmen gerici güçlerin Filistin sorunu hakkında ahkam kesebilmelerini mümkün kılıyor.

Filistin sorununun yüz yıla yayılan tarihinin defalarca kanıtladığı gibi, ne emperyalistlerin ne bölgedeki gerici güçlerin bu sorunun çözümüne zerre kadar katkıları olabilir. Filistin halkının soluk almasına ortam hazırlayacak, giderek bu mücadelenin zafere ulaşmasını sağlayabilecek yegâne yol anti-emperyalist/anti-siyonist direniştir.

Köln’de baskı yasalarına karşı panel…

DEKÖP-A (ATİK, ADHK, AvEG-Kon, BİR-KAR ve Yaşanacak Dünya), her gün bir yenisi yürürlüğe konan baskı yasalarına karşı, Şubat ayının ortalarında başlayan ve yaklaşık beş ay sürecek olan bir kampanya planlamış bulunuyor. Basın açıklaması ve eylemlerle startı verilen kampanya, panel, bilgilendirme standı, imza kampanyası gibi araçlarla sürdürülecek.

Bu çerçevede, 4 Şubat günü Köln’de, yerli devrimci yapılardan MLPD ve KPD/ML gibi partilerin de katıldığı bir ortak panel gerçekleştirildi. Yaklaşık 50 kişinin katıldığı panele, konuşmacı olarak Avukat Roland Meister (MLPD) ve DEKÖP temsilcisi katıldı.

DEKÖP temsilcisi, gittikçe artan devlet terörünün ilk hedefinin, başta göçmenler olmak üzere tüm devrimci kişi, kurum ve örgütler olduğunu belirtti. Kriz dolayısıyla bu saldırıların artacağına vurgu yaptı, birlikte mücadelenin önemine değindi.

Roland Meister ise, son yasal değişiklikler ve yeni uygulamalar hakkında ayrıntılı bilgiler verdi. Almanya’da en tanınmış gerici yasaların 129 a ve 129 b olduğunu, bu yasalardan dolayı hala tutuklu olan, ağırlığını Türkiyeli ve islamcı kişilerden oluşan onlarca müvekkilinin olduğunu belirten Meister, bu yasaların tüm AB ülkelerinde eş zamanlı olarak çıkarıldığını söyledi.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra fiilen dağıtılan gizli polisin yeniden faal hale getirildiğini söyleyen Meister, Alman İstihbarat Örgütü’nün (BND) ise sadece Almanya’da değil, Kolombiya, Afganistan, Balkan ülkeleri ve dünyanın onlarca ülkesinde faal olarak çalıştığını belirtti. Federal Kriminal Dairesi’nin, telefon dinleme, bilgisayar ve banka hesaplarını kontrol ve gözetleme ile ilgili uygulamaları hakkında ayrıntılı bilgiler verdi. Bütün bunların sermayenin çıkarlarını korumayı amaçladığını, devlet terörüne karşı çözümün işçi sınıfının mücadelesinde olduğunun altını çizdi.

Soru-cevap bölümünde konuşmalar ağırlıklı olarak, göçmenlerin özgün sorunları ve MLPD’nin buradaki göçmen sorununa bakışı üzerinde yoğunlaştı.

BİR-KAR / Köln