13 Şubat 2009
Sayı: SİKB 2009/06

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf hareketinin yönü ve iradi müdahale
  Kapitalist krize karşı onbinler Kadıköy’de buluşuyor!
NATO: Emperyalist saldırganlığın
vurucu gücü!
İzmir’de kapitalist krize karşı sempozyum...
Kurtiş’te direniş kazandı!
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Grev ve direnişlerle sınıf dayanışmasını yükseltelim!
  BDSP yaklaşan yerel seçimlere ilişkin programını açıkladı…
  Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu seçim bildirgesi...
  Krize karşı faaliyet ve eylemlerden…
  Revolverli sakar olamayan gençlik
Yüksel Akkaya..
  Gün geçtikçe inandırıcılığını yitiren yalanlar!
  Türkiye Kyoto’yu imzaladı…
  Kadın işçilerin sendikalarda örgütlenmesinin önemi
  Emperyalistler arası ilişkilerde yeni dönem
  Gerici güç odaklarının Filistin sorununa “ilgisi”…
  Bir kez daha yerel seçimler üzerine; ya da ilkeli duruş mu, günübirlik şaşkınlık mı? M. Can Yüce
  Yeni döneme başlarken… - Ekim Gençliği
  Bültenlerden...
  Ocak ayı rakamları
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Devletin yıllardır sistematik baskı ve terör uyguladığı Dersim’de AKP’nin yerel seçim yatırımı…

Dersim halkı düzen partilerine oy vermeyecek, katliamcı devletten hesap soracak!

Dersim Osmanlı’dan bu yana devletin sistematik olarak katliam gerçekleştirdiği bir bölgedir. Kürt ve Alevi kökenli halkın yoğun yaşadığı bölge devlet için her zaman “çıban başı”, “terörist yatağı” olarak tanımlanmaktadır. Bu özelliğinden kaynaklı bölgedeki emekçiler devrimci mücadeleye açıktır.

Cumhuriyetin ilanı sonrasında da devletin bölgeye yönelik baskı ve terörü, asimilasyon politikası sürdü. Burjuvazi 1934’te Türkiye’yi etnisite esasına göre üç bölgeye ayıran 2510 sayılı İskan Kanunu çıkarttı. Bir nevi sıkıyönetim kanunu olan 2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanunla Dersim’in adı Tunceli “Tunç Eli” olarak değiştirildi. Ardından Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl’ü içeren Elazığ merkezli 4. Genel Valilik kuruldu.

1935’te hazırladığı “Şark Raporu”nda önerilerini belirtmiş olan başbakan İsmet İnönü, 1937’de Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın da katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında Dersim için hazırladığı “Islahat Programı”nı açıkladı. Programa göre, Dersim’e yol, köprü, okul, kışla yapılacak, askerlik ve vergi işleri düzene konulacak, ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak, zorbaların malları devlete geçecek, halka toprak, ziraat aletleri ve tohumluk verilecekti. Dersim’i haydut yatağı durumuna getirenler Batı illerine nakledilecek, orada iskân edilip, namuslu, eğitilmiş vatandaşlar haline getirileceklerdi. Dersim tamamen boşaltılacak ve burada Bakanlar Kurulu’nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecekti.

Böylece, resmi tarih tezine göre “Horasan’dan gelme öz Sünni Türk olan ama sonradan Kızılbaş Kürtlere dönüşen Dersimliler”, asıl çevrelerine, benliklerine kavuşacaklardı. İnönü’nün açıkladığı önlemler arasında “Türkler’in yoğun olduğu yerlerde kız ve erkek yatılı okulları açılarak Dersim’den beş yaşını doldurmuş kız ve erkek çocukların okutulup büyütülmesi, bunların kendi aralarında evlendirilerek, kendi ana ve babalarından kalan mallar ve mülklerin içinde birer Türk yuvası haline getirilmesi” de vardı. Öngörülen uygulamalar devletin ırkçı-şoven bir zihniyetle kapsamlı bir asimilasyona giriştiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu çabalarına fiili olarak da devam eden devlet, ‘38 katliamı ile binlerce kişiyi katletti. Dersim’i Kürtler’den ve Aleviler’den temizleyerek “Türk”leştirmeye çalıştı. Ancak Dersim her zaman isyanın ve başkaldırının diyarı olarak anılmaya devam etti.

Yıllardır bölgede gerçekleştirilen katliamlar bugün de devam etmektedir. Bölge halkı muhalif kimliğinden arındırılmak istenmektedir. Dersim şenlikleri devletin kolluk güçleri tarafından terörize edilmekte, Mercan’da olduğu gibi devrimciler katledilmektedir. Bölgedeki halk yıllardır olağanüstü hal uygulamalarıyla sindirilmiş, topraklarından zorla göç ettirilmiş, bölgeye kolluk güçleri yerleştirilmiştir, vb.

Yerel seçimler yaklaşırken sermaye devletinin bölge halkını sistemin bir parçası haline getirme çabalarından hiç vazgeçmediği görülmektedir. Tunceli Valisi Mustafa Yaman, Dersim’de “Sosyal devlet olmanın temelinde, her vatandaşa insan onuruna yaraşan asgari bir yaşam düzeyi ve ortamı sağlama hedefi vardır. Bu anlayışla uygulamaya koyduğumuz ‘Her Eve Beyaz Eşya’ projesi kapsamında, il ve ilçelerimizde ikamet eden yoksul vatandaşa yardım edip, onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlamayı amaçlıyoruz” diyerek, yıllardır baskı uyguladıkları halka birden yardım eli uzattıklarını ilan etti.

Devlet bugüne kadar yaptığı yasal düzenlemelerle ve uygulamalarla “sosyal” sıfatından kurtulmaya çalışırken, Vali Yaman’ın “sosyal devlet”in bir gereği olarak halka el uzatması inandırıcı olmadığı gibi ikiyüzlü bir yalandır. Bilinen düzen politikacılarının sahtekarlığının tipik bir örneği olan bu uygulama Dersim halkının gözünü boyamak için yapılmaktadır. AKP’nin yerel seçimlerde Kürdistan illerini ele geçirme düzenbazlığının bir sonucu olan bu uygulama ile, “yardıma muhtaç” bırakılan 3 bin 300 aileye 5 milyon lira değerinde beyaz eşya dağıtımına başlandığı ifade edilmektedir.

Ne CHP, ne AKP, ne MHP, ne de bir başka düzen partisi bugüne kadar uygulanan sosyal yıkım saldırılarından, baskı ve terörün sistematik hale getirilmesinden, şovenizmin tırmandırılmasından, gerçekleştirilen tüm katliamlardan bihaberdir. Her biri sömürü üzerine kurulu bu sistemin devamı ve sürekliliği için bugüne kadar sermayeye uşaklıkta sınır tanımamışlardır. Sermaye uşağı düzen partilerinin hepsi işçi ve emekçi düşmanıdır. Açık bir seçim aldatmacası ve rüşveti olan bu uygulamaya karşı Dersim halkının tutumu katillerinden hesap sormak olmalıdır.

Dersim halkı sadece düzen partilerine değil,  yerel seçimlerde kendini “umut” olarak gösteren reformistlere, halkın öfkesini düzen içi kanallara akıtmaya çalışan liberallere de kanmamalıdır. Seçimini devrimden, sosyalizmden ve mücadeleden yana kullanmalıdır. Düzenden ve düzen partilerinden hesap sormalı, devrimci mücadeleye katılmalıdır.

 

TUDEF: “Yardım” değil, seçim rüşveti!

Tunceli Dernekleri Federasyonu (TUDEF), AKP’nin Tunceli’de “yardım” adı altında dağıttığı tırlar dolusu beyaz eşyalara ve TRT 6’ya ilişkin görüşlerini 8 Şubat günü Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirdiği basın açıklaması ile duyurdu.

Basın açıklamasında AKP’nin “sosyal devlet” anlayışının koca bir yalandan ibaret olduğunu belirtildi, ülke nüfusunun büyük bir çoğunluğunun açlık ve yoksulluk sınırında yaşadığı söylendi. Açıklama şu sözlerle devam etti:

“Halkı yoksullaştıran ve açlığa mahkum eden AKP hükümeti onuru kırılmış bir sadaka toplumu yaratmak istemektedir. İlimiz Tunceli’de dağıtılan beyaz eşya ve diğer yardımlar devletin sosyal olgusundan ziyade AKP’nin hizmetine sunulmuş seçim rüşvetidir... Dersim onurlu bir coğrafyadır ve onuruna sahip çıkacaktır.”

TRT 6’nın açılması Kürtlere karşı yürütülen savaşın çok daha özel bir aracı olarak değerlendirilirken, Kürtler’e, Kürt kültürüne, Kürt sanatına ve Kürt diline karşı kullanılacak savaşın bir Truva atı olduğu söylendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul


“Yoksula yardım” oyunu sürüyor…

Yoksulluk ve sefaletin kaynağı kapitalizmdir!

29 Mart yerel seçimlerinin yaklaşmasıyla beraber düzen partileri de “onu seçme beni seç” yarışını hızlandırmış durumdalar. Her seçim arifesinde olduğu gibi, yapılan inşaat sayısı artmaya, yollar yeniden asfaltlanmaya, alt geçit-üst geçit çalışmaları hızlanmaya başladı. İşçi ve emekçilerin ceplerinden çıkan paralarla yapılan, her belediyenin zaten yapması zorunlu olan bu “hizmetler”, yine yeni bir seçim döneminde gırtlağına kadar çirkef ve yolsuzluk içine batmış belediye başkanları için en önemli propaganda malzemesi olarak kullanılıyor.

İşçi ve emekçilere “sadaka kültürü” dayatılıyor!

İşçi ve emekçiler her geçen gün daha da ağırlaşan yaşam koşullarına mahkum edilmektedir. İşsizlik artmakta, yoksulluk ve sefalet emekçilerin iliklerine kadar işlemektedir. Sözkonusu saldırılar emekçileri düşkünleştirme, iradesizleştirme manevralarıyla birleştirilmeye çalışılmaktadır. AKP hükümetiyle beraber artan kömür ve erzak dağıtımlarıyla “sadaka kültürü” iyice pekiştirilmek istenmektedir. Sermaye düzeninin egemenliği altında aç ve yoksul bırakılan işçiler ve emekçiler, bu tür “yardımlarla” yozlaştırılmaktadır.

Emekçiler, kendisinin olanı söküp almak, saldırılara karşı direnmek, açlığa ve yoksulluğa karşı mücadele etmek yerine boyun eğmeye, düşkünleştirilmeye çalışılmaktadır. Sermaye iktidarı “sadaka kültürüyle” işçi ve emekçilerin bilincine pranga vurmak, ruhlarını teslim almak istemektedir.

Sermayenin has temsilcisi olan AKP hükümetiyle ayyuka çıkan bu saldırı, aynı zamanda önemli bir seçim yatırımı olarak da kullanılmaktadır. Yapılan “yardımlar ” aynı zamanda emekçilerin oyları satın alınmak içindir. İşçi ve emekçiler hem düzene hem de verilecek oylarla AKP’ye yedeklemek istenmektedir. Yaklaşan seçimlerle beraber bu “yardımlar”ın arttığını biliyoruz. Bu “yardımların” belediyeler, kaymakamlıklar, valilikler aracılığıyla dağıtıldığını ve bu “yardım”ların faturasının işçi ve emekçiler tarafından ödendiğini de biliyoruz.

Geçtiğimiz günlerde gazetelerde çıkan haberlerde, bu düzenin yasalarına bile aykırı bir tarzda, kömür ve diğer yardımların ilçelerde kimlere verileceğini belirleyen vakıfların ilgili komisyonlarına AKP’li il genel meclisi üyelerinin yerleştirildiği haberi yeraldı. Bu AKP’li “hayırseverler”in devlet bütçesi üzerinden yaptıkları “hayırlar”ın seçimler öncesi neye hizmet ettiği ortadadır.

Seçim sandığının değil mücadelenin yolunu tutalım!

Düzen partilerinin hepsi, kim daha fazla yalan söyler yarışı tüm hızıyla sürmektedir. İşçi ve emekçiler bir yandan krizin faturasını ödemekle yüz yüze bırakılırken, daha fazla açlığa ve yoksulluğa sürüklenirken, diğer yandan da düzene karşı artan hoşnutsuzluk ve tepki seçim oyunuyla tekrar düzen kanallarına akıtılmaya çalışılmaktadır. İşçi ve emekçileri seçim yoluyla sermaye düzenine daha kuvvetli bağlarla bağlamaya çalışmaktadırlar. “Sadaka kültürü” ile emekçilerin mücadele istek ve iradeleri kırılmak istenmektedir.

Bizleri sömüren, aç bırakan, sefalet içinde yaşamamıza neden olan kapitalist sistemin kendisidir. Yıllardır tekrarlanan seçim oyununu boşa çıkarmanın zamanı çoktan geldi. Seçimleri kurtuluş yolu olarak gösteren bu sisteme, partilerine ve bizleri teslim almaya çalışan tüm politikalara karşı sesimizi yükseltelim. İşçi ve emekçiler seçim sandığının değil mücadelenin yolunu tutmalıdır.