13 Şubat 2009
Sayı: SİKB 2009/06

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf hareketinin yönü ve iradi müdahale
  Kapitalist krize karşı onbinler Kadıköy’de buluşuyor!
NATO: Emperyalist saldırganlığın
vurucu gücü!
İzmir’de kapitalist krize karşı sempozyum...
Kurtiş’te direniş kazandı!
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Grev ve direnişlerle sınıf dayanışmasını yükseltelim!
  BDSP yaklaşan yerel seçimlere ilişkin programını açıkladı…
  Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu seçim bildirgesi...
  Krize karşı faaliyet ve eylemlerden…
  Revolverli sakar olamayan gençlik
Yüksel Akkaya..
  Gün geçtikçe inandırıcılığını yitiren yalanlar!
  Türkiye Kyoto’yu imzaladı…
  Kadın işçilerin sendikalarda örgütlenmesinin önemi
  Emperyalistler arası ilişkilerde yeni dönem
  Gerici güç odaklarının Filistin sorununa “ilgisi”…
  Bir kez daha yerel seçimler üzerine; ya da ilkeli duruş mu, günübirlik şaşkınlık mı? M. Can Yüce
  Yeni döneme başlarken… - Ekim Gençliği
  Bültenlerden...
  Ocak ayı rakamları
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gün geçtikçe inandırıcılığını yitiren yalanlar!

Burjuvazi yaklaşan yerel seçimlere önem vermektedir. Bu, düzen güçlerinin arasındaki çekişmenin geldiği boyuttan da kolayca görülebilmektedir.

Burjuvazi, oldukça bilinçli bir tercihle, seçim oyununu AKP ve CHP arasında iki “kamp”a ayırarak yürütmektedir. Bu suni kamplaşmayı gerçek bir ayrımmış gibi göstermekse burjuva politikacılarının hünerlerine bırakılmış durumdadır. Şimdiye kadar her konuda görüş bildiren TÜSİAD’ın suskunluğuna bakılırsa, düzen partileri ve temsilcileri bu konuda oldukça maharetli ve başarılıdırlar.

Yakın zamanın politik gelişmelerine kısaca göz atıldığında bu durum daha kolay görülebilecektir. Vakti zamanında “deliğe süpürülmemek” ve emperyalizme kendini beğendirmek için elinden geleni yapan AKP’nin, bu alanda katettiği mesafe nedeniyle önü açılmıştı. Yürüttüğü politikalarla, kendine açılan siyaset kulvarında engelsiz bir koşuya başlamıştı. Ergenekon operasyonları, Alevi açılımları, Kürtçe yayın, Nazım Hikmet’in itibarı vb. manevralarla süren göz boyama taktikleri, sonuçta sahte “Davos fatihi” çıkışıyla taçlandırıldı.

Bu şekilde devam etmekte olan bu oyunda inandırıcılık sorununun ortaya çıkmasını engellemek için, etkisiz politik aktörlerle “etkili” bir muhalefet yürütmeliydi. Kısacası CHP’ye yine iş düşmüştü. Yapılması gereken basitti, AKP ne yapıyorsa bir “muhalefet” partisi olan CHP de elinden geldiğince aynısını yapacaktı. CHP, politikasının merkezine sermaye devletinin silikleşen kırmızı çizgilerini yerleştirmişti. Kısacası onun da yeni açılımlara ihtiyacı vardı.

AKP’ye çizilen emperyalizmin kalın çizgileri ise elbette ki CHP için de geçerliydi. O yüzden “muhalif” kimliklerini hangi sınarlara hapsetmelerinin gerektiğini gayet iyi bilmekteydiler. Emperyalizm ve siyonizm karşıtlığı üzerine bir hat izleyememelerinin gerisinde de bu var.

Durumdan vazife çıkaran CHP, dün “laikliğin bekçisi” iken bugün artık “müminlerin de koruyucusu” olmaya adaydır. AKP, Alevi açılımları yapabilecek kadar inandırıcılıktan yoksun olabiliyorsa, CHP de pekala türban üzerine politika yapabilir durumdadır. Önce türbanlı kadınlar rozet takılarak CHP’ye üye yapıldı. Çarşafa iyice sarılan CHP, bu kez “her mahalleye kuran kursu” açacağı vaadinde bulundu. Yine, AKP kadar yolsuzluğa batmış olan CHP’nin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin İstanbul Seçim Merkezi’nde yaptığı açıklamada, “bizim adalet anlayışımız, hazreti Ömer’in adalet anlayışıdır” dedi.

Esasında CHP’nin bu adımlarında bir tutarsızlık yoktur. AKP’nin, bu yönelimi nedeniyle CHP’yi din istismarcılığı ile suçlaması ise, pazarlama sahasına göz dikilmiş bir tüccarın tepkisini ifade etmektedir.

Bugün birbirlerinin “oy depolarına” göz koydukları için karşı karşıya gelenlerin, dün Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Gazi’de gerçekleşen kıyımlarda nasıl aynı sorumluluğu taşıyarak yanyana düştükleri tarihin belleğine yazılmış durumdadır. Tetikçilerle onlara ortam hazırlayanların gizli bir koalisyonudur bu. Oynanmakta olan bu oyunun asla silemeyeceği kanlı bir maziye sahiptir bu topraklar. Öyle ki sadece uzak geçmiş değil, yakın tarihte gelecek nesillerin öfkeyle hatırlayacağı gerçeklerle doludur.

Davos’ta İsrail’in çocukları ve kadınları bile acımadan katlettiğini söyleyerek kükreyen Erdoğan’ın samimiyetsizliği ve ikiyüzlülüğü gözler önündedir.

28 Mart 2006’da Diyarbakır’da yaşanan ve 7 yaşındaki çocuklar dahil olmak üzere 14 kişinin devlet güçlerince öldürülmesi öncesinde Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar nasıl unutulabilir ki? Bugün Filistinli çocuklar için sahte gözyaşları döken aynı Erdoğan “Kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır” diyerek Kürt çocuklarının ölüm emrini vermekten çekinmemişti. Enesler, İsmailler, Abdullahlar ve bedenine yaşından fazla kurşunun saplandığı Uğur Kaymazlar’la dolu bir tarihin vebalini silmeye hangi yalan, hangi sahte çocuk sevgisi yetebilir?

Kürt halkına düşmanlıkta CHP ve AKP çok kolay yan yana gelebilmişlerdir.

Emperyalizmle ve İsrail siyonizmiyle işbirlikçi ilişkilerde, İMF’ye kölece bağımlılıkta da hiçbir farkları yoktur. İşçi ve emekçilerin karşısında kavgalı görünenler, birbirlerine baktıklarında kendi yüzlerini görmektedirler.

Gün geçtikçe inandırıcılığını iyice yitiren tüm bu yalanlar sermaye temsilcilerine yakışsa da, herşeye rağmen yaklaşmakta olan bir sonun habercisi olmaktan öteye bir anlam ifade etmeyecektir.

AKP, işçi sınıfının komünist şairi Nazım Hikmet’in dizelerini sahtekarlıklarını örtmek için kullanmaktadır. Bu ısrarın sadece bir başka yüzsüzlükleri olduğunu bu vesileyle bir kez daha hatırlatıp, yine Nazım’ın “kıyamet sureleri” şiirinin dizeleriyle yaklaşmakta olanı işaret edeceğiz:


Yedi kat yerin altından uğultular geliyor.

Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.

Haram sevaboldu, sevap haramdır.

Ak kurt, kara tahtayı daha bir yol kemirir,

çekin ki körükleri ateşe girdi demir.

Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.

Duyuldu kim ölüm satılıp kâr edile,

kendi kendilerin reddü inkâr edile.

Ve duyuldu kabuğuna tik ettiği civcivin.

Duyuldu uykusundan uyandığı,

zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan devin.


Çocuklar “terör suçlusu” olarak yargılanıyor!

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Kürt illerinde eylemlere katıldıkları iddiasıyla gözaltına alınan ve Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanan çocukların yaşadıkları ruhsal ve bedensel tahribatlara ilişkin olarak 10 Şubat günü bir basın toplantısı düzenledi.

Basın açıklaması öncesinde konuşan Gençay Gürsoy, 13-17 yaş arası çocukların, DGM’lerin bugünkü karşılığı olan “Ağır Ceza’ Mahkemeleri”nde yargılandıklarını söyledi.

Basın metnini okuyan Elif Kırtepe ise, 14 Temmuz ve 20 Ekim 2008 tarihlerinde Diyarbakır ve çevre illerde gerçekleşen gösterilerde çıkan olaylar sırasında polise taş attığı öne sürülen çok sayıda çocuğun tutuklandığını hatırlattı. “Terör örgütüne üye olmak”la yargılanan 13-18 yaşlarındaki çocukların, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere Türkiye’nin de imzaladığı çok sayıda uluslararası sözleşmeye, Anayasa’ya ve hukuk devleti ilkesine aykırı bir şekilde yargılandığını dile getirdi.

“Terörle Mücadele Kanunu, 2006’da yapılan değişiklikle, 15-18 yaş arasındaki çocukların ‘terör suçlusu” olarak yargılanmasının önü açılmıştı” diyen Kırtepe, geçtiğimiz günlerde de Adana’da iki çocuğun 21 yıla, bir çocuğun 7,5 yıl hapse mahkûm edildiğini belirtti. Önümüzdeki aylarda en az 69 çocuğun yargılanmasının devam edeceğini, bu çocukların 60’ının tutuklu olduğunu söyledi. Hukukçular, pedagoglar ve sosyal hizmet uzmanlarından oluşan “Çocuklar İçin Adalet Girişimi”nin, tutuklu çocuklarla yaptığı görüşmelerde elde ettikleri ilk bulguları, kısa başlıklar halinde sundu:

- Çocukların yaşanan olayların kapsamına, amacına ve sonuçlarına ilişkin ne bilgileri ne de bu tür bir sosyal olguyu değerlendirmeye yetecek bilişsel kapasiteleri olmadığı,

- Olayın politik muhtevası konusunda en ufak bir fikirlerinin bulunmadığı,

- Yargılandıkları eylemin cezai sonuçları hakkında herhangi bir fikirlerinin olmadığı...

Kırtepe, “ruhsal ve bedensel sağlıklarında onarılması güç yaralar açılacak olan çocukların ‘çocuk’ olduğunu” bir kez daha hatırlatarak açıklamasına son verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul