13 Şubat 2009
Sayı: SİKB 2009/06

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf hareketinin yönü ve iradi müdahale
  Kapitalist krize karşı onbinler Kadıköy’de buluşuyor!
NATO: Emperyalist saldırganlığın
vurucu gücü!
İzmir’de kapitalist krize karşı sempozyum...
Kurtiş’te direniş kazandı!
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Grev ve direnişlerle sınıf dayanışmasını yükseltelim!
  BDSP yaklaşan yerel seçimlere ilişkin programını açıkladı…
  Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu seçim bildirgesi...
  Krize karşı faaliyet ve eylemlerden…
  Revolverli sakar olamayan gençlik
Yüksel Akkaya..
  Gün geçtikçe inandırıcılığını yitiren yalanlar!
  Türkiye Kyoto’yu imzaladı…
  Kadın işçilerin sendikalarda örgütlenmesinin önemi
  Emperyalistler arası ilişkilerde yeni dönem
  Gerici güç odaklarının Filistin sorununa “ilgisi”…
  Bir kez daha yerel seçimler üzerine; ya da ilkeli duruş mu, günübirlik şaşkınlık mı? M. Can Yüce
  Yeni döneme başlarken… - Ekim Gençliği
  Bültenlerden...
  Ocak ayı rakamları
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mehmet Ağar nihayet hakim karşısına çıktı!..

Yargılanmak değil, aklanmak için!

Susurluk’un önemli isimlerinden Mehmet Ağar, kazanın 13. yılında ve en sonunda hakim karşısına çıkarıldı. Ancak yanlış anlaşılmasın! Sabaha karşı evi basılarak, başına basılıp polis otosuna tıkılarak değil, tam bir polis korumasında ve duruşmada da savunmayı ihmal etmediği katiller eşliğinde geldi mahkemeye.

Ancak, Ağar ve şürekası, mahkeme heyeti ve izleyicileri toplu bir şov sergilediler ve Ağar’a sorulan sorular Susurluk’un sadece çevresinde dolanıyor diye olayı küçümsememek gerekir. Bu olay o pek şaaşalı Ergenekon davasını dev aynasında yansıtması açısından büyük bir önem taşıyor.

Hatırlanacağı üzere, Susurluk davasının en ünlü “avukatı” Mehmet Ağar idi. Sanığı olması gereken bir davayı, Ağar kadar açıktan ve pervasızca savunan bir kontracı çıkmadı o günlerde. O, sadece mahkemeye sevkedilen sanıkları değil, devletin kontra örgütlenmesini de savundu. İçinde olduğu, önemli mevkilerinde önemli görevler üstlendiği bu örgütlenme için, “konuşursam ortalık karışır”, “biz böyle bin operasyon yaptık” gibi ifadeler içeren bu savunma, aslında başlı başına bir toplu suçun itirafıydı. Ancak öyle kabul edilmedi. Ne “yüce” Meclis dokunulmazlığını kaldırdı, ne de “bağımsız’ yargının bağımsız savcıları” harekete geçtiler.

Bugün karşısına çıkarıldığı yargı hala “bin operasyon”u sormadığına göre, hala bu anlamda harekete geçmiş sayılmazlar. Demek ki “bin operasyon” devlet sırrı olarak korunmaktadır.

Bu ise, koparılan onca gürültüye ve gözaltına alınan, tutuklanıp salınan “ünlü” sanıklarına rağmen, Ergenekon’un kontrgerillaya yönelen bir operasyon olmadığını gösterir. Nitekim, onlara da “bin operasyon”, yani “derin devlet”in suçları sorulmuyor. Zaten operasyonun ilan edilen hedefi de, hükümete karşı darbe hazırlamaktır. Her sanık tek tek bu amaçla çete oluşturma suçlamasıyla karşı karşıyadır. Genel olarak darbecilik de değil, sadece işbaşındaki hükümeti yıkmaya yönelik darbe hazırlığıdır söz konusu edilen. Oysa darbecilik, TSK’nın ve kontra örgütlenmesinin, şu veya bu hükümetten bağımsız biçimde, karakteridir. ABD/NATO/CIA’nın direktif, yönlendirme hatta finansmanıyla gerçekleştirilen Türkiye’deki darbelerin son figüranlarının başı Kenan Evren, bu operasyonlardan ari biçimde, emekliliğinin tadını çıkarıyor. 12 Eylül faşizminin kontracılarından Mehmet Ağar ise, bugün güya yargı karşısına çıkarılmış bulunuyor.

İşçi sınıfı ve emekçilerle dalga geçiyorlar!

Devletin ya da aynı anlama gelmek üzere kontrgerillanın, toplumsal mücadeleleri bastırma amacıyla işlediği suçların hesabını bu devletin herhangi bir kurumunun sormayacağı yeterince açık. Darbecilerden ve kontrgerilanın diğer suçlularından, Ağar’dan, Küçük’ten, adı geçen ve geçmeyen tüm katillerden hesap sorma işini, bu suçların mağdurları adına işçi sınıfı üstlenmek durumundadır. Gerçek hesap günü, hiç kuşkusuz, işçi sınıfının devrim günüdür. Ancak, düzenin yargısı dahilinde ve kısmi hesaplaşma için bile, güçlü bir sınıf hareketinin gerekli olduğu açıktır. Demokratik hak ve özgürlükler için mücadele ile bunun önündeki engellerle hesaplaşma, aynı sürecin iki farklı ayağını oluşturuyor.

Düzenin kendi içindeki hesaplaşmaları halk düşmanlarından hesap soruluyor gibi görmek ne kadar büyük bir gafletse, bu görüşü kitlelere yansıtmak, olayları böyle çarpıtarak göstermek daha büyük bir suç kabul edilmelidir.

Ergenekon’da tahliye dalgası…

Pisliği devrim temizler!

Ordu ile AKP hükümeti arasında Ergenekon davası konusundaki gerici uzlaşmanın sonuçları birer birer ortaya çıkıyor. Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un sağlık sorunları nedeniyle değil “delil yetersizliği” gerekçesiyle tahliye edilmesi bunu gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon tahliyeleri için artık gelinen yerde “sağlık nedeni” kılıfına da ihtiyaç duyulmamaktadır.

Hatırlanacağı üzere, Ergenekon’un 10. dalga operasyonlarında, biri MGK eski genel sekreteri Tuncer Kılınç, diğeri Kemal Yavuz olmak üzere iki orgeneralin gözaltına alınması, kimi çevrelerce“AKP 28 Şubat’ın rövanşını mı almaya çalışıyor?” sorularına neden olmuştu. Böylece Ergenekon’un 10. dalgası, bir süredir gündemden düşen, daha çok magazin boyutuyla medyaya konu olan Ergenekon davasını yeniden gündemin ön sırasına oturtmuş, bir inandırıcılık sorunu yaşayan davaya bazı kesimler nezdinde kısmen bir inandırıcılık da kazandırmıştı. Fakat bu gözaltılardan sonra Genelkurmay’ın harekete geçmesi üzerine başlayan tahliyelere geçtiğimiz günlerde emekli Orgeneral Hurşit Tolon da eklendi. Daha önemlisi, dava sürecinde yaşanan gözaltı ve tutuklama dalgasının bir nevi tahliye dalgasına dönüşmesi davayı yeniden inandırıcılık krizine sürüklemiş oldu.

Ergenekon soruşturmasına pek ses çıkarmayan Genelkurmay, sıra JİTEM’e ve işin Kürdistan boyutuna gelince sert tepki göstermiş, JİTEM davasında yargılanan eski Diyarbakır JİTEM Komutanı Abdülkerim Kırca’nın cenazesine tam kadro katılarak, bu eli kanlı tetikçiyi ve icraatlarını sahiplendiklerini ortaya koymuştu. Kırca’nın cenazesi öncesinde yaptığı yazılı açıklamada gazetecileri de tehdit etmiş, “yetkili ve sorumlu makamlar ile sağduyulu medyayı üzerlerine düşen görevleri yerine getir”meye çağırmıştı. Ardından “yetkili ve sorumlu makamlar” da aynı yönde konuşmaya başlamış, Erdoğan intihar eden emekli albayla ilgili haberlere, “yargısız infaz yapıldı” diyerek tepki göstermişti.

Kısacası gelişmeler, Genelkurmay ile AKP hükümeti arasında Ergenekon davası konusunda yeni bir gerici uzlaşmayı gösteriyor. Ve bir kez daha görülmüştür ki, kontrgerilla çeteleri tarafından işlenen cinayetler, yargısız infazlar, köy yakmalar sözkonusu olduğunda, üzerinin örtülmesi için “devlet erkleri” el birliği ile çalışmaktadır. Zira, çok yönlü bir kriz içinde debelenen düzenin bugün bu kirli ve karanlık örgütlenmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Çözme gücünden yoksun olduğu diğer sorunlar bir yana, sadece Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş için bile bu örgütlenmeleri kullanmaya devam edecektir.

Açıktır ki, “devlet adına” işçi ve emekçilere, Kürt halkına ve onların politik temsilcilerine karşı kirli savaş sürdüren kontrgerilla, birkaç kuruma, kişiye, gruba ya da belli bir döneme indirgenemez. Sermaye egemenliği koşullarında kontrgerilla örgütlenmesi sürekliliğini korur. Kontrgerilla uygulamalarına ihtiyaç duyulmadığı dönemlerde sadece geri plana çekilir.

Asalak sermaye sınıfının bekçiliğini yapan bu devletin, işçilere, emekçilere, onun devrimci öncülerine ve Kürt halkına karşı katliamlar, provokasyonlar tezgahlayan bir yapı haline gelmesinin gerisinde, mevcut burjuva düzenin iliklerine kadar çürümesi ve kokuşması gerçeği durmaktadır. Burjuva düzen bataklığının ürettiği pisliğin küçük bir bölümü, düzen içi dalaşmaların da bir sonucu olarak dışa vurmuş, bu pisliğin bazı icraatçıları bataklığın selameti açısından sorun haline geldiği ve ABD politikaları da bunu gerektirdiği için, “Ergenekon” türü operasyonlarla etkisizleştirme yolu tutulmuştur.

Bugün Ergenekon operasyonuyla ortaya saçılanlar, kontrgerilla gerçeğinin sadece küçük bir kısmıdır. Bugün kontrgerilla, başta Kürt illeri olmak üzere hala işbaşındadır, kanlı ve kirli icraatlarına devam etmektedir.

Kontrgerilla pisliğinin temizlenmesi ancak işçi sınıfı ve emekçilerin sermaye devletini yerle bir edip kendi iktidarını kurmasıyla mümkün olabilir.