26 Aralık 2008 Sayı: KB 2008/50
(EG ÖS 229)

  Kızıl Bayrak'tan
   2008: Dünyada ve Türkiye’de bir dönem kapanırken...
  2008 yılı rejimin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünü bir kez daha ortaya koydu…
DİSK’in krize karşı “Emek cephesinin sesi”ni büyütme, mücadeleyi yükseltme çağrısı üzerine…
TİB-DER’den iş cinayetleri protestosu…

Yemekhane işçileriyle dayanışma gecesi…

Kot işçileriyle
dayanışma büyüyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları
  Kriz ve sınıf hareketi...
  Gençlik hareketinden…
  Gençliğin faaliyetlerinden…
  Kriz üzerine Emekçi Kadın Komisyonları sözcüsü ile konuştuk...
  19 Aralık katliamı ülke genelinde lanetlendi!
  Fransa’da gençlik “reform paketi”ni protesto etti
  “Özür diliyorum” kampanyası üzerine...
M. Can Yüce
  Eral Eren anmalarından…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Özür diliyorum” kampanyası üzerine...

M. Can Yüce

“1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felâket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”

Bu kampanya karşısında Türk devleti, ırkçı-şoven çevreler hemen harekete geçti. Emekli büyükelçiler bir “karşı-bildiri” yayınladı. “Özür dileme” kampanyası belli bir gündem yarattı, önemli bir tartışma süreci başlattı. Ermeni soykırımının tartışılması, kamuoyunun gündemine yeniden girmesi önemlidir.

TC’nin ve onun çizgisindeki çevrelerin tepkisini, saldırgan, bastırıcı ve susturucu tutumunu anlamak zor değildir. Onlar, soykırımcı çizgilerinin gereğini yapıyorlar…

Kimi “liberal aydın”ın önayak olduğu Özür kampanyası, kuşkusuz, bir adımdır. Ermeni soykırımını yeniden gündeme taşıması da önemlidir. Bu, olayın bir boyutudur. Bir de başka boyutları var, onlara da bakmakta yarar var.

Ermeni Soykırımı, büyük bir tarihsel “felaket”tir. Ancak tek başına ve sadece tarihe mal olmuş bir haksızlık değil, aynı zamanda bir devletin, devlet-ulus yapılanmasının kuruluş ve gerçekleşme felsefesinin ilk uygulamasıdır. Bu, bugün devam eden bir çizgi niteliğindedir. Böyle olduğu için anılan Özür Bildirisi’ni değerlendirmek kaçınılmaz olmaktadır.

Anılan kampanyada ifade edilen iki cümlelik metin, gerçek anlamda bir çizgiye, bir sisteme karşı duruş, mazlumun yanında saf tutmak mı, yoksa “belkemiksiz” bir duruşsuzluğun “Türkiye aydın” liberalizminin utangaç resmi midir?

Aslında öteden beri bu konuda yürütülen tartışmalar, TC’yi de bir noktaya getirdi, tehcir ve bunun sonucu olarak yaşanan kıyımları çok eğip bükerek de olsa kabul noktasına geldi. Ancak ısrarla reddettiği nokta, bunun önceden tasarlanmış ve planlanmış bir politika olmadığı, savaş koşullarının dayattığı zorunlu bazı tedbirlerin “üzücü sonuçları” olduğudur! Bu anlayış boşuna değildir. Ermeni Soykırımı, İttihat Terakki Hükümeti’nin, Cumhuriyet’e de damgasını vuran ve bugün de bütün şiddetiyle devam eden Türk devlet-ulus çizgisinin ilk kanlı ve soykırımcı uygulaması olduğu için şiddetle karşı duruyorlar.

Burada bu çizginin uygulamalarını tek tek sayacak değiliz. Ancak şu kadarını belirtelim: Ermeni Soykırımı, münferit, tek başına, rastlantı ve savaş koşullarının ürünü değildir. Bu kırım önceden tasarlanmış ve planlanmış bir stratejik çizginin ilk kanlı uygulamasıdır! TC’yi kuran kadro ve çizgi de bu stratejinin devamından ve uygulayıcısından başkası değildir. Bu anlamda TC devlet-ulus yapısı ve çizgisine karşı durmadan, Ermeni soykırımını gerçek anlamıyla ve oturduğu ideolojik ve politik çizgiyle birlikte tanımlamadan ve bu tanımlama kayıtsız koşulsuz net bir duruşla tamamlanmadan yapılacak özür dilemeler, belki vicdanları bir ölçüde rahatlatabilir, ama tam, tutarlı ve samimi demokratik bir anlam ifade etmeyecektir.

Açıkça vurgulamak gerekir ki, anılan bildirinin hazırlayıcıları da içinde olmak üzere Türkiye’de tutarlı bir liberal aydın hareketinden söz etmek mümkün değildir. Yazımızın başına aldığımız iki cümlelik metne bakıldığında, ortada net, samimi, güncele uzanan, güncellenerek devam eden tarihsel bir çizgiye ve onun kanlı uygulaması olan Ermeni kırımına karşı bir duruş söz konusu değildir. Biraz vicdanların rahatlatılması ile TC’ye yine onun çizgisinde bir zeminin sunulmasından söz etmemiz gerekir.

Neden soykırım kavramı kullanılmıyor? Bu da tek başına yetmez. Neden bu kırım politikası ile TC’nin kuruluş felsefesi, var oluş ve kurumlaşma çizgisi, yani “tek devlet, tek vatan, tek millet, tek dil ve tek din” çizgisi ile canlı ve dinamik ilişkisi gözlerden kaçırılıyor? Tutarlı ve samimi demokratik bir duruş tarih ile güncelin bütünlüklü kavrayışını gerektirmektedir. Peki, anılan bütünlüklü kavrayış, bu metin ve kampanyada var mı?

Elbette yüreklerin şoven milliyetçilikle, inkârcılıkla karartıldığı, beyinlerin resmi çizgiyle dumura uğratıldığı bir ortamda anılan kampanyanın bir anlamı vardır. Ama hemen eklememiz gerekir ki, bu kampanya resmi çizgiyi aşan, resmi çizgiyi cepheden karşılayan tutarlı ve samimi bir demokratik duruş olmaktan da çok uzaktır. Hatta “Türk tipi”, “demokratik liberalizm” sosuna batırılıp sunulduğu için bilinçleri karartma işlevini gördüğünü de vurgulamamız gerekir.

Neden bu kadar açığa çıkarılmış bir tarihsel gerçeklik tam adı ve anlamıyla ifade edilmiyor? Dahası, bu ve daha sonra uygulanan sayısız soykırım ve katliamın sorumlusu belli değil mi? Bu TC’den başkası değildir. Öyleyse, neden bu iki cümlelik metin şu şekilde yazılmadı?

“Ermenilerin 1915’te yaşadığı tarihsel trajedi, bir soykırımdır ve bu soykırım İttihat Terakki’nin var olan Osmanlı sınırları içinde Türk ulusunu yaratma ve bununla çelişen ulusal ve etnik grupları temizleme çizgisinin kanlı bir uygulanmasıdır. Bundan dolayı Osmanlı’nın mirasçısı olan TC, Ermeniler’den özür dilemeli, bu özrün siyasal ve hukuki yükümlülüklerini yerine getirmelidir! Ben de Ermeniler’in acısını paylaşıyor, devletin tarihsel suç ortağı olmayı reddediyorum!”

Açık ki, tutarlı demokratik tavır bundan aşağısı olamaz!

23 Aralık 2008

 

Hamburg’da baskı yasalarına karşı yürüyüş!

Hamburg’da Dünya İnsan Hakları Haftası nedeniyle 13 Aralık günü kurumlarından Hamburg Form, Karavana ve Anti-faşistler tarafından bir yürüyüş düzenlendi. DEKÖP.H bileşenleri DEKÖP’ün merkezi olarak 5 ay sürecek olan “Baskı yasalarına hayır!” kampanyasını yürüyüşe katılarak başlattı.

Yürüyüş için kitle merkez istasyonda saat 12.00’de toplanmaya başladı. Burada megafonla günün önemine ilişkin konuşmalar yapıldı, dünyada yaşanan insan hakları ihlallerine ve yeni çıkartılan anti-terör yasalarına, 129a ve 129b yasalarına değinildi. Yapılan konuşmalardan sonra yürüyüşe geçildi.

En önde Alman kurumları dövizleriyle, arkasında DEKÖP.H bileşenleri Almanca ve Türkçe olarak yazılmış “Baskı yasalarına hayır!” pankartıyla yerlerini aldılar. Afrikalı Omy Jallah’ın polisler tarafından öldürülmesi ve gazeteci Mumia Abu-Jamal’in halen tutuklu olması sloganlarla protesto edildi.

Yürüyüşün ikinci duraklamasında DEKÖP.H  bileşenleri adına bir arkadaş “Baskı yasalarına hayır!” kampanyasıyla ilgili Almanca bir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmasında, anti-terör yasalarının iptal edilmesi, herkese eşit sosyal ve siyasal hakların tanınması, sınırdışı cezaevlerinin kapatılması, vatandaşlık testlerinin kaldırılması vb. talepleri dile getirdi.

Yaklaşık 5 km yürünerek ABD Konsolosluğu önüne gelindi. Burada ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerini protesto eden sloganlar atıldı. Dağılma esnasında polislerin gözaltına alma girişimi nedeniyle kısa bir arbede yaşandı. Yaklaşık yarım saat sonra kitle dağıldı.

Yürüyüşe yaklaşık 500 kişi katıldı.

BİR-KAR / Hamburg