21 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/46

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için...
  Düzen krizin faturasını sınıfa keserken…
Yeni kölelik anlaşmalarına geçit yok!
Sosyalist Kamu Emekçileri’nin deklarasyon çalışmasının gösterdikleri...

Gerçek bir bağımsızlık için de, insanca bir yaşam için de sosyalizm!

Metal işçileri faturayı ödememek için yürüyor!
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Partinin gelişme sorunları...
Devrimci ideoloji, devrimci örgüt, devrimci sınıf!..
  Sınıfın partisi selamlandı…
  Sınıf çalışmalarından...
  Düşünce özgürlüğü yasa koyucuların
iktidarını devirmekten geçiyor!
  Kapitalist düzende kadın, şiddeti tüm boyutlarıyla yaşıyor!
  Gençlik hareketinden...
  Dünyadan…
  Almanya’da İG Metal’in ihanetine tepkiler büyüyor!
  Bir kez daha Ergenekon
operasyonu üzerine
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gerçek bir bağımsızlık için de, insanca bir yaşam için de sosyalizm!

Kapitalist sistemin yaşadığı kriz Türkiye’yi de sarmışken, geçtiğimiz hafta iki haber gündeme taşındı. İlki son “Kurtuluş Savaşı gazisi” Mustafa Şekip Birgöl’ün hayata gözlerini yummuş olmasıydı. Bu vefat vesilesiyle “Çılgın Türkler” kitabına atfen günlerce methiyeler dizildi. Nihayetinde sermaye düzeni için Mustafa Şekip Birgöl bir “bağımsızlık” sembolüydü. Bu yüzden defin töreni de görkemli olmalıydı. 

Ekonomisini IMF’ye, güvenliğini NATO’ya bırakmış olan, iç ve dış politikası Beyaz Saray’ın odalarında belirlenen bir ülkede, “bağımsızlık” sosuyla kaldırılan bu cenaze çok şey anlatıyor, tersinden çok şey saklıyor. Muhtemelen cenazeye katılım gösteren sermaye sözcülerinin hepsi gazinin ardından “toprağı bol olsun” duasında bulunmuşlardır. Bağımsızlığı emperyalizmin eyaletlerinden biri olarak algılayan, egemenliği de bu eyaletin valilik makamı olarak gören uşaklar için edilen duanın bir anlamı yine de vardır elbette. Sergilenenin bir vefa borcu olduğunu düşünmekse, kâr üzerine kurulan bir düzen ve sözcüleri için aşırı bir iyimserlik olur. Bir madalyayla avutulmuş olan insanlardan sonuncusunun hayata gözlerini kapadığında, böylesine gürültülü uğurlanmasına da buradan bakmak gerekiyor. Uşaklığı içlerine sindirenlerin gururu da, onuru da efendilerinin layık gördükleriyle sınırlıdır. Bu yüzden gönül rahatlığıyla ellerini duaya kaldırıp sarf edilen “toprağı bol olsun” sözcüğü, manevi anlamda da olsa bağımsızlık sözcüğünün üstünün tümüyle toprakla kapatılmak istenmesinden başka da bir şey olmamalı!

Bu “Çılgın Türkler ve bağımsızlık” efsanesinin yeniden estirildiği günlerde ikinci bir olay daha yaşandı. İçerde IMF’ye karşı kükreyen Erdoğan’ın, postunu Türkiye’de bırakıp Washington’da efendilerinin huzurunda nasıl kuzuya döndüğüne tanık olduk. Bilindiği gibi sermaye cephesi krizden en az zararla kurtulmak için, krizin derinleşmesinin sebeplerinden biri olan IMF ile en kısa zamanda bir anlaşma yapılması gerektiğini savunuyordu. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın ağzından bu talep şöyle dile getirilmişti: “IMF ile yeni bir stand-by anlaşması imzalamalıyız. IMF ile ivedilikle girilecek yeni ve güçlü bir işbirliği, elde edilen makro istikrarın kuvvetlendirilmesi ve sürdürülebilmesi açısından önemli bir destek oluşturacaktır. Bu konuda gereksiz biçimde gecikilmiştir.”

Burjuva sınıf için risk, sömürüden elde edilenlerde bir azalma demekti ve bunun paniğe neden olması doğaldı. Erdoğan şahsında bir sermaye sözcüsü için ise ikinci bir risk daha vardı, yaklaşan yerel seçimler. Bu yüzden esip gürlemeli, koltuğunu güvence altına almalıydı.

IMF heyetinin Türkiye ziyareti sırasında ısrarla “IMF isteklerimizi kabul etmezse anlaşma yapmayız” diyen Erdoğan’ın, ABD ziyareti sırasında stand-by anlaşmasında anlaşmaya varıldığının kesinleştiğini öğrendik. Daha önce “ümüğümüzü sıktırmayız” diyen Erdoğan, Washington’da emperyalistlerin G-20 Zirvesi sonrası yaptığı açıklamayla, küresel krize karşı İMF ile anlaşarak işçi ve emekçilerin ümüğünü efendileriyle birlikte sıkmaya hazır olduklarını ilan etmiş oldu.

Bu anlaşmanın çerçevesine ilişkin olarak burjuva medyada, “yatırımları kesmeden kamu harcamalarını kısarak büyümeye devam edileceği” yönlü yazılar yer alıyor. “Yatırımları kesmeden harcamaların kısılması” İMF ile yapılan anlaşmanın özünü oluşturuyor, işçi ve emekçiler için tehlike çanlarının çaldığını gösteriyor. IMF ile varılan bu anlaşmanın en az 10 milyar dolarlık bir krediyi kapsaması hedefleniyor. Bu ülkede IMF gibi bir emperyalist kuruluşa borçlu kalmanın bedelini işçi ve emekçiler defalarca yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.

IMF programlarıyla yol almaya çalışan sömürücü asalakların başımıza nasıl bir bela sardığını şu araştırma da açıkça gösteriyor. The New York Times’ın haberine göre, IMF’den borç alan Doğu Avrupa ve eski Sovyet ülkelerinde tüberküloz (verem) hastalığında hızlı bir artışa rastlanırken, IMF yardımı almayan ülkelerde tüberküloz hastalığının rastlanma sıklığındaki eğilim de bunun tersi...

IMF fonlarına karşı çıkan uzmanlar, bunu devletlerin borçlarını ödemeye çalışırken sağlık harcamalarından kısmasına bağlıyorlar. 21 ülkenin sağlık kayıtları üzerinde çalışan araştırmacılar, herhangi bir IMF yardımı almanın her yıl rastlanan yeni vaka sayısında yüzde 13.9, bu hastalıkla yaşayan insanların sayısında 13.3 ve tüberküloz kaynaklı ölümlerde 16.6’lık bir artış ile bağlantılı olduğunu buldular.

PLoS Medicine dergisinde online olarak yayımlanan bu çalışma, istatistiksel olarak tüberküloz, enflasyon oranları, şehirleşme ve işsizlik oranları gibi birçok faktör açısından kontrol edildi. Başlıca otoritelerden Cambridge Üniversitesi araştırmacısı David Stuckler, IMF’nin eleştirilerine karşı bu araştırmayı savundu. Araştırma tüberküloz ölümlerinin, her yüzde birlik borç artışını takiben yüzde 0,9 artış gösterdiğini gösteriyor. Ve bir ülke IMF programını terk ettiğinde, ölüm oranları yüzde 31 oranında düşüyor. Stuckler, “bir paralellik bulduğunuzda bu dikkatinizi çeker. Ama aynı yöne işaret eden 20’den fazla koreleasyon bulduysanız, nedensellik ilişkisi kurmak için kuvvetli delile sahipsinizdir” derken, nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu da gayet iyi açıklıyor.

“Yatırımları kesmeden kamu harcamalarının kısılması” ve “IMF anlaşmasının en az 10 milyar dolarlık bir krediyi kapsaması”... İşte küresel krizi atlatmanın yegâne yolu! Sermayeyi refaha çıkartıp emekçileri daha da yoksullaştırmak... Bizi açlıktan öldüremezlerse verem edip öyle öldürecekler.

O halde gerçek bir bağımsızlık için de, insanca bir yaşam için de sosyalizm!