21 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/46

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için...
  Düzen krizin faturasını sınıfa keserken…
Yeni kölelik anlaşmalarına geçit yok!
Sosyalist Kamu Emekçileri’nin deklarasyon çalışmasının gösterdikleri...

Gerçek bir bağımsızlık için de, insanca bir yaşam için de sosyalizm!

Metal işçileri faturayı ödememek için yürüyor!
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Partinin gelişme sorunları...
Devrimci ideoloji, devrimci örgüt, devrimci sınıf!..
  Sınıfın partisi selamlandı…
  Sınıf çalışmalarından...
  Düşünce özgürlüğü yasa koyucuların
iktidarını devirmekten geçiyor!
  Kapitalist düzende kadın, şiddeti tüm boyutlarıyla yaşıyor!
  Gençlik hareketinden...
  Dünyadan…
  Almanya’da İG Metal’in ihanetine tepkiler büyüyor!
  Bir kez daha Ergenekon
operasyonu üzerine
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hükümet İMF ile yeni bir anlaşma imzalamak üzere...

Yeni kölelik anlaşmalarına geçit yok!

Geçtiğimiz günlerde Türkiye'deki sermaye sınıfının gözü kulağı Washington'da yapılan G-20 zirvesindeydi. Gelecek müjdeli haberleri bekliyorlardı. Zirveye katılan Başbakan Tayyip Erdoğan nihayet patronlara bekledikleri müjdeli haberi verdi ve İMF ile yeni bir anlaşma imzalanması konusunda “çözüme en yakın noktada” olduklarını açıkladı. Benzer bir açıklamayı İMF yöneticileri de yaptılar ve Türkiye'nin İMF ile bir anlaşma imzalamasının “kesinlikle gerekli” olduğunu ifade ettiler.

Bilindiği üzere sermayenin önde gelen sözcüleri, ABD merkezli krizin etkileri Türkiye ekonomisini sallamaya başladıktan hemen sonra “İMF ile anlaşma imzalanmalı” şeklinde feryat etmeye başlamışlardı. Hükümet ise o günlerde “kriz bize teğet geçer, hamdolsun iyiyiz” havalarındaydı. İşin ciddiyeti biraz daha ortaya çıkıp sermaye cephesinden gelen basınç artınca, hükümet de İMF ile anlaşma imzalamanın yollarını aramaya başladı. Fakat hem kuyruğu dik tutmak, hem de seçim öncesi işçi ve emekçilere güya İMF'ye kolayından teslim olmadıklarını göstermek için, “anlaşma imzalarız ama ümüğümüzü de sıktırmayız” söylemine sarıldılar.

Sonrası biliniyor. Erdoğan G-20 toplantıları için ABD'ye gitti ve İMF yöneticileriyle görüşmesinin ardından “çözüme en yakın noktada” olduklarını açıkladı. Hükümetin tek sıkıntısı seçim öncesinde propagandaya dönük göstermelik yatırımların önünün bir İMF anlaşmasıyla kesilmesiydi. Bunun çözümü de bulundu. İMF, hükümetin durumunu anlayışla karşıladı ve “yatırımları kesmeden kamu harcamalarını kısarak büyümeye devam” formülüne onay verdi. Ne de olsa İMF'nin derdi hükümeti zor durumda bırakmak değil, krizin faturasını emekçilere kesmek, bu yolla da sermayenin çıkarlarını güvence altına almaktı. Ve emekçilerin faydalandığı kamu harcamaları yeterince kısıldıktan sonra hükümetin duble yol inşaatlarına, benzer göz boyama yatırımlarına karşı çıkmasının şimdilik bir anlamı yoktu.

Sermayenin önde gelen temsilcilerinin ağız birliği yapmışçasına İMF ile anlaşma imzalanmasını istemeleri kuşkusuz nedensiz değil. Temel olarak ise iki nedenden söz edilebilir.

Birincisi, İMF ile yapılacak bir anlaşmanın küresel finans piyasalarının gözünde Türkiye'yi riskli ülkeler kategorisinden çıkartacağı, bu sayede uluslararası piyasalarda dolanan sıcak paranın bir bölümünün yeniden Türkiye piyasalarına akacağı beklentisidir. Zira kriz nedeniyle Türkiye piyasalarındaki sıcak paranın hatırı sayılır bir bölümü ABD ve AB'ye kaçmıştır. Dış piyasalardan uygun koşullarda kredi bulmanın zorlaşması ise esas olarak uluslararası piyasalardan sağlanan kredilerle iş yapan, yatırım ve harcamalarını bununla finanse eden Türkiye burjuvazisini daha da zora sokmuştur. Bu nedenlerden dolayı Türkiye burjuvazisi bir İMF anlaşmasına “iyi bir çıpa” yani tutunacak dal gözüyle bakmaktadır.

Sermayenin İMF ile bir anlaşma imzalanmasını istemesinin diğer temel nedeni, faturanın işçi ve emekçilere ödetilmesine ilişkindir. Büyük patronlar, AKP'nin bu konuda şimdiye kadar sergilemiş olduğu büyük çabayı yeri geldikçe takdir etmekle birlikte “acı reçete”nin hazırlanması ve uygulanışının yakından denetlenmesi işinin İMF tarafından yapılmasını daha uygun görmektedirler. Her vesileyle belirtildiği üzere, sermaye 2001 krizinin deneyimlerine dayanarak davranmaktadır ve hükümetlerin emperyalizmin jandarması İMF tarafından yakın denetim altında tutulmasını kendi çıkarları için gerekli görmektedir. Burjuvazi kendi payına yerden göğe haklıdır. 2001 yılından bu yana yaşanan süreç hatırlandığında, DSP-MHP ve AKP hükümetlerinin işçi ve emekçilere dönük saldırı politikalarını büyük bir kararlılıkla hayata geçirmelerinin gerisinde İMF'nin yakın denetiminin, (daha doğrusu ekonominin yönetimini doğrudan ele almış olmasının) çok önemli bir rolünün olduğu görülecektir.

Öte yandan, sermayenin hükümet üzerindeki bu basıncının önemli bir payı olmakla birlikte, bugün gündemde olan yeni anlaşmanın imzalanması konusunda asıl talebin ve basıncın İMF'den yani emperyalist finans kuruluşlarından geldiğini söylemek yerinde olacaktır. Çünkü yeni bir anlaşmaya Türkiye burjuvazisinden daha çok emperyalist tekellerin, finans kuruluşlarının ihtiyacı bulunmaktadır. 2001'de krizi asıl yaşayan Türkiye kapitalizmiydi. O zamanın İMF programı Türkiye burjuvazisinin kredilerle ve sıcak para girişiyle rahatlatılmasını, bunun yanında faturanın en sert biçimde işçi ve emekçilere ödetilmesini öngörüyordu. İşin emperyalist finans kuruluşlarını ilgilendiren yanı Türkiye'ye akıtılan kredi ve finansal yardımların yüksek karlarla geri dönmesinin güvence altına alınmasıydı. İMF programının en temel işlevi bu idi.

Bugün gündemde olan İMF anlaşmasının işlevi ise daha farklıdır. Bu kez krizde olan bizzat ABD ve AB kapitalist ekonomileridir. İhtiyaç duydukları şey ise krizin yükünün hızla diğer ülkelere transfer edilmesidir. Bu kez İMF'nin büyüme ve enflasyon rakamlarıyla fazla ilgilenmemesinin, tersine büyük yatırımları ve kamu harcamalarını kısmaya, ekonomik yapıları bir bütün olarak küçültmeye dönük önerilerde bulunmasının başlıca nedeni budur. Dolayısıyla bu kez İMF'nin önereceği reçeteler Türkiye burjuvazisinin ihtiyaçlarından ziyade ABD ve AB ekonomilerinin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenecektir. Anlaşmanın ayrıntıları ortaya çıktıkça bu durum daha somut olarak görülecektir.

İMF anlaşması sömürü ve yıkımın derinleştirilmesini getirecektir!

İşçi ve emekçiler açısından ise durumun değişmediği ortadadır. Daha İMF ile bir anlaşma imzalanmadan bile krizin faturası işçi ve emekçilere kesilmeye başlanmıştır. Şu anda hayli yaygın olan ücretlerin zamanında ödenmemesi, zorunlu ücretsiz izinler, kitlesel işten çıkarmalar, kriz bahanesiyle ücretlerin aşağı çekilmesi ve hakların tırpanlanması, krizin faturasının emekçilere kesilmesi yanında, patronların kriz bahanesiyle sömürüyü ağırlaştırması anlamına da gelmektedir. Doğalgazın yılbaşından bu yana yüzde 80'ler oranında zamlanması, elektrik, su ve telefon gibi hizmetlerde zamların otomatiğe bağlanması da emekçilere kesilen faturanın parçalarıdır.

Henüz içeriği çok belli değil, ancak yeni İMF programının da işçi ve emekçilere dönük mevcut saldırı politikalarının derinleştirilmesini, yeni saldırıların  hayata geçirilmesini içereceği açıktır. Zira İMF'nin misyonu ve konumu ortadadır. İMF ve Dünya Bankası gibi emperyalizmin hizmetindeki kurumlarla yapılan anlaşmaların yükünü her zaman işçi ve emekçiler çekmiştir.

Bu açıdan, 2001 kriz deneyimi işçi ve emekçiler açısından da son derece öğreticidir. Artan döviz fiyatları nedeniyle işçi ve emekçiler bir gecede yüzde 40 oranında yoksullaşmışlardır. Buna rağmen “ücretlere sıfır zam” uygulaması yaygın biçimde hayata geçirilmiş, hatta ücretlerin aşağı çekilmesi sık sık karşılaşılan bir uygulama haline gelmiştir. Dönemin Türk-İş başkanının sözleriyle, işçi sınıfı ve emekçiler “iki zeytininden birini” patronlara sunmaya zorlanmıştır. Ekonomiyi düze çıkartma bahanesiyle ve İMF programında yer aldığı için özelleştirmeler büyük bir hız kazanmış, kamunun tüm kaynakları sermayenin ve emperyalist tekellerin yağmasına açılmıştır. Gene “ekonomik büyüme”, “uluslararası rekabetin gerekliliği”, “bütçedeki kara deliklerin kapatılması” gibi gerekçelerle her biri ağır birer saldırı ve tarihsel hak gaspı anlamına gelen yasalar meclisten geçirilmiştir. Kölelik yasası, sağlıkta yıkım yasası, kamu yönetimi yasası, personel rejimi yasası bunlardan ilk akla gelenleridir.

Bugün bir kez daha İMF ile anlaşma masasına oturuyorlar. Kendi yapısal sorunlarını, krizlerini bir kez daha İMF reçetesi sayesinde işçi ve emekçilerin sırtına yıkmayı planlıyorlar. İMF reçetesi asıl olarak emperyalist tekellerin kriz yükünü bağımlı ülkelere transfer etmeye yönelik olduğu için, Türkiye burjuvazisinin işine ne ölçüde yarayacağı çok da net değil. Fakat ister Türkiye burjuvazisinin işine yarasın, isterse sadece emperyalist tekellerin derdine merhem olsun, her durumda da işçi ve emekçilerin yıkımına dayanacağı kesindir.

2001'in bir diğer önemli dersi ise, eğer işçi ve emekçilerin birleşik-militan mücadelesi örgütlenmezse, sermayeyi İMF programlarını hayata geçirmekten hiçbir gücün alıkoyamayacağı gerçeğidir. İşçi sınıfının gerçek çıkar ve taleplerine dayalı devrimci bir mücadele programı ve bu program üzerinde yükselen birleşik, örgütlü, militan bir mücadele hattı krizin faturasını ödemeyi reddetmenin başlıca koşuludur.

İşçi sınıfı ve emekçiler bu kez önceki deneyimlerin dersleri ışığında hareket etmek durumundadır. Bunun olanakları sanıldığından çok daha fazladır. 2001'den bu yana pembe yalan tabloları eşliğinde hayata geçirilen saldırılar, sonu gelmez yıkımlar, işçi ve emekçilerin bilincinde İMF programlarının anlamı konusunda önemli bir bilinç açıklığı sağlamıştır. Bugün en sıradan işçi dahi İMF programının ne anlama geldiği konusunda bir fikre sahiptir. Benzer bir bilinç açıklığı sendikal ihanet çeteleri konusunda da şekillenmeye başlamıştır. Özelleştirmelerin, kölelik yasasının, sağlıkta yıkım politikalarının sonuçları ağır bedeller karşılığında görülmüştür.

Bu zeminde son iki yıldır sancılı biçimde de olsa gelişen bir sınıf hareketliliği sözkonusudur. Tüm bu avantajlar sayesindedir ki, daha krizin sarsıcı etkileri Türkiye'ye ulaşmadan “Krizin faturasını ödemeyeceğiz!” şiarı eskisine oranla daha yaygın bir biçimde kabul görmüş ve sahiplenilmiştir. İşçi ve emekçilerin saflarında daha şimdiden krizin faturasını ödetme çabalarına karşı hissedilir bir öfke mevcuttur. Krizin etkileri daha fazla hissedildikçe emekçilerdeki öfke de eylemli tepkilerle kendini göstermeye başlayacaktır. Kapitalizmin krizini emperyalistlerle kölelik ilişkilerini derinleştirerek aşmaya, bunu da işçi ve emekçilere çifte faturaya çevirmeye çalışan işbirlikçi burjuvazi ve uşak takımına hak ettiği yanıtı vermenin yolu, onları hedef alan temel şiarları ve talepleri yükseltmekten geçmektedir.

Emperyalistlerle kurulan ilişkilerin temelinde siyasal, ekonomik ve mali kölelik vardır. Siyasal kölelik zinciri kırılmadan ekonomik ve mali kölelik zincirlerini kırmak olanaklı değildir. Bu köleliğin sınıfsal dayanağı işbirlikçi burjuvazidir. Emperyalizme göbekten bağlı işbirlikçi sermaye sınıfı ve onun iktidarı var olduğu sürece işçi ve emekçilerin gerçek kurtuluşu söz konusu olamaz. Bu ilişkileri parçalamayı hedefleyen bir mücadele hattında, bugünden şu talepler yükseltilerek militan bir mücadelenin konusu edilmelidir:

Dış ve iç borç ödemeleri durdurulsun! Tüm borçlar geçersiz sayılsın!

İMF, DB, DTÖ vb. emperyalist kuruluşlarla kölece ilişkilere son!

Emperyalistlerle açık-gizli tüm kölelik anlaşmaları iptal edilsin!