x

31 Ekim 2008 Sayı: SİKB 2008/43

  Kızıl Bayrak'tan
   Ekim Devrimi’nin 91. yılında sosyalizm güncel, Yeni Ekimler ve Partisi yakıcı bir ihtiyaçtır!
  Patronlarla Amerikancı AKP hükümetinden saldırı sinyalleri…
Ekonomik kriz ve sendikaların tutumu
Devlet terörü tırmanıyor!

Metal TİS’lerinde son durum ve görevlerimiz...

İşçi emekçi haraketinden…
  Kadın çalışmasının önemi ve sorunları…
Yüzü kitlelere dönük etkin bir İşçi ve emekçi kadın çalışması hedeflenmelidir!
  Kapitalizmin krizi ve emekçi kadınlara yansımaları...
  Kot taşlama mı, işçi mezarlığı mı?
  Hesabı tersane işçileri soracak!
  Genç-Sen Genel Kurulları yapıldı...
  İtalya, Yunanistan ve Fransa kaynıyor!
  Sınıfın manifestosu, manifestonun sınıfı: Buluşamayan nehirler mi? - Yüksel Akkaya
  Durum ve gelişmelerin yönü…- M. Can Yüce
  Kapitalizmin krizi ve işçi sınıfı / 2
Volkan Yaraşır
  Mamak İşçi Kültür Evi 8. mücadele yılını bir etkinlikle kutladı!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sınıfın manifestosu, manifestonun sınıfı: Buluşamayan nehirler mi?

Yüksel Akkaya

Düne ve bugüne olduğu kadar yarına da bilimsel bakmak mümkün mü? Bu soruyu 160. yılında Manifesto üzerinden tartışmak oldukça anlamlı olacaksa, işe buradan başlamak gerekiyor.

18. yüzyılın son çeyreğinde A. Smith “Ulusların Zenginliği”ni yazdığında bütün kötülüklerin anası olan ticareti, daha fazla kâr isteğini de meşrulaştırıyordu ve bunun için de “bırakınız üretsinler, bırakınız satsınlar” diyordu. A. Smith’in bunu söylediği zaman diliminde işçiler kapitalist sistemin yıkıcı düzenine karşı korunmak için “yardım sandıkları” kuruyor, bu sandıklar aracılığı ile bazı risklere karşı önlem almaya çalışıyordu. Bu yardım sandıkları ilk sosyal güvenlik kurumları özelliği de taşır işçi sınıfı için. Papaz Malthus ve felsefeci Smith için bunlar “gereksiz” şeylerdi. Zira, liberal iş ilişkilerini “zedelemekteydi”. Bu yardım sandıkları zamanla yarı sendika özelliği kazanarak, fonları ile grevleri besleyerek, Malthus ve Smith’in korkularının boş olmadığını gösterdi. Sonra sahneye Ludistler çıktı. Kapitalist hayat tarzına ve çalışma ilişkilerine çok sert, olması gereken mücadeleyi verdiler. Kapitalist düzenin en zalim saldırısı ile Ludistler tarih sahnesinden silinirken, işçi sınıfı daha bu kez mücadeleye sendika denilen örgütler aracılığı devam etti. Ludistler’in tarih sahnesinden “silindiği”, sendikaların rüştünü ispat etmeye çalıştığı zaman diliminde, Avrupa’yı sarsacak olan 1848 devrimlerinin habercisi olan sınıfın Manifesto’su yazılmaya başlandı. Ve, bugün itibari ile bakıldığında ajitatif bir dilin parlak örneği olduğu kadar, kapitalizmin bunalımlarını da iyi analiz eden bir “kısa” metin idi. Gidecek olanı ve gelecek olanı gösteriyordu.

Manifesto tarihsel bir metin olmanın ötesinde sürekli güncelliğini koruyan bir başkaldırı çağrısıdır, böyle olduğu için de hep sınıfını arar. Çünkü, o sınıfın manifestosudur. Ancak, manifestonun sınıfı bugün için terse akan bir nehir gibidir.160 yıllık süreç içinde kapitalizm manifestonun sınıfını düzenle bütünleştirmek için çok yol almıştır. Ne var ki, yaşanmakta olan bunalım görüntünün arkasındaki özü bir kez daha göstermiş ve kapitalizmde işçi sınıfının kaderinin ne olduğunu çok net olarak göstermiştir. Bunun için bir uzun alıntıya ihtiyacımız var.

“Burjuva üretim ve mübadele ilişkileri, burjuva mülkiyet ilişkileri, o dev üretim ve mübadele araçlarını peyda etmiş olan modern burjuva toplumu, büyüler yaparak çağırdığı cehennem kuvvetlerine artık söz geçiremeyen büyücünün durumuna düşmüş bulunuyor. On yıllardır sanayinin ve ticaretin tarihi, modern üretici güçlerin, modern üretim ilişkilerine karşı, burjuvazinin ve onun hakimiyetinin yaşam koşulları olan mülkiyet ilişkilerine karşı isyanının tarihinden başka bir şey değildir. Tüm burjuva toplumunun varlığını dönemsel yinelenmeleriyle her keresinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken ticari bunalımları bilmek yeterlidir. Bu bunalımlar sırasında yalnızca mevcut ürünlerin değil, daha önceleri yaratılmış üretici güçlerin de büyük bir kısmı dönemsel olarak tahrip ediliyor. Bu bunalımlar sırasında, daha önceki bütün çağlarda anlamsız görülecek bir salgın başgösteriyor —aşırı üretim salgını. Toplum kendisini birdenbire, gerisin geriye, geçici bir barbarlık durumuna sokulmuş buluyor; sanki bir kıtlık, genel bir yıkım savaşı, bütün geçim araçları ikmalini kesmiştir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmiştir; peki ama, neden? Çünkü çok fazla uygarlık, çok fazla geçim aracı, çok fazla sanayi, çok fazla ticaret vardır da ondan. Toplumun elindeki üretici güçler, burjuva mülkiyet ilişkilerinin ilerlemesine artık hizmet etmiyor; tersine, bunlar, kendilerine ayakbağı olan bu ilişkiler için çok güçlü hale gelmişlerdir, ve bu ayakbağlarından kurtuldukları anda, burjuva toplumunun tamamına düzensizlik getiriyor, burjuva mülkiyetinin varlığını tehlikeye sokuyorlar. Burjuva toplum koşulları, bunların yarattığı zenginliği kucaklayamayacak denli dardır. Peki, burjuvazi bu bunalımları nasıl atlatıyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük bir kısmını zorla yokederek; öte yandan yeni pazarlar ele geçirerek, ve eskilerini de daha kapsamlı bir biçimde sömürerek. Yani, daha yaygın ve daha yıkıcı bunalımlar hazırlayarak, ve bunalımları önleyen araçları azaltarak.

Burjuvazinin feodalizmi yerlebir ettiği silahlar, şimdi, burjuvazinin kendisine karşı çevrilmiştir.

Ama burjuvazi kendisine ölüm getiren silahları yaratmakla kalmamış; bu silahları kullanacak insanları da varetmiştir, -modern işçi sınıfını- proleterleri.”

Manifesto, bu değerlendirmesi ile 160 yıl önce sınıfına hitap etmiş, uyarmış, yapması gerekeni açıkça söylemiştir. Manifesto’nun sınıfı 1848 devrim kalkışmaları ile Manifesto’yu selamlamışsa da genç kapitalizmi aşacak yeteneği sergileyememiştir. Paris Komünü ve Ekim Devrimi ile bunu telafi etse de o gün Manifesto’nun sınıfı ile sınıfın manifestosu buluşma isteğini, iradesini ortaya koymuş, ancak başarılı olamamıştır.

Aradan 160 yıl geçmiş olmasına rağmen sınıfın Manifesto’sunun çağrısı güncelliğini, bilimselliğini, ajitatif yanını korurken, Manifesto’nun sınıfı ne yazık ki 160 yıl öncesini o coşkulu, görkemli çağrısı ile aynı heyecanı paylaştığını göstermiyor! 160 yıl önce aynı yöne, aynı noktaya, aynı denize akan nehirler, ne yazık ki coşkusunu, yönünü yitirmiş durumda. Zira, dün kapitalist hayat tarzına, çalışma tarzına karşı olanlar, bugün onunla yaşamaya, onun nimetlerinden yararlanmaya çalışmak gibi bir körlüğe teslim olmuş durumdalar. Manifesto’yu bir kez daha “okumak” bu körlüğü tedavi açısından önemlidir. Hem ajitatif bir metin olarak, hem bilimsel bir metin olarak. Ve, 160 yıl önce olduğu gibi bugün de yol gösterici, açıklayıcı bir pusula olarak: Sınıfın manifestosu ile manifestonun sınıfını buluşturacak bir pusula olarak…

(Emek Araştırmaları Merkezi Girişimi’nin düzenlediği sempozyum, Epos Yayınları’nda “Manifesto’nun 160. Yılında Marksizm’in Güncelliği” adı ile kitap olarak yayınlandı. “Meraklıları” için başvurulacak kaynak)