31 Ekim 2008 Sayı: SİKB 2008/43

  Kızıl Bayrak'tan
   Ekim Devrimi’nin 91. yılında sosyalizm güncel, Yeni Ekimler ve Partisi yakıcı bir ihtiyaçtır!
  Patronlarla Amerikancı AKP hükümetinden saldırı sinyalleri…
Ekonomik kriz ve sendikaların tutumu
Devlet terörü tırmanıyor!

Metal TİS’lerinde son durum ve görevlerimiz...

İşçi emekçi haraketinden…
  Kadın çalışmasının önemi ve sorunları…
Yüzü kitlelere dönük etkin bir İşçi ve emekçi kadın çalışması hedeflenmelidir!
  Kapitalizmin krizi ve emekçi kadınlara yansımaları...
  Kot taşlama mı, işçi mezarlığı mı?
  Hesabı tersane işçileri soracak!
  Genç-Sen Genel Kurulları yapıldı...
  İtalya, Yunanistan ve Fransa kaynıyor!
  Sınıfın manifestosu, manifestonun sınıfı: Buluşamayan nehirler mi? - Yüksel Akkaya
  Durum ve gelişmelerin yönü…- M. Can Yüce
  Kapitalizmin krizi ve işçi sınıfı / 2
Volkan Yaraşır
  Mamak İşçi Kültür Evi 8. mücadele yılını bir etkinlikle kutladı!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekim Devrimi’nin 91. yılında sosyalizm güncel, Yeni Ekimler ve Partisi yakıcı bir ihtiyaçtır!

Kapitalizm iflas ediyor, sosyalizm düşüncesi güncelleşiyor!

Emperyalist-kapitalist düzenin dikiş tutmadığı, bu düzeni parlatmak amacıyla kullanılan ideolojik yakıştırmaların yerlerde süründüğü, sistemin insanlığa büyük yıkımlardan, acılardan ve kıyımlardan başka bir şey sunamayacağının artık açık bir biçimde görüldüğü bir dönemden geçiyoruz.

Emperyalist-kapitalist düzenin yaşadığı bu çöküntü ve insanlığa yaşattığı yıkım onun itibarını tümüyle gözden düşürmüş bulunuyor. İnsanlık kapitalizmi sorgulayarak yeni arayışlar içerisine giriyor.

Burjuva düzen cephesinde bile bilimsel sosyalizmin kurucusu Marks’ın adı daha çok anılmaya başlanıyor. Bugüne kadar kurulu düzene taparcasına bağlı olanlar bile onun haklılığını teslim etmek zorunda kalabiliyor.

Marks’a ve sosyalizme yönelik artan ilgi bununla sınırlı değil elbette. Toplumun geniş yığınları içerisinde de kapitalizmin kabusundan çıkış yolu arayanların sayısı her geçen gün artıyor. Emekçilerin öncü kesimleri giderek arayışlarını sosyalizm yönünde daha bilinçli adımlara dönüştürüyorlar. Marks’ın eserleri başta olmak üzere sosyalist teori ve düşünceyi ele alan eserlere artan ilgi, yaşanan arayış konusunda önemli bir veri sunuyor.

91 yıl önce gerçekleşen Ekim Devrimi insanlığa kapitalizmden çıkış yolunu açmıştı

İşte bu koşulllarda Ekim Devrimi’nin 91. yıldönümünü karşılıyoruz. İnsanlık tarihinin en büyük ve sarsıcı eylemi olan Ekim Devrimi, kapitalizmin karanlığı karşısında insanlığa bir çıkış yolu sunmuş, kurtuluş umudu ve heyecanı olmuştu. Dünyanın her yanından işçiler, emekçiler ve ezilen halklar Ekim Devrimi’nin açtığı yoldan ilerlemiş, emperyalist-kapitalist düzende önemli gedikler açmış ve mevziler kazanmıştı. İktidarı ellerine alan işçi sınıfı ve emekçiler, kıt kaynaklar ve emperyalist kuşatma altında işsizlik ve yoksulluğu bir kader olmaktan çıkarmış, yıkıntıların altından başarıyla kalkabilmiş ve o zamana kadar halklar hapishanesi olan toprakları bir kardeşlik coğrafyasına çevirebilmişlerdi. Ulusal baskı ve kölelik altında ezilen halklar özgürlüklerine kavuşmuş, o güne kadar birer kabile olan topluluklar bile, bu özgürlük ortamında varlıklarını korumayı ve kültürlerini geliştirmeyi başarabilmişlerdi.

Ekim Devrimi’nin kazanımları sadece devrimin yaşandığı coğrafya ve onun yolundan gidenlerle de sınırlı kalmadı. Emperyalist-kapitalist düzenin efendileri, Ekim Devrimi’nin basıncı ve korkusu altında, kendi işçi ve emekçilerini yatıştırmak için bir dizi sosyal ve siyasal hakkı tanımak zorunda kaldılar. Dünyanın dört bir köşesinden işçiler, emekçiler ve ezilen halklar, Ekim Devrimi’nden aldıkları güç ve ilhamla mücadelelerini büyüttüler. Dünya halklarını faşizm belasından kurtaranlar da yine, milyonlarca can pahasına, devrimin ülkesinin yiğit işçileri ve emekçileri oldular.

Sosyalizm yolundan çıkmak insanlığa büyük bir faturaya dönüştü!

Ekim Devrimi’nin açtığı yoldan yürüyen insanlık hiç de küçümsenemeyecek kazanımlar elde etti. Ancak bu kazanımların korunamaması, sosyalizmin bu ilk deneyiminin ‘90’lı yıllarda kesinleşen yenilgisi ise, tersinden insanlığın o zamana kadar elde ettiklerinin sonunu getirdi. Sömürüsüz-sınıfsız bir dünya özleminde dile gelen ve büyük şairin “bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” dizeleriyle anlattığı sosyalizme, kazanımlarına ve değerlerine yönelik bir büyük gerici saldırı kampanyası başlatıldı. Burjuva ideologlarının “tarihin sonu” çığlıklarıyla sosyalizme karşı ilan ettikleri savaş, ideolojik-politik bir saldırıya dönüştürüldü. Amaçları, Ekim Devrimi’nin insanlığa kazandırdığı değerleri ve umutları yok etmekti. Nitekim bunu kısa bir süreliğine de olsa başardılar. 

Ama aradan daha on yıl geçmemişti ki, emperyalist-kapitalist düzene çekilen cila akmaya başladı. Küreselleşme adı altında propaganda edilenin, kapitalistler için sınırsız bir sömürü ve yağma özgürlüğü anlamına geldiği, bir avuç asalağın dünyayı engel tanımadan talan ettiği bir düzen olduğu anlaşıldı. İşçiler, emekçiler ve yoksul halklara sunulanın, açlığın, sefaletin ve yokluğun bugüne kadar olmadığı biçimde tarifsiz boyutlar kazanmasından başka bir şey olmadığı anlaşıldı. Öyle ki, bugüne kadar Ekim Devrimi’nin basıncıyla emperyalist yağmanın nimetlerinden bir parça faydalanabilen metropol ülkelerin işçi ve emekçileri de giderek kapitalizmin vahşi yüzüyle tanıştılar. Yokluk, yoksulluk, işsizlik gibi kapitalizmin ürettiği felaketler küreselleşti. Emperyalistler tarafından yağmalanıp her bakımdan çölleştirilen Afrika kendi kaderine terkedildi. Emperyalist-kapitalist düzenin kalbi ABD, yoksulların isyanlarıyla sarsıldı. Evsiz insanların sayısı onmilyonlara ulaştı. Her geçen gün tırmanan işsizlik, sosyal haklardan ve gelecek güvencesinden, sağlık ve eğitim hakkından mahrum kalan milyonlarca insan kapitalizmin gerçek yüzüyle tanıştı.

Ekim Devrimi’nin basıncından kurtulan emperyalist-kapitalist düzenin efendileri, dizginlerinden kurtulmuş olmanın pervasızlığıyla dünyayı kasıp kavurdular. İnsanlığın yaşadığı sosyal acılara emperyalist savaşlar ve saldırganlık eklendi. Sosyalizm altında kardeşçe yaşayan, bürokratik yozlaşmaya rağmen bunu sürdürmeyi başaran, etnik düşmanlık nedir bilmeyen halklar birbirlerine düşürüldüler. Emperyalist-kapitalist sistemin efendileri bu yolla köleci egemenliklerini sürdürmeye çalıştılar. Emperyalist savaş makinası her defasında bahaneler yaratarak dünyayı kana boğdu. Irak’ta, Somali’de, eski Yugoslavya’da, Afganistan’da, Filistin’de, Ruanda’da ve daha birçok ülkede halkları boğazladılar ya da birbirlerine boğazlattılar. Dünyayı silah deposu haline getirdiler, her köşesini savaş üsleriyle donattılar, gezegenimizi defalarca yok edecek nükleer silahlanmayı sürdürdüler, vb...

Yeni bir “bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemi”

Tüm bu olgular, emperyalist-kapitalist düzenin cilasını söküp atarken, dünyanın yeni bir “bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemi”ne girdiğini gösteriyordu. Komünistlerin bu saptamayı yaptıkları ‘90’lı yılların başında, burjuvazi hala da moral üstünlüğünü koruyordu. “Tarihin sonu”nun geldiği, sınıfların ve sınıf mücadelelerinin döneminin kapandığı yalanı hala da etkisini sürdürüyordu. Fakat bu yalanın açığa çıkması için uzun bir sürenin geçmesi gerekmedi. İşçi sınıfı ve emekçiler, sadece geri kalmış ülkelerde değil, kapitalizmin metropol ülkelerinde de yıkımın sonuçlarını yaşamaya ve buna karşı mücadelenin yolunu tutmaya başladılar. Diğer taraftan, emperyalistlerin boğazlamaya giriştiği halklar da direnişin yolunu seçtiler.

Tüm bunlar, emekçilerin kapitalizmin belasından kurtulma yolundaki arayışlarını da hızlandırdı. Latin Amerika ülkelerinde “sosyalizm” iddialı çeşitli popülist akımlar halkların öfkelerine yaslanarak iktidara geldiler. Bu popülist akımlar emekçilerin beklentilerini karşılamak çerçevesinde bir takım halkçı önlemler almak zorunda kaldılar.

Ortadoğu gibi bölgelerde ise emekçilerin büyüyen öfkesi, devrimci partilerin yokluğunda bu öfkeyi istismar eden İslamcı akımların güç kazanmasını sağladı. Emekçilerin çaresizliklerinden ve umutsuzluklarından beslenen bu akımlar, sosyal-sınıfsal ve anti-emperyalist öfkeye yaslanarak emekçi halkın öfkesini yolundan saptırmayı bugün için başarsalar da, sonuçta bu bölgede emperyalizmin egemenliğini sorunsuzca sürdürmesi eskisi kadar kolay değil.

Türkiye: Çok yönlü iflas tablosu

Bugün sistem, hem dünyada ve hem de tek tek ülkelerde, ekonomide olduğu gibi siyasette, düşüncede ve kültürde de tam bir iflası yaşıyor. Bu çok yönlü iflas tablosunun en iyi görülebildiği yerlerden biri de yaşadığımız ülkedir.

Öyle ki, Türkiye kapitalizminin yapısal krizi dünya ölçeğindeki krizin yeni dalgalarıyla birlikte derinleşiyor ve egemenler krizi aşma olanaklarına sahip değiller. Kapitalist krizin yıkıcı mekanizmaları onların iradeleri dışında çalışmakta, onlara krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmekten başka bir yol kalmamaktadır. Onyıllardır bu faturayı ödeyen işçi ve emekçilere bu yeni faturayı ödetmenin siyasal ve moral koşulları ise her geçen gün azalmaktadır.

Egemenler siyasette tam bir açmaz içindedirler. Mecburen sarıldıkları AKP de hızla zemin kaybetmekte, ortaya çıkan sosyal ve siyasal öfkeyi düzene bağlayacak bir parti de ortada görünmemektedir. Böylece ekonomideki iflası siyasetteki iflasla tamamlanmaktadır. Öte yandan Kürt halkı inkar ve imha sistemi üzerine kurulu olan ulusal köleliğe karşı mücadelesini sürdürmektedir. Buna karşı önemli bir dayanak olarak görülen AKP, Kürt halkı içinde de hızla zemin kaybetmektedir. Kürt halkını düzene bağlayacak bir siyaset üretilememektedir.

Kurtuluş için sosyalizm, sosyalizm için Yeni Ekimler gerekli!

Bir bütün olarak emperyalist-kapitalist düzen çok yönlü bir iflas tablosuyla yüzyüzedir. ‘90’lı yıllarda yaşananlar yalnızca, burjuvaziye geçici bir zafer kazandıran bir “tarihsel sapma”dır. Fakat tarih düz bir hatta ilerlemez, zikzaklarla doludur. ‘90’lı yılların başında yaşanan da, insanlığın Ekim Devrimi ile açtığı yolda ilerlerken karşılaştığı geçici bir zikzak olmuştur. İnsanlık bugün her zamankinden daha fazla sosyalizme ihtiyaç duymaktadır. Kapitalizme karşı duyduğu öfkeyi biriktirmekte ve geleceğini kazanmanın mücadeleden geçtiğini giderek daha açık bir biçimde görmektedir.

İnsanlığın yeniden dayandığı bu tarihsel eşikte sosyalizm yeniden güncel ve yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bu tarihsel eşikten geçebilmek için ise insanlığın yeni Ekimler’e ihtiyacı var. Ancak yeni Ekimler ile aradığı çıkış yolunu bulacak, çaresizliğin kararttığı yüreğinde kurtuluş umudunu duyacaktır. Yeni Ekimler’i yaratacak olan ise devrimci bir sınıf partisidir. Aksi halde, güncel bir ihtiyaç haline gelmesine karşın, kapitalizmi altederek sosyalizme ulaşmak mümkün değildir.

10. yılını dolduran Yeni Ekimler’in Partisi’nin bayrağı altında toplanalım!

Bu ülkenin işçi sınıfı ve emekçileri, ilerici ve devrimci güçleri büyük bir şansa sahipler. Çünkü bu ülkede en zor koşullarda, Ekim Devrimi’ne ve kazanımlarına yönelik gerici saldırıların en yoğun olduğu bir dönemde “Yeni Ekimler için ileri!” şiarıyla hareket eden komünistler, yeni Ekimler’i hazırlamak için partinin temellerini attılar. Büyük zorlukları göğüsleyerek Komünist İşçi Partisi’ni kurdular. Sözde yeni koşullara uyum adı altında Ekim Devrimi’ne ve onun partisine, bu partiye yön veren temel ilkelere sırtlarını dönenlerin, düşmanca saldıranların yarattığı basınca karşı durarak bunu başardılar. Bugün, şu ya da bu biçimde devrimin partisine sırt dönenler tükenirken, Komünist İşçi Partisi daha da güçlenerek 10. yılını geride bırakıyor.

Yeni Ekimler’e ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, 91. Yıldönümü’nde Ekim Devrimi’ni ve 10. Yılı’nı dolduran yeni Ekimler’in Partisi’ni büyük bir coşkuyla selamlıyoruz. Ekim Devrimi davasına bağlı tüm devrimcileri, sınıfın ve emekçilerin ileri güçlerini parti saflarında buluşmaya, yeni Ekimler’i gerçekleştirme mücadelesine güç vermeye çağırıyoruz.

Tekeller, krizin faturasını emekçilere ödetmek için tensikata başladı!

Saldırı yayılıyor, işçi sınıfının tepkisi birikiyor!..

Büyük tekellerin emrine verilen trilyonlarca dolara rağmen, kapitalizmin küresel krizi halen kontrol altına alınabilmiş değil. Borsalardaki düşüş devam ederken, kurtarma operasyonları için harcanan muazzam paralara yenileri ekleniyor. Ancak tüm bu olağanüstü önlemler krize çare olamadığı için kapitalizmin borsa mabetlerindeki sermaye papazları hala diken üstünde mesai yapıyor.

Büyük bankalarla dev sigorta şirketlerinin iflasıyla başlayan küresel kriz, artık “reel sektör”de, yani üretim ve hizmet alanlarında da etkisini göstermeye başladı.

Talebin giderek düşmesi sonucu mal ve hizmet üretiminin daralmasıyla kendini gösteren kapitalizmin yapısal krizi, şimdiden onbinlerce işçinin işsizlik uçurumuna sürüklenmesine vesile olmuş durumda. Krizin faturasını işçilere yıkarak sömürü çarkını aksatmadan döndürmek isteyen asalak kapitalistler, kendi düzenlerinin kaçınılmaz sonucu olan bir sorunun bedelini, her zamanki pervasızlıklarıyla işçi sınıfıyla emekçilere ödetmeye çalışıyorlar.

Dünyanın pek çok ülkesinde başlayan toplu işten atmalar, krizin, dev bir kumarhaneler zincirinden başka bir şey olmayan borsalar ile banka ve sigorta şirketleri gibi finansal alanlarla sınırlı kalacağı iddiasını yerle bir etti. Böylece, “reel sektör krizden etkilenmeyecek” vaazını veren “uzmanlar”ın yaydığı sahte iyimserlik havası da dağılmaya başladı.

Batan ya da şubelerinin bir kısmını kapatan banka ve şirketlerde çalışan emekçiler küresel krizin ilk kurbanları olmuştu. Gelinen aşamada ise, pek çok sektörde işten atmalar devam ederken, kaçınılmaz kabul edilen ekonomik durgunluk ve buna bağlı olarak büyüme oranlarındaki gerilemenin işten atma furyasını daha da yaygınlaştırması bekleniyor.

Kapitalizmin küresel krizi sonucu mal talebinde yaşanan daralma elektronik ürün tedarikçilerinden, otomotiv sektörü ara malı üreticilerine, teknoloji şirketlerinden, metal üreticilerine, inşaattan hizmet sektörüne kadar geniş bir alana yayılıyor. Üretimdeki daralmaya kapitalistlerin verdiği ilk tepki ise, çalışanların bir kısmını işsizler ordusunun saflarına göndermek olduğundan işten atma haberleri de günden güne çoğalıyor...

Dünyanın büyük otomotiv tekellerinden Renault, Fransa’daki bazı fabrikalarını 1 ila 2 haftalığına kapatırken, diğer Avrupa ülkelerindeki kimi fabrikalarda da birkaç günlük kapatmalar yaşanacağı bildiriliyor. Renault tekeli, yılın son üç ayında üretimi yüzde 30 civarında düşürmek amacıyla bu yola başvurduğunu duyurdu…

ABD’li Goldman Sachs Bankası da 3 bin 260 çalışanını işten çıkarmayı planlıyor. Bankaya yakın bir kaynak, Goldman Sachs Bankası’nın 3 bin 260 kişiyi işten çıkaracağını, bunun New York merkezli bankanın toplam iş gücünün yüzde 10’una denk düştüğünü bildirdi…

İşten atma saldırısını ilk başlatan şirketlerden biri ise, İsveç tekeli Scania oldu. Kamyon ve tır üreten Scania, 1500 işçiyi işten çıkaracağını ilan etti.

Oysa Scania tekeli sadece bu yılın üçüncü çeyreğinde, işçilerin emek-gücünü sömürerek 2,5 milyar kron kâr etmiştir. Geçtiğimiz yıla kıyasla 200 milyon kron daha fazla kâr etmesine rağmen Scania, “talepte düşüş olduğu” gerekçesiyle işten atma saldırısını gündeme getirmiştir.

İşten atma saldırısını pervasızca uygulayan bir diğer şirket de Volvo’dur. Geniş kapsamlı bir tensikata giden bu tekel, Volvo Otomobil’den 4 bin, Volvo Kamyon’dan bin 400 çalışanı sokağa atmıştı. Şimdi ise, iş makineleri üreten Volvo Construction Equipment 850 emekçinin işine son vermeye hazırlanıyor. İşten atılacakların % 90’ını fabrikada çalışan işçiler, % 10’unu ise memurlar oluşturuyor.

İşten atmalar, adı geçen birkaç tekelin marifetinden ibaret değil elbet. Bu listeyi hayli uzatmak mümkündür. Zira hem ABD hem AB ülkelerinin çoğunda tensikatlar gündemde. Büyük tekellerin yanısıra diğer işletmeler de aynı yolu izliyor. Belirtmek gerekiyor ki, kapitalistler henüz işin başındalar. Yani tensikat furyasının yıkıcı etkileri esas olarak önümüzdeki haftalarda hissedilecektir. Son bir ayda 15 bin işçinin işten çıkarılmış olması, saldırının boyutu hakkında fikir veriyor.

Emperyalist ülkelerde durum bu iken, Çin ile bağımlı ülkelerde ise tablo daha da vahim. Türkiye dahil pek çok ülkede saldırıya geçen asalak kapitalistler, krizin faturasını işçi sınıfı ile emekçilere yıkmanın bir aracı olarak tensikatlar ya da kazanımların gaspedilmesi için uğraşıyor.

Bağımlı ülkelerde zaten yaygın olan işsizlik, yoksulluk, sefillik gibi musibetlerin bu saldırı dalgasıyla giderek katlanılmaz bir hal alma olasılığı yüksektir. Emekçilerin yaşamını zehir etmeye aday tensikat saldırısına karşı toplumsal tepkilerin birikmesi de kaçınılmazdır.

Sendikaların saldırıları sessizce izlediği Avrupa ülkelerinde, henüz eylemli bir sürece girmese de işçi sınıfı saflarında öfkenin biriktiği gözleniyor. Hem birçok ülkede meydana gelen grevleri, hem tabandan gelen basınçtan dolayı bazı sendikaların eylem kararı almasını, işçi sınıfı saflarında biriken öfkenin bir göstergesi saymak gerekiyor. Saldırının kapsamına göre sınıflar mücadelesinin önümüzdeki dönemde Avrupa dahil pek çok ülkede keskinleşmesi muhtemeldir.

Bağımlı ülkelerde zaten sert olan sınıf çatışmalarının daha da sertleşmesi ise kaçınılmaz görünüyor. Tepkinin boyutunu şimdiden kestirmek mümkün olmasa da, işçi sınıfı ile emekçi müttefiklerinin grev silahı dahil her araçla meşru-militan bir zeminden direnmekten başka yolu yoktur. Krizin faturasını asıl sahiplerine, yani sömürücü sınıflara yıkmanın tek yolu bu direnişten geçiyor.