31 Ekim 2008 Sayı: SİKB 2008/43

  Kızıl Bayrak'tan
   Ekim Devrimi’nin 91. yılında sosyalizm güncel, Yeni Ekimler ve Partisi yakıcı bir ihtiyaçtır!
  Patronlarla Amerikancı AKP hükümetinden saldırı sinyalleri…
Ekonomik kriz ve sendikaların tutumu
Devlet terörü tırmanıyor!

Metal TİS’lerinde son durum ve görevlerimiz...

İşçi emekçi haraketinden…
  Kadın çalışmasının önemi ve sorunları…
Yüzü kitlelere dönük etkin bir İşçi ve emekçi kadın çalışması hedeflenmelidir!
  Kapitalizmin krizi ve emekçi kadınlara yansımaları...
  Kot taşlama mı, işçi mezarlığı mı?
  Hesabı tersane işçileri soracak!
  Genç-Sen Genel Kurulları yapıldı...
  İtalya, Yunanistan ve Fransa kaynıyor!
  Sınıfın manifestosu, manifestonun sınıfı: Buluşamayan nehirler mi? - Yüksel Akkaya
  Durum ve gelişmelerin yönü…- M. Can Yüce
  Kapitalizmin krizi ve işçi sınıfı / 2
Volkan Yaraşır
  Mamak İşçi Kültür Evi 8. mücadele yılını bir etkinlikle kutladı!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tüm sömürücülerin evrensel korkusu:

Küçük generaller

Aktütün baskını, Öcalan’a yönelik fiili saldırı derken Kürt sorununda ezberlediğimiz senaryo yeniden gösterime girdi. Özetle şovenizmle kışkırtılmış kitleler, inkar ve imha ekseninde gelişen bu senaryonun vazgeçilmez ögesi, devlet terörü ise medyanın “güzellemeleri” eşliğinde yokuş aşağı freni patlamış bir şekilde ilerliyor. Elbette krizin kendini yavaş yavaş hissettirdiği şu günlerde, devlet terörü Kürt halkının şahsında işçi ve emekçilerin önüne tüm pervasızlığı ile dikilmiş durumda.

Kürdistan’da ve metropollerde son birkaç haftadır devam eden eylemler burjuva medya tarafından gerçeğe göre değil sermaye devletinin ve onun kolluk güçlerinin “gerçeğine” göre şekilleniyor. Polisin azgın terörü altında kurşunlara taşla cevap veren Kürt gençlerini “terörist” ilan eden medya özellikle eylemlerde yer alan küçük yaştaki çocukları diline doladı. Özel hedef seçilen çocuklar, “terör maşası” ilan edildi. Yine medyanın buyurduğuna göre bu “zavallı çocuklar” bazı provokatörler tarafından “kalkan” yapılmış ve özellikle polisin önüne atılmıştı. “Çocuk sevgisi” ile nam salmış burjuva medya, PKK’nin okulları kapattırarak okula gitmesi gereken çocukları eylemlere soktuğunu söyledi. Sosyologlar ve pedagoglar televizyon ekranlarında boy göstererek bu çocukların eylemlerde yaşadığı travmanın ileriki hayatlarındaki etkisi üzerine derin analizler yaptılar.

Medyada süren tüm tartışmanın ekseni “korumasız çocuklar” oldu. Ama kimse gözaltına alınan ve sözde “PKK’nin tuzağına düşmüş” bu suçsuz çocukların tutuklanmasına ses çıkartmadı. Hatta işi daha da ileri götürenler oldu. Adana Valiliği, sokak eylemlerine katılan çocukların ailelerinin “Yeşil Kart”larını iptal etti ve “sadaka” niyetine yapılan kömür yardımı da kesildi. Oysa ki medya ve “uzmanlar” çocukların suçsuz olduğuna ve hızla kurtarılmaları gerektiğine hükmetmişti. Burjuvazinin bu derin “çocuk sevgisi” 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı 13 kurşunla katlederken tüm dünyanın dikkatini çekmişti. Yine sermaye devletinin çocukların okuması konusundaki hassasiyeti ILO’nun 2001 verilerine açıkça yansıyor. Türkiye çocuk işçi çalıştırmada, Çin, Hindistan, Venezuela, Brezilya, Endonezya, Kenya ve Tayland’dan sonra 8. sırada bulunuyor.

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) 1999’da yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye’de yaklaşık 6.5 milyon çalışan çocuk var. Rakamlar eski ancak burjuvazinin hassasiyeti konusunda fikir vermesi açısından yeterli olacaktır. DİE’nin çalışmasından alınan bazı veriler şöyle:

* 6-17 yaş grubunda yer alan 16 milyondan fazla çocuğun yaklaşık 6.5 milyonu çalışıyor. Tarım, sanayi ve hizmet sektöründe, 1 milyon 700 bin, ev işlerinde 4 milyon 800 bin çocuk çalışıyor.

* Araştırmanın yapıldığı sırada toplam nüfus 63 milyon 400 bin kişi iken 6-14 yaş grubundaki çocukların sayısı 12 milyon civarında. Bu çocukların yaklaşık yüzde 88’i okula devam edebiliyor. Bu yaş grubundaki 1 milyon 400 binden fazla çocuk okula devam etmiyor. Okula devam eden 10 milyon 600 bin çocuğun ise 3 milyondan fazlası bir yandan da tarımda, sanayide ya da ev işlerinde çalışıyordu.

* 15-17 yaş grubundaki yaklaşık 4 milyon çocuğun ise ancak yüzde 50’si okula devam edebiliyor. Yaklaşık 350 bin çocuk sanayi de çalışırken 1 milyon çocuk da tarımda çalışıyor.

* Çalışan çocukların yüzde 60’ı ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken ancak yüzde 24’ü ücretli bir işte çalışıyor. Çalışan kız çocukların yüzde 72’si herhangi bir ücret almıyor. Özellikle tarımda çalışan çocukların büyük bölümü ücretsiz aile işçisi (907 bin çocuk).

* Çocuk işçilerin birçoğu haftada 40 saatten fazla çalışıyor. Yaklaşık 200 bin çocuk haftada 64 saatten fazla çalışıyor. Tarımda çalışan çocuklar daha az saatler çalışırken sanayi de rakamlar artıyor.

* Çalışan çocuklar işyerinden kaynaklanan problemler yüzünden enfeksiyon, kırık çıkık, zehirlenme, işitme kaybı gibi problemlerle karşılaşıyor. İş kazası geçiren çocukların ancak üçte ikisi tedavi olabiliyor. Tedavi olanların yalnızca yüzde 30’unun tedavi masrafları işveren tarafından karşılanıyor.

Burjuvazinin çocuğa yönelik yoğun ilgisi rakamlarda da açıkça ortaya çıkıyor. Elbette burjuvazinin kopardığı gürültü çocuklara olan sevgisinden ileri gelmiyor. Çocuklar ellerinde taşlarla kendi geleceklerini savundular.

İşgal altındaki topraklarda büyüyen öfkeli neslin saldığı korkuyu İsrail tanklarının önüne dikilen Filistinli “küçük generalleri” gözlerini kırpmadan öldüren siyonistlerden biliyoruz. Kürt halkının öfkesi ve haklı mücadelesi şimdi yeni neslin ellerinde yükseliyor. Ve Kürt sorununu mutlak imha ve inkar ile “çözmeye” çalışan sermaye devleti için elbette yeni nesillere taşınan bu miras korkutucu olacaktır. Sermaye devleti daha şimdiden Kürdistan’ın küçük generallerini tutuklayarak korkusunu açığa vurmuş oldu. Çocuklar üzerinden süren bu yalanlar, “geleceğini çocuklara emanet edenlerin” gerçek yüzünü de ortaya çıkartmıştır. Burjuvazi ne geleceğe ne de geleceğin sahiplerine dair söz söyleme hakkına sahip değildir. Yalnızca işçi sınıfının devrim mücadelesi ve sosyalizmle taçlanacak zaferi dünyayı çocuklara verebilir/verecektir de.


Devletin “çocuk sevgisi”

Sermaye devletinin inkar ve imha politikalarının gölgesi altında büyüyen Kürt çocukları, Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle daha erken yaşlarda tanışıyorlar.

Sermaye devleti, Kürt halkının özgürlük mücadelesini sınırötesi operasyonlar, OHAL uygulamaları, kitlesel gözaltı ve tutuklamalarla boğmaya çalışıyor. Sermaye devleti, bugünlerde ise Kürt illerinde çocuk avına çıkmış durumda.

İnkar ve imhaya karşı sokaklara çıkan Kürt emekçilerin evleri yakılıp yıkılıyor, sokak ortasında infazlar gerçekleştiriliyor, kitlesel olarak gözaltına alınanlar işkenceden geçiriliyor ve ardından tutuklanıyor. Tüm bu saldırılara yenileri ekleniyor. Bu saldırılardan biri de Adana Valiliği’nin bugünlerde uygulamaya koyduğu cezalandırmadır.

Adana Valiliği, sokak eylemlerine katılan çocukların ailelerinin “Yeşil Kart”larını iptal etme uygulaması başlattı. Yeşil Kart’ın iptal edilmesinin yanısıra işçi ve emekçilere “sadaka” niyetine yapılan kömür yardımı da kesildi.

Öcalan’ın uğradığı saldırının ardından birçok ilde gerçekleşen sokak eylemlerine katılan çocukların ailelerine para cezası verildi. Adana Valiliği tarafından yapılan açıklamada bu cezanın “çocukları korumak” amacı taşıdığı iddia edildi. Adana Valiliği şimdiye kadar gösterilere katılan 325 çocuğun ailesi hakkında yasal işlem başlattı.

Çocukları üzerinden ailelere uygulanan bu “ceza” ile eylemlere katılımın engellenmesi amaçlanıyor. Kürt halkı inkar ve imha siyaseti ile teslim alınmaya ve açlık ve yoksulluk ile terbiye edilerek boyun eğdirilmeye çalışılıyor.

Toplumsal muhalefete rağmen meclisten geçirilen sosyal yıkım saldırılarıyla işçi ve emekçilerin sağlık hakkını gaspeden, hastane önlerinde işçi ve emekçileri ölüme terkeden sermaye hükümeti, sadaka düzeyindeki bu hakları da ortadan kaldırarak, Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesini etkisizleştirmeyi amaçlıyor.

Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Hakkari’de, Van’da ve Kürdistan’ın pek çok ilinde sokaklara çıkan Kürt çocuklarını gözaltına alıp tutuklayan sermaye devletinin “çocuk sevgisi” sahte ve ikiyüzlü bir tutumun ifadesidir.

21 Kasım 2004 yılında Mardin Kızıltepe’de babasıyla beraber infaz edilen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın vücuduna saplanan 13 mermi hafızalardayken, bu türden sahte gösterilerin hiçbir inandırıcılığı olamaz.