29 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/35

  Kızıl Bayrak'tan
  Gerilim, militarizm ve silahlanma yarışı
   ABD ve NATO savaş gemileri Karadeniz’de…
Emperyalist saldırganlığa ve gerici çatışmalara karşı birleşik mücadeleyi yükseltelim!
Sağlık hakkı için örgütlü mücadeleye!

KESK eylemlerinden…

TİB-DER: Gemiler kara bir tabut olmaya devam ediyor!..
  Grevler, direnişler ve TİS süreçleri devam ediyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Metal TİS’leri ve görevlerimiz
  Mehmet Beşeli ile 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşmeleri üzerine konuştuk…
  Çevresel bunalım bir aşırı-üretim bunalımıdır!
K. Ali
  GOP’ta tekstil ve kot taşlama işçileri buluştu!
  “Çevrecinin daniskası”na yanıt!
  Bolivya’da sınıf çatışmaları keskinleşiyor!
  Dünyadan…
  ABD emperyalizmi “güvenlik anlaşmasıyla” askerlerini yargıdan muaf tutabilecek...
  Gülsuyu’nda festival coşkusu…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DİSK / Birleşik Metal İş Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli ile 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşmeleri üzerine konuştuk…

“Metal işçilerinin ortak taleplerini dile getirmeye çalışıyoruz!” /1

 

- 2008-2010 dönemi metal grup toplusözleşmesi görüşmeleri başlamış durumda. Bu yeni sözleşme dönemine girerken sektörün ve metal işçilerinin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Verilere göre 100 bin civarında işçiyi kapsıyor grup toplusözleşmesi. Ve yaklaşık 150 civarında işyeri. Türk Metal bu rakamın ağırlıklı bir bölümünü oluşturuyor. Çelik-İş’in ise çok az işyeri ve çok az işçi sayısı var. Biz ise üye sayımız ve işyeri sayımız itibariyle önemli bir yekûn teşkil ediyoruz. Bizim için önemli bu.

Bizim sözleşmeye girmeden önce yaptığımız araştırma ve gözlemler var. Son 3 yıl içerisinde, yani 2004-2006 sözleşmesinin ortalarından itibaren metal işkolunda ciddi bir büyüme eğilimi başladı. Bu dönemin en önemli, en çarpıcı özelliklerinden biri bu. Bu büyümenin temel nedeni ise metal işçilerinin aşırı sömürüsüdür. İstihdamda neredeyse yarıya yakın bir artış gözleniyor. Diğer sektörlerde de kısmi büyümeler var ama burada hem üretim rakamlarında hem işçi sayısında ciddi bir artış var. Geçtiğimiz dönem 75-80 bin civarında olan sözleşme kapsamındaki işçi sayısı bu dönem 100 bin. Bu bile ciddi bir artışı gösteriyor. Sektörün bütününe baktığımızda ise, son 6-7 yıl içerisinde istihdamda %45’lik bir artış söz konusu. Buraya kapitalist birikim mantığı açısından bakarsak, istihdamın artıyor olması sömürünün artmasıyla, kârlılığın artmasıyla bağlantılı. Çünkü kapitalistler eğer kâr elde edemezlerse bu alanlara yatırım yapmaz, bu alanlarda büyümezler. Bu alanlardan çekilirler.

Bu sadece bizim sendika olarak gördüğümüz ya da herhangi bir araştırmanın dışarıdan söylediği bir şey de değil. Bunu işçiler bizzat kendi yaşantılarında görüyor. “Biz iki yıl önce tek makineye bakıyorduk, şimdi 3 makineye birden bakıyoruz. Biz eskiden günde 3 kamyon mal çıkartıyorduk, şimdi 20 kamyon mal çıkartıyoruz” gibi ifadelerle üretimdeki artışı kendi yaşantılarından, üretim süreci içerisinden güzel örneklerle anlatıyorlar. Bu önemli. Çünkü bugüne kadar Türkiye’deki sözleşmelerde sendikaların söylemlerine, işçilerin yaklaşımlarına, kendilerini haklı göstermek için ortaya koydukları söylemlere baktığımızda, hep üretim süreci dışındaki unsurlarla kendi haklılıklarını kanıtlamaya çalıştıklarını gördük. Ekmeğin fiyatının artması, enflasyonun artması vb. gerekçeler oluşturdular.

Biz bunları çok kullanan bir sendika değiliz haklılık açısından. Biz hep üretim süreci içerisinde bunu anlamlandırmak gerektiğini söylüyoruz. Çünkü sömürü orada gerçekleşiyor. O nedenle işçilerin bu noktaya gelmiş olmaları, olaya böyle bakıyor olmaları önemli bir durum. Bunu sömürü olarak adlandırıp adlandırmamaları önemli değil. Biz bunu onlara şu şekilde genelleştirerek açıklıyoruz: “Sizin ücretleriniz geçtiğimiz dönem sözleşmeden bu yana arttı, kağıt üzerinde enflasyonun üzerinde görünüyor artış, gerçek enflasyona göre değil. Ama sizin ürettikleriniz sizin ücret artışınızın kat kat üzerinde. Yani dolayısıyla senin işverene çalışmış olduğun bedava süre, bir işçinin sömürüsü demek olan işverene karşılıksız çalıştığı süre uzamış durumda. Bunu da seni daha yoğun, daha hızlı çalıştırarak vs. elde ettiler.”

Dolayısıyla iki unsuru, kapitalizmin temel iki yasasını aynı anda görebiliyoruz burada. Bir tarafta sermayenin birikimi, öteki tarafta da işçilerin koşullarının kötüleşmesi, bir bütün olarak işçilerin durumlarının kötüleşmesi. Ahmet’in, Mehmet’in durumunun kötüleşmesi olarak bakmamak gerekiyor meseleye. Çünkü ücreti yükseliyor, kağıt üzerinde enflasyonun üzerinde de yükseliyor. Biz %10 üzerinden imzaladık geçen sözleşmeyi. %4,29 civarında bir enflasyon vardı. Dolayısıyla %5 civarında bir reel artış var.

Ama başka verilere baktığımızda, bu dönemde işe giren yeni işçi sayısının çok fazla olması bizim bu ücret artışımızın sermayeye aynı oranda yansımadığını gösteriyor. Sermaye ortalama ücretler üzerinden hesap yapar. O anlamda ortalama ücretler düşmüş durumda. Tek bir nedeni var. İşe yeni giren işçiler. İşe yeni giriş ücretleri çok düşük olduğu için işyeri ortalama ücretleri düştü. O anlamda metal işçilerinin sınıf olarak sermaye karşısındaki konumları iki yıl öncesine göre daha kötü durumdadır diyebiliriz. Dolayısıyla bu sözleşmenin en önemli mücadele alanlarından birini bu oluşturacak. Geçtiğimiz dönemde kısmen oluşturmuştu.

Kıdemi düşük olan işçilerin ücreti asgari ücretin biraz üzerinde. Ve bunlar ciddi bir rakama ulaşmış durumdalar. Bizim kendi bünyemizde yaptığımız hesaplamada %35’le 40 arasında bu oran. Bunu Türk Metal ve grubun toplamı açısından değerlendirdiğimizde çok daha fazla, %50’lerin üzerinde. Bir işçi son sözleşme döneminde işe girmiş ve saat ücreti olarak asgari ücretin 20-30 kuruş üzerinde alan işçiler. Dolayısıyla bu ciddi bir birikim yaratmış durumda. Bu sözleşme döneminin en zorlu mücadelelerinden biri bu olacak. O yüzden de zam yöntemi neredeyse zam oranı kadar önemli bir hale geldi.

Grup sözleşmesinde herkese yüzdeli zam uygulanırsa, daha yüksek ücretlerin toplam zamdan daha fazla pay alması anlamına gelecek. Ücretleri yakın olsa bu sorun olmaz. Ama bir taraftan 2,90’lar, bir taraftan bunun iki katı saat ücreti alan işçiler açısından bakıldığında, çok ciddi dengesizlik oluşacak. Bu dengesizliğin oluşmasını daha yüksek ücret alan arkadaşlarımız da istemiyorlar. Çünkü onlar açısından da bir tehlike oluşturuyor. Gerek güvence açısından, gerek işçilerin içerideki birliğinin, bütünlüğünün bozulması açısından ciddi bir problem teşkil edecek. O yüzden yüzdeli zam bu dönem sözleşmeyi zora sokacak bir şey haline gelecek. Ve sözleşmede düşük ücretlilerin oranı çok fazla olduğu için yüzdeli zam kesmeyecek.

- Bu konuda nasıl bir yöntem öneriyorsunuz?

Biz bunun için maktu zam dediğimiz yöntemi tercih ettik. Türk Metal’de ise dönemin koşullarına aykırı bir şekilde yüzdeli zam teklifi var. Yani düşük ücretli genç işçilerin sorunlarına sahip çıkmayan bir tutum söz konusu. Bunu iki nedenden kaynaklı yapmış olabilirler. Birincisi, bu sorunu önemsemedikleri için. Ama bunun olacağına çok ihtimal vermiyoruz. Bizden daha yoğun yaşıyorlardır bu sorunu. İkincisi, bir toplusözleşme taktiği olarak bizim teklifimizin ortaya çıkmasını bekleyip, daha sonra işçilerde oluşacak talebe göre son anda işçileri de birbirine düşürecek tarzda bir manevrayla bizim söylediğimize gelmek.

Geçtiğimiz dönem Türk Metal’de 12 işyerinde seyyanen zam, yani maktu dediğimiz zam verildi. Onun dışında kalan işyerlerine %10 zam uygulandı. 50 kuruş zam uygulanan işyerlerinde daha yüksek ücretli olanlar o zaman tepki göstermişlerdi. Çünkü onlar %10’un da altında aldılar. O işyerleri çok ciddi bir sayı tutuyordu işçi sayısı itibariyle. Orada taktik olarak daha düşük ücretli işçilere daha yüksek oranlarda zam vererek işçiyi bölüp sözleşmeyi imzaladılar ve işçinin kendilerine yönelik tepkisini de bölmüş oldular. Hem o işyerlerinde bölmüş oldular işçileri, hem de işyeri işyeri böldüler. Tabii birikerek geldi o sorunlar. Yüzdeli zam uygulanan işyerlerinde düşük ücretli işçiler seyyanen zam eğilimine sahip oldular. Diğer işyerlerinde, 12 büyük işyerinde ise yüksek ücret alanlar yüzdelik zam üzerinden bastırıyorlar. Bunların sendikacılık mantığında işçinin bir hedef çerçevesinde birliğini sağlayıp oradan mücadele etmek gibi bir şey olmadığı için, bunu yüzdeli zam olarak teklif edip sonraki gelişmelere göre manevralar yaparak, böylece işçileri bölüp parçalayarak yön bulacaklar. Bunu da esas itibariyle MESS yönlendirecektir. Biz bu dönem MESS’in bu düşük ücretliler sorununa duyarsız kalamayacağını düşünüyoruz. Bu konuda MESS de sıkışmış vaziyette. Bu çok ciddi bir sayıya ulaşmış durumda, yani grup sözleşmesinin %60’ı demek, 60 bin insan demek. 60 bin işçiyi ilgilendiriyor bu. Öyleyse bunu kimse görmezden gelemez.

Biz teklifimizde bir denge tutturmaya çalıştık. Yani düşük ücret-yüksek ücret ayrımı yapmaksızın işçilerin birliğini sağlayabilecek formül neyse onu çıkartmak oldu hedefimiz. İşyeri toplantıları yaptık bölgelerde, o toplantılarda çıkan eğilim bu şekildeydi. Düşük ücretliler fazla olmasına rağmen kendilerini birleştirecek talep olarak yüzdeli ve seyyanen zammı önerdi arkadaşlar. Oranlar farklıydı ama yöntem olarak bunu öneren işyeri sayımız fazlaydı.

Taban ücretinin 3,5 YTL’ye çekilmesi ve ondan sonra da %5+80 kuruşluk biz zam verdik teklifte. İşçi arkadaşların önemli bir kısmı 2.94, 3 YTL civarında ücret alıyor. Bu zam onlar için %50 civarına geliyor. 6 YTL alana ise %18 zam gelecek. Bunun ikramiye dahil neti 200 YTL düşük ücretliler için, 220 civarında da biraz daha yüksek ücret alanlar için.

- MESS’le ilk toplantıları geçtiğimiz günlerde yapmış oldunuz. Bu toplantılardan yola çıkarak MESS’in ve Türk Metal’in bu dönemki sözleşmeye yaklaşımı nedir?

- İlk toplantılar genelde genel değerlendirmelerin yapıldığı toplantılar olur. Mesajlar da verilir orada. Çok somut parasal konular konuşulmadı zaten. İlk toplantıda bize şunlar söylendi: “Geçmiş sözleşme dönemi huzurlu bir dönem oldu. İşyerlerinde çok fazla sorun çıkmadı. Aynı zamanda metal işkolunda ciddi bir büyüme de yaşandı ama kâr oranları düştü. Ekonomik anlamda bir belirsizlik var, siyasal bir belirsizlik var, halen devam ediyor. İşletmeler bıçak sırtı durumdalar. Ama bunlarda işçinin hiçbir kabahati yok. İşçinin ücreti ya da toplu sözleşmeyle çözülebilecek sorunlar değiller bunlar. İşçi ücretlerine yapılacak zamla bu mesele hallolmayacak. Dolayısıyla başka yöntemler bulmak gerekir.”

Biz de işçinin haklılığını kabul ettikleri için teşekkür ettik ve şunu dedik: “Bu dönem bu büyümenin arkasında metal işçilerinin emeği yatıyor. Çok ciddi bir büyüme gerçekleşti ama bu büyümeye oranla işçilerin durumu geçmişe göre daha kötü. Ve toplu sözleşmeyle çözülecek sorunlar bunlar. Bu sorun önemli bir sorun ve sözleşmeyle çözülebilecek bir sorundur.” Böyle bir mesaj verdik biz de.

Şöyle bir süreç yaşandı, bunu çoğu kimse bilmiyor. Bizim yetkilerimiz 21 Temmuz’da geldi. 21 Temmuz günü MESS’in Türk Metal’in sözleşme teklifini aynen kitapçık olarak işyerlerine gönderdiği bilgisi de geldi. Yetki başvuruları aynı tarihte yapılıyor, Mayıs ayında yapıyoruz. Hemen hemen aynı tarihte çoğunluk tespitleri geliyor, “İtiraz yoktur” yazıları aynı tarihlerde gidiyor ama bize kesin yetki geldiğinde Türk Metal’in teklifi hazırdı ve işyerlerine gönderilmişti. Bizim örgütlü olduğumuz işyerleri de dahil olmak üzere işyerlerine gönderilmişti üst yazıyla. Yani bu sürecin çok öncesinden yetkiler gelmeden, işyeri toplantıları olmadan, bizim aldığımız bilgilere göre yine MESS’le birlikte teklif hazırlandı ve hızla işverenlere gönderilmeye başlandı. Onlar mümkün olduğu kadar bu süreci hızlı ve sessiz geçmeye çalışıyorlar. İşyerlerine verdikleri havaya bakarsak, izinleri kullandırıyorlar bu dönemde. Bu aylar içerisinde çok yoğun izin kullandırıyorlar. Dolayısıyla bizim inisiyatifi tutma niyetimize karşılık onlar da bu tür hareketler içerisine giriyorlar. Bunlar tabii ki taktiksel şeyler. Biz hep şüpheciyizdir TİS döneminde. Hep de çıkar böyle şeyler, belgeleriyle vb. kanıtlanmış durumda.

- Siz bu dönem sözleşmeye nasıl yaklaşıyorsunuz?

Son 2-3 yıl içerisinde bu alanda sermaye birikimi aşırı noktaya varmış, istihdam artmış durumda. İstihdamın artmasının tek koşulu daha ucuza çalıştırılabilir işçiler olması. Yani içerideki işçiden daha ucuza, asgari ücretin biraz üzerinde çalışan binlerce işçinin bulunmuş olması. Çok yoğunlaşan ve hızlanan bir iş temposu. Ve bunun yarattığı rahatsızlıklar söz konusu. Bu dönem geçtiğimiz dönemlerden farklı olarak çatışma üretim sürecinin içine taşındı. Bu kaçınılmaz olarak sermaye egemenliğiyle çatışmaya girmeyi gerektiriyor, bu sorunu çözmek istiyorsan. İşçilerde de böyle bir değerlendirme olduğunu söylemiştim zaten. Bana göre böyle bir bilincin öbürüne göre çok daha siyasal, daha sınıfsal bir yönü var ve bunun geliştirilmesi gerekiyor. Bizim sözleşmeyi oturttuğumuz yer burası. Sömürüye karşı bir mücadele dönemidir bu. Elbette sömürünün ortadan kaldırılması toplusözleşmeyle mümkün değil ama sınırlandırılması mümkün. Dolayısıyla bir sömürüye son mücadelesi bu aynı zamanda, o mücadeleyle bağımlı olmak zorunda. Sonuçta özetleyebileceğimiz yer burası.

MESS yetkililerinin ilk toplantıda ettikleri, “sorunun çözümü toplu sözleşmede ya da ücret artışlarında değil, sorun ücret artışlarında işçilere verilecek zamlardan kaynaklanmıyor. Başka bir yöntem gerekir” sözlerden bizim çıkarttığımız, esneklik konusundaki dayatmalar olacaktır. Her dönem oldu bu. 2002’den bu yana sürekli sözleşmelere getirildi. Bir biçimde kapı aralandı esneklik uygulamalarına ama bu dönem daha ciddi bir hazırlığın olduğu gözüküyor. Hemen sözleşme öncesinde MESS’in kendi işyerlerinde yaptırmış olduğu bir araştırma var. MESS “Bizim üyelerimiz bile esnekliğin faydalarının farkında değiller!” diyor. “Uygulanmıyor esneklik yöntemleri, sadece telafi çalışma çok yaygın olarak uygulanıyor %90’lar civarında” diyorlar. %25 civarında denkleştirme uygulanıyor. Uygulanmıyor dedikleri %25’lik oran aslında çok ciddi bir oran. Çünkü neyin %25’i. 100 işyerinin %25’i. Bu 25 işyeri MESS üyelerinin %95’ini tutuyorsa çok ciddi bir sayıdır.

Bizim denkleştirme uygulanan işyerimiz yok ama Türk Metal’in 30’un üzerinde işyerinde denkleştirme uygulandığını biliyoruz. Geçen sözleşme döneminde belgeleriyle masaya koydular bunu. Bizim işyerlerimizden örnek yoktur. Örneğin Arçelik’te, Tofaş’ta, 30’un üzerinde işyerinde Türk Metal’in yaptığı uygulamayı MESS bize örnek olarak gösteriyor. Geçtiğimiz sözleşme döneminde de getirdiler bunu. MESS yasada 2 ay olarak geçen sürenin sözleşmeyle 4 aya çıkartılmasını istiyor. 2 aylık süreyi biz 4 ay olarak sözleşmeye yazarsak denkleştirmenin işçi tarafından onaylanmış varsayılacağını düşünüyor. Ama yasa diyor ki, “işçi onay vermediği zaman bu uygulanamaz.” Dolayısıyla biz 4 ay yazsak bile sözleşmeye, işçi onay vermediği sürece bunun hiçbir anlamı yok. Ama biz prensip olarak denkleştirme uygulamasının toplusözleşmeye sokulmasını istemiyoruz.

- Örgütlü bir tarzda karşı duramadıktan sonra işçilerin birey olarak karşı durmasını da beklememek gerekir herhalde?

- Onun için zaten biz prensip olarak istemiyoruz. Yoksa koyarsın 4 ayı sözleşmeye, sonra uygulatmıyorum dersin işyerinde. İşçiye onay verme dersin. Bu bir yöntemdir. Ama sen buna onay verdikten sonra bunun önü açılmış demektir ve işveren onu kullanarak yolunu çok rahatlıkla açabilir.

Bunun çok uzun zamandır propagandasını ve çalışmasını yapıyorlar. Son dönem yasa değişikliklerinde yine gündeme getirdiler. Aynı kıdem tazminatı gibi pişirilip pişirilip yeniden gündeme getirilen bir mesele bu. Özellikle MESS uzun yıllardır, yasa çıkmadan çok önce bunu başlattı. Gerçekleşmesi Türk Metal’e bağlı esas itibariyle. Türk Metal’in başkanı kendi televizyonunda yaptığı konuşmada “Biz vatansever insanlarız, gerekirse esnekliği de kabul ederiz” diye bir ifade kullanmış. Esnekliği sözleşmeye sokabileceğini söylemiş. Dolayısıyla şöyle bir durumla karşı karşıya kalabilir metal işçileri. Önce ücretler konusunda yalancı bir dövüş, peşinden ücret artışında önemli bir kısmının kabul edebileceği bir zam, ama esnekliğin sözleşmeye sokulması... Böyle bir tehlike var.

Buna karşı biz esnekliğe karşı bilgilendirmeyi öne aldık. Çünkü bahsetmiş olduğumuz genç işçi kuşağı esnekliğin, denkleştirmenin, telafinin ne olduğunu bilmiyor. Bunlar esas itibariyle esnek çalışma biçimlerinden geçerek kadrolu işçi haline geldiler, yani geçici işçilikten geldiler. Genç işçiler bu tip meselelerde kıdemli işçiler gibi bakmıyorlar. Bilmedikleri için çok önemli görmüyorlar bu meseleyi. Doğabilecek sonuçları iyi anlatılmadığı için duyarlılık farklılığı var. İşçiler bu konuda bölünmüş durumdalar ama bunu hızlı bir şekilde kapatmak zorundayız. Biz üç tur olarak planlamıştık çalışmamızı. Ama şimdi araya bir 4. tur koyarak yoğun bir şekilde esnekliği anlatmaya başlayacağız işyerlerinde. Esnekliğin neler getirip neler götüreceğini anlatmaya başlayacağız.

- Türk Metal’in yapabilecekleri üzerine konuştuk. Bu çerçevede Birleşik Metal ise farklı bir iddia ile ortaya çıkıyor, tüm metal işçilerini temsil ederek davranacağını söylüyor. O açıdan nasıl bir hareket planı çiziyor, ne hedefliyor?

- Biz her dönem metal işçilerinin ortak taleplerini dile getirmeye çalışıyor ve tüm metal işçilerini de o talepler etrafında mücadele etmeye çağırıyoruz. Bazen öyle bir durum oluyor ki, biz kendi üyemizin durumunu bile dikkate almaz duruma geliyoruz. Mesela geçtiğimiz TİS döneminde %10 bizim üyelerimizin büyük çoğunluğu açısından 50 kuruştan fazla zam anlamına geliyordu. Biz %10’la Türk Metal’den daha fazla zam aldık. Bizim ortalama ücretimiz 5,15 YTL. Grup kapsamında olan işyerlerinin ortalaması 4.65 YTL. Bizim ücretimiz yüksektir Türk Metal’e göre. Demek ki Türk Metal’in ortalama ücreti 4.30 YTL civarına geliyor.

Dolayısıyla biz kendi üyelerimizin çıkarlarını düşündüğümüz için, hemen en başta hiç başka formülasyonu zorlamadan imzalamak için eğilim oluşturabilirdik, örgütün büyük çoğunluğu da buna evet derdi. Ama onu yapmadık. Biz azınlık olmamıza rağmen genelde metal işçilerinin durumunu seslendirebilmek için düşük ücretlilere yüksek zamda ısrarımızı sürdürdük. Bu dönemde de aynı şekilde sürekli nabız tutmaya çalışıyoruz. 100 bin işçiden bahsediyorsun. 100 bin işçinin talebi nedir, ne değildir? Çünkü burada Birleşik Metal’in bir öncü savaşçılık yapma şansı yok. Öncülük yapma şansı var, öncülük yapmak zorunda. Ama klasik anlamda bir öncü savaşı verme şansı yok. Onlara bir takım gerçekleri anlatmak ve onları mücadeleye çağırmak zorunda. Ve onu da yapacak. Geçtiğimiz dönemlerden daha farklı olarak da yapacak. Hem kendi üyesi açısından hem dışında kalanlar açısından bunu yapacak. Ama biz bir bütün olarak o grup kapsamındaki metal işçilerini hareketlendiremezsek, onları ortak talepler etrafında toparlayamazsak, o zaman MESS’e karşı teke tek kalma durumunda kalırız. Oradaki tutumumuz hangi durumda karşı karşıya kalacağımıza bağlı. Bu dönem örgüt geçtiğimiz döneme göre çok daha kararlı gözüküyor, işçi arkadaşlar çok daha kararlı gözüküyor. Ama şunu söyleyebilirim; Türk Metal sözleşmeyi imzaladığında ve bunun karşılığında esneklik ya da düşük ücretlilere düşük zam gibi kombinasyonlar ortaya çıktığında, bu örgüt kendisini gösterecektir.

- Bu olası bir greve gitmek demek mi oluyor?

Her toplusözleşmede grev bir ihtimaldir. Ve biz ilk toplantıdan itibaren arkadaşlarımız arasında bu bilinci yaymaya çalıştık. Mesela “kredi kartı kullanımını kesin” dedik. “Grev olabilir, borçla girmeyin greve” dedik. “Bu dönem zor geçecek, bu zorlu dönemde sizin mücadeleye borçlu olarak girmemeniz gerekir” dedik. Gerçekleştirirler, gerçekleştirmezler bilmiyoruz ama belli bir karşılığı olduğunu görüyoruz. İşverenler açısından da bu önemli bir mesajdır.

Çıkan koşulları değerlendireceğiz. Altına imza atılamayacak hiçbir şeyin altına da imza atmayacağız. Bunun sonu grupta tek başına grev yapmak da olabilir. Tek başına grev yapıyor olmak çok zor bir iş. Büyük kararlılık istiyor, bunu bilmek gerekiyor. Ama zor olması yapmayacağız anlamına gelmiyor.

- Taban hazır mı böyle bir sürece?

- Bu süreç hazırlayacak. Çok erken başladık ve tüm arkadaşları bu konuda duyarlı hale getirmeye çalışıyoruz. Bir şeyin gerçekleşmesini isteyen işçi bunun nasıl alınması gerektiğini de tartışacak. Bu sadece benim hazırlamamla olmuyor. Bütün işçiler bunu bilmek zorunda. Bu, bir tarafından aidatın atılıp öbür tarafından hazır toplusözleşmenin çıktığı bir otomat makinesi değil. Bu ülkede işçi olmak zor, sendikalı işçi olmak zor. Hak almak istiyorsan mücadele etmek zorundasın. Bedel ödemeden, bedel ödemeyi göze almadan bir şey istemeyeceksin. Biz işçiyiz, sonuçta mücadele ederek alabiliriz. Ve bugün ileri sürdüklerimiz bizim kafamızdan uydurduğumuz talepler değil. İnsanların çok uzun tartışmalar sonucu ortaya çıkartmış olduğu talepler. O nedenle, ben bir şey istiyorsam, mutlaka olması veya bunun hiç olmaması gerekir diyorsam, bu noktada hem birliğimi sağlamak zorundayım, hem de sonuna kadar mücadele etmek zorundayım. Sonu ne olursa olsun!

(Devam edecek...)