29 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/35

  Kızıl Bayrak'tan
  Gerilim, militarizm ve silahlanma yarışı
   ABD ve NATO savaş gemileri Karadeniz’de…
Emperyalist saldırganlığa ve gerici çatışmalara karşı birleşik mücadeleyi yükseltelim!
Sağlık hakkı için örgütlü mücadeleye!

KESK eylemlerinden…

TİB-DER: Gemiler kara bir tabut olmaya devam ediyor!..
  Grevler, direnişler ve TİS süreçleri devam ediyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Metal TİS’leri ve görevlerimiz
  Mehmet Beşeli ile 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşmeleri üzerine konuştuk…
  Çevresel bunalım bir aşırı-üretim bunalımıdır!
K. Ali
  GOP’ta tekstil ve kot taşlama işçileri buluştu!
  “Çevrecinin daniskası”na yanıt!
  Bolivya’da sınıf çatışmaları keskinleşiyor!
  Dünyadan…
  ABD emperyalizmi “güvenlik anlaşmasıyla” askerlerini yargıdan muaf tutabilecek...
  Gülsuyu’nda festival coşkusu…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist saldırganlığa ve gerici çatışmalara karşı birleşik mücadeleyi yükseltelim!

Pekin Olimpiyatları’nın başladığı gün Gürcistan ordusunun Güney Osetya’ya saldırmasıyla gelişen olaylar, Rusya’nın beklenenin ötesinde bir hız ve şiddette yanıt vermesiyle savaşa dönüştü. Kısa süren Kafkas savaşı şimdilik durulmuş görünüyor. Ancak bu durgunluk hiçbir biçimde yanıltıcı olmamalıdır. Çatışmanın asıl tarafları olan gerici güç odaklarının hazırlıklarına bakıldığında, durgunluğun aynı zamanda yeni çatışmalara hazırlık anlamına geldiğini görmekte bir güçlük yoktur.

Rusya’nın manevra ve meydan okumaları

ABD emperyalizmi ile kuyrukçularının sert eleştirilerine Rusya’nın verdiği yanıt, “siz asıl kendi icraatlarınıza bakın. Sırbistan’ı bombalayanlar, Afganistan’ı, Irak’ı işgal edenler bize ‘aşırı güç kullandınız’ diyemez” mealinde olmuştur. Aslında ABD ile Batılı müttefiklerinin insanlığa karşı işledikleri ağır suçlar ortadadır. Ancak gerici güçler, çoğu zaman bilineni görmezden gelmeyi tercih ederler. Ancak Rusya, emperyalist güç odakları arasındaki çatışmanın yeni bir evreye girdiği bu dönemde, Batılı emperyalistlerin suçlarına işaret etmekten geri durmamıştır.

Sonuçta Rusya, varılan anlaşma gereği askerlerini Gürcistan’dan geri çekti. Ancak Rus savaş makinesinin çekildiği gün, Moskova yönetimi Güney Osetya ile Abhazya’nın bağımsızlık taleplerini kabul ettiğini ilan etti. Haydutbaşı Bush ile yardakçılarını kızdıran bu karar, Rus Parlamentosu’nun alt kanadı Duma ile üst kanadı Federasyon Konseyi’nde kabul edildikten sonra Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev tarafından da onaylanarak kesinleşti.

Rus radyo ve televizyonlarında canlı yayınlanan açıklamasında, bağımsızlıklarının tanınması için Rusya’ya başvuruda bulunan Güney Osetya ile Abhazya’nın talebini kabul ettiklerini söyleyen Dimitri Medvedev, Mihail Saakaşvili yönetimini Osetler’e karşı soykırım yapma girişiminde bulunmakla suçladı.

Medvedev CNN’e verdiği röportajda ise şunları söyledi: “İmzaladığım kararnamede, ülkemizin doğal olarak bu iki ülkenin (Güney Osetya ve Abhazya) güvenliğini güvence altına alacağı ve eğer saldırıya uğrarlarsa onlara uygun yardımı yapacağımız belirtiliyor.” Rusya’nın kararı, Gürcistan yönetiminin zaten gayrimeşru olan bu bölgelerle ilgili hak talebinin zeminini fiilen ortan kaldırıyor. (Elbette Rusya’nın amacı ezilen bu iki halkın özgürleşmesi değil, ABD ile giriştiği çatışmada mevzi kazanmaktır. Gerici Rusya yönetiminin ezilen halkların özgürlüğü gibi bir derdi olsaydı, Çeçenistan’daki olaylar o kadar vahim bir hal almazdı.)

Bölgede çıkabilecek olası çatışmalar karşısındaki tutumlarının ne olacağı sorusuna Medvedev, “Diğer çatışmalara dahil olma konusu sözkonusu olduğunda, doğal olarak bunu yapmayacağız. Ancak Rusya tüm sınırları boyunca güvenliği güvence altına alması gereken bir ülkedir. Bu son derece nettir” şeklinde yanıtladı.

Batılı emperyalistlerin Rusya’yı kuşatma girişimlerini sineye çekme döneminin kapandığı mesajını veren Medvedev, İngilizce yayın yapan “Russia Today” televizyonuna verdiği demeçte ise, “yeni bir soğuk savaş amaçlamadıklarını, ancak bundan da korkmadıklarını” söyledi. Demecinde, kendilerini “hiçbir şeyin korkutmadığını” belirten Medvedev, “Hatta soğuk savaş perspektifi bile korkutmuyor. Bu durumda her şey ortaklarımızın takınacağı tutuma bağlıdır” diye konuştu. Rusya’nın bu meydan okumalarının ardından attığı bir diğer adım, savaş aygıtı NATO ile ilişkilerin askıya alınması hazırlığı oldu.

Rusya’nın NATO Temsilcisi Dimitriy Ragozin, NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer’in Moskova ziyareti öncesinde yaptığı açıklamada, “NATO ile ortak askeri tatbikatlar olmayacak ve Hoop Scheffer’in ziyareti de ertelenebilir” dedi.

Rusya ile ilişkilerin bozulmasının akılsızlık olacağını savunan Ragozin, Rusya’nın olmaması halinde Afganistan’ın NATO için ikinci bir Vietnam olacağını, bu ülkede NATO ile işbirliğini şimdilik sürdüreceklerini belirtti.

Görüldüğü üzere Osetya ile Abhazya’yı Gürcistan’dan nihai olarak koparan Rusya, durgun dönemi olası yeni gelişmelere hazırlamanın olanağı olarak değerlendiriyor.

Washington’daki neofaşist çetenin kışkırtıcı saldırgan girişimleri

Gürcistan’ın “Hamid Karzai”si Mihail Saakaşvili’yi Osetya’ya saldırı için teşvik eden Bush yönetimi, Rusya’nın ani tepkisi karşısında kayda değer bir şey yapamamıştır. Öfkeli açıklamaları bıyık altından gülümseyerek karşılayan Rusya, ABD ile müttefiklerinin Kosova’ya bağımsızlık hakkını tanıdıklarına göre Osetya ile Abhazya’ya da aynı hakkı tanıması gerektiğini hatırlatmakla yetindi. Ancak Washington, Tiflis’teki kukla Saakaşvili’nin aşağılayıcı bir şamar yemesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmekte geç kalmadı. Polonya’daki gerici rejimle “Füze Kalkanı Anlaşması”nı imzalayarak ilk adımı atan savaş baronları, Ankara’daki işbirlikçilerini de sıkıştırarak, üç savaş gemisi için Karadeniz’e geçiş izni vermelerini sağladı.

“İnsani yardım” taşıma iddiasıyla ABD savaş gemilerinin Karadeniz’e demir atması, son derece kışkırtıcı bir gelişmedir. Nitekim ABD’nin küstah girişimiyle ilgili açıklama yapan Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Anatoli Nogovitsin, Karadeniz’deki Amerikan gemilerinin, kaygı kaynağı oluşturduğunu ve gerginliği arttıracağını söyledi. Bu arada Rus donanması, Karadeniz Filosu’nun bayrak gemisi olan Moskova Kruvazörü’nün Karadeniz’e açıldığını duyurdu. Washington’dan yapılan açıklamalarda ise, Gürcistan’a her tür desteğin sunulacağı, bu ülkenin toprak bütünlüğünün korunması gerektiği türünden vaazlar veriliyor. Ancak bu kadarı yetersiz kalmış olmalı ki, Bush’un yardımcısı Dick Cheney’in Gürcistan ve Ukrayna’yı ziyaret edeceği duyuruldu.

Tablodan da yansıdığı üzere hazırlıklar -çatışmanın ağırlığı belli bir dönem için diplomatik alana kaysa bile-, Kafkaslar’da yeni savaşlara davetiye çıkaracak cinstendir. Görünen o ki, ne bölgesel çıkarlarını savunabilecek güçte olduğunu gösteren Rusya geri adım atacak, ne Kafkaslar’a yönelik emperyalist planlarına özel önem atfeden ABD tutum değişikliğine gidecektir.

İşbirlikçi Türk burjuvazisi: Ayak direme ile suç ortaklığı arasında bocalıyor

Gelişmelerin hızlı seyri, Türk sermaye devletini iyice sıkıştırmış görünüyor. Ne ABD’nin kirli planlarına karşı durabilen ne Rusya ile düşmanlığı göze alan Ankara’daki gerici rejim, iki tarafı da idare edebilecek bir çıkış arayışı içindedir. Tayyip Erdoğan’ın Moskova, Tiflis ve Bakü ziyaretleri bu yönde atılmış adımlardır.

İnisiyatif kullanarak “Kafkas İşbirliği Platformu” öneren Tayyip Erdoğan, tehlikeli bir hal alan rejimin açmazına çözüm ararken, efendiden habersiz iş yaptığı için Washington’dan zılgıt yedi. “Şaşırdığımı söylemeliyim. Böyle bir girişimin yapılacağı konusunda bana bilgi verilmedi” açıklamasını yapan ABD Dışişleri Bakanlığı görevlisi Matt Byrza, efendiden izin alınmadan iş yapılamayacağını medya aracılığıyla uşaklarına hatırlattı.

İşbirlikçi sermaye iktidarının Washington’dan gelen direktifler karşısındaki utanç verici aczi, ABD savaş gemilerinin boğazdan geçişi gündeme geldiğinde bir kez daha gözler önüne serildi. Tayyip Erdoğan, ABD’nin henüz başvurmadığını ama görüşmelerin devam ettiğini öne sürerken, Washington’dan yapılan açıklamada, gemilerin geçişiyle ilgili anlaşmaya varıldığı dünyaya ilan edildi. Ankara’daki işbirlikçilerin, yardım malzemelerinin kara, demir ve havayolu ile taşınması önerileri ise, Tiflis’e yaklaşık 20 uçak gönderen ABD tarafından “önceliğimiz deniz yolu” denilerek geri çevrildi.

Washington’dan gelen baskılara boyun eğerek Boğazlar’ı savaş gemilerinin geçişine açan Türk sermaye devleti, NATO “görev gücü” kapsamında iki savaş gemisinin de geçişine izin vermek zorunda kaldı. Son derece alçaltıcı bir duruma düşen işbirlikçi sermaye iktidarı, umutsuz bir çabayla, “ABD Montrö Sözleşmesi’ne uyarak gemilerinin geçiş iznini aldı” türünden açıklamalarla durumu kurtarmaya çalıştı.

Emperyalizme ve Ankara’daki işbirlikçilerine karşı mücadelenin önemi

Boğazlar’ın ABD-NATO savaş gemilerine kolayından açılması, Ankara’daki işbirlikçilerin ABD dayatmalarına karşı koyma gücünden yoksunluğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Bu zayıf iradenin, Washington’dan gelecek basınçla olası bir savaşta suç ortaklığına girme olasılığı az değildir. Bu ise, ilerici ve devrimci güçlere özel sorumluluklar yüklemektedir.

Savaş gemilerinin boğazlardan geçişi karşısında kayda değer bir tepkinin ortaya konulamamış olması, verili durumda anti-emperyalist mücadeledeki zaafa işaret etmektedir. Yapılan bir-iki sembolik eylem önemli olsa da, bu kapsamda bir olay bu tür eylemlerle savuşturulacak cinsten değildir.

Başta komünistler olmak üzere toplumsal muhalefetin tüm öncü güçlerinin savaş hazırlığı kapsamındaki gelişmelere yeterli önemi vermesi, işçi sınıfı ve emekçileri Karadeniz’in kan gölüne çevrilmesi hazırlıklarına karşı mücadeleye çağırması güncel bir görevdir. Emperyalist saldırganlığa ve gerici çatışmalara karşı mücadeleyi yükseltme, Washington kaynaklı basınç altında bulunan Ankara’daki işbirlikçilerin suç ortaklığına girişmelerini engelleme sorumluluğu ilerici ve devrimci güçlerindir. Bu sorumluluğun altından kalkmak ise ancak birleşik ve ilkeli bir mücadele ile mümkündür.

 

AKP’nin yolsuzluklarla mücadele yalanı yama tutmuyor!

Her gün yeni bir yolsuzluk ve rüşvet haberiyle anılan AKP hükümetinin son vakası, AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin bir milyon dolar karşılığında yaptığı “iş takipçiliği” olmuştur. Silivri’de KİPA Alışveriş Merkezi’nin kurulacağı arazideki imar değişikliği karşılığında, Şaban Dişli’nin bir milyon dolar alacağına dair bir protokol imzaladığı geçtiğimiz haftalarda burjuva medyada ifşa edilmişti. Kendi hükümeti dönemlerindeki yolsuzluk ve rüşvet vakalarıyla AKP’den daha temiz bir sicile sahip olmayan CHP, yerel seçimler öncesinde bu olaydan faydalanmaya çalışıyor. “Mal bulmuş mağribi” gibi olayın üzerine atlayarak, hükümeti hesap vermeye “davet” ediyor.

Olayın CHP’liler tarafından basın yoluyla kamuoyuna yansıtılmasıyla birlikte AKP, yine klasik taktiğine başvurdu. Önce konunun muhatabı Şaban Dişli, durumu önemsemez görünen bir tavırla “iftira”, “karaçalma” diyerek geçiştirmeye çalıştı. Ancak CHP’lilerin belge sunması ve ısrarlı tavrı üzerine AKP’liler karşı hamleye geçerek CHP’lilerin “kirli çamaşırlarını” ortaya dökmeye başladılar. Son olarak ise, uzun süre sessizliğini koruyan Tayyip Erdoğan, “tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemedik ve yedirmeyeceğiz. Aksi varsa yiyen varsa onu da aramızda barındırmayacağız” diyerek, yardımcısını sahiplenmeye çalıştı.

Kısaca AKP, bu gibi durumlarda başvurduğu ikiyüzlü politikasına bir kez daha sarılmıştır. Öncelikle yapılan ithamlar, iddialar reddedilir, yok sayılarak konu gündemden düşürülmeye çalışılır. Bu başarılmadığı takdirde karşı saldırıya geçilir. Bunlar da kâfi gelmezse duruma göre yapılanlar ya pişkince sahiplenir ya da kendilerinin “ak kaşık” olduklarına ilişkin açıklamalar yapılır.

Bu, AKP’nin 6 yıl boyunca izlediği bir taktiktir. 2002 seçimleri öncesinde AKP’nin en temel vaatlerinden biri “yolsuzluğun ve rüşvetin” önlenmesiydi. Rüşvet ve yolsuzluğun önlenmesi bir yana ne kadar yaygınlaştığı ortada. Ancak bu sürecin kitlelerde meşrulaştırılması örneklemek bakımından 2004’in yerel seçimleri çarpıcıdır. Zira AKP’lilerin seçim çalışmalarında sarıldıkları en temel argüman, “herkes çalıyor, hiç değilse bunlar çalışıyor, bir şeyler yapıyor” olmuştur. Böylelikle önüne geçileceği iddia edilen yolsuzluk ve rüşvet olayları, “bir şeyler yapılıyor, çalışılıyor” olunması üzerinden toplum tarafından kabul edilen ve razı gösterilen bir olgu haline getirilmiştir.

AKP hükümeti bu sonuçtan en iyi şekilde faydalanmaktadır. Bir yandan “yaptığı hizmetlerin” karşılığını misliyle geri alırken, diğer yandan temsil ettiği yandaş sermayenin gelişip serpilmesi için rüşvet ve yolsuzluk çarkını son sürat işletmektedir. Elbette bu çark sadece belediye hizmetleri sınırları içerisinde değildir. Başta özelleştirmeler olmak üzere birçok alanda, finans hizmetlerinde ve birçok sektörde işlemeye devam etmiştir. “Sermaye sınıfının” mutlu olduğu, ekonomide tozpembe tabloların çizildiği ve Erdoğan’ın tabiriyle “kazan-kazan” devrinin başladığı bir dönemdir bu. Yine bu dönemde Erdoğan, bir başbakan olarak görevinin “ülkesini pazarlamak” olduğunu ilan etmiş ve gittiği yurtdışı gezilerinden kendisine armağan edilen “lüks hediyelerle” dönmeyi ihmal etmemiştir.

Toplumdaki servet-sefalet kutuplaşmasının iyice derinleştiği bu dönemde, çürüme ve yozlaşmanın bir boyutu olan yolsuzluk ve rüşvet olayları katlanarak devam ediyor. Elbette bu çarktan en çok nemalananlar da “halka hizmet hakka hizmet” diyen AKP kadroları oluyor. Öyle ki, bu dönemde kimi bakanların oğulları “gemicik” sahibi, kimileri yurtdışında gayrimenkul zenginidir. Kimileri de çıkarılan yasaların önden bilgisine sahip olarak firmalarının değerlerini bir gecede iki katına çıkartmışlardır.

Sömürü ve soygun tablosunun teşhirini yapanlar ise hükümete göre “bardağın boş tarafını gören art niyetliler”dir. Dahası Erdoğan hasımların “üç-beş koyun gütmesini bilmeyen”, ekonomi ve ticaretten anlamayanlar diyerek aşağılamaktadır. Bugün “üç-beş koyun gütme” becerisinin ne anlama geldiği, adı hükümette yolsuzluklara karışmamış tek bir bakanın olmamasından bellidir.

Şaban Dişli’nin ifşa edilen rüşvet olayı AKP için ne ilktir ne de son olacaktır. “Dokunulmazlıkların kaldırılması” vaadiyle yola çıkanların şimdi bu talebi kendileri için giyotine benzetmeleri hiç nedensiz değildir. Zira başta Erdoğan olmak üzere birçok AKP’liyi yolsuzluk ve rüşvet dosyaları beklemektedir. Emperyalizm ve sermayenin bu sadık hizmetkârları böyle bir sonla karşılaşırlar mı bilinmez, ancak şurası çok kesindir ki, efendileri tarafından gözden çıkartılıncaya kadar boğazlarına kadar gömüldükleri yolsuzluk ve rüşvet batağında tepişmeye devam edeceklerdir.

İşçi ve emekçileri bu çürüyen düzenin yolsuzluk ve rüşvet batağından kurtaracak olan işçi sınıfının devrimci iktidarıdır.