18 Nisan 2008 Sayı: SİKB 2008/16

  Kızıl Bayrak'tan
  Birleşik, kitlesel ve devrimci bir
1 Mayıs’a doğru!..
  Onurumuz ve geleceğimiz için
1 Mayıs’ta alanlara!
301. Madde üzerine koparılan fırtına düzen hukukunun faşist özünü gizliyor...
“İstihdam paketi”nin yeni hediyesi:
Sosyalist Kamu Emekçileri’nden ilerici-öncü kamu emekçilerine çağrı:
SSGSS karşıtı eylemler...
  Mevsimlik işçilerin ‘ölüm mevsimi’!..
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  TKİP II. Kongresi kapanış konuşması... / 2
  Hatice Yürekli yoldaşın anısına...
  Büyükçekmece 2. İşçi Kurultayı... .
  1 Mayıs faaliyetlerinden...
  İzmir Liseli Gençlik Platformu kuruldu!
  Gençlik hareketinden…
  Kapitalizm açlığı dayatıyor,
halklar ayaklanıyor!
  Dünyadan…
  Toplum cinnetin eşiğinde!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bacca’nın failleri ölü-seviciliğe soyunmuş durumda!

Toplum cinnetin eşiğinde!

Hrant Dink katledildikten sonra Rakel Dink’in cenaze töreninde söylediği sözler, üzerinden aylar geçmesine rağmen geniş bir kesimin bilincine kazındı. Dink cinayetini izleyen süre zarfında katledilen nicelerinin ardından bakılıp “Bir bebekten katil yaratan karanlık...” çokça lanetlendi ama kan gölünün önü alınamadı.

Pippa Bacca... Bize Hrant Dink kadar yabancı bu ismin taşıyıcısı genç kadın, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir neden ve tutumla Türkiye topraklarına adım attı. Elbette biz bu nedenlerden haberdar olmadan önce onun kaybolduğu, ardından da boğazlandığı haberi ile karşılaştık. Barış söylemi ile ülke ülke gezen bu genç kadının hikayesi coğrafyamızda pek tanıdıktı ve sonu maalesef önceden kestirilebilirdi.

Bizlerin ancak masallarda duyduğumuz Heidi gibi, kaz çobanı Nell gibi bir isme sahip Bacca’nın masalının sonu Türkiye sınırlarında bir çırpıda yazılıverdi. Yolu ne Kaf Dağı’nın ardına, ne Alp dağlarına, ama 2010’da dünyanın başkenti olma telaşına düşmüş bir şehrin az ötesine, Gebze’ye düşüverince, masal da anlatıcı da boğazlanıverdi...

Asıl adı Giuseppina Pasqualino di Marineo olan Pippa Bacca, Silvia Moro ile birlikte oluşturdukları “Gelin Yolculuğu” projesi kapsamında 8 Mart günü İtalya’dan yola çıktı. Özellikle ABD ve İsrail’in Ortadoğu üzerindeki işgal politikalarına tepki göstermek hedefinde olan iki sanatçı, İtalya’dan gelinlikle yola çıkarak, Filistin topraklarında yolculuklarını tamamlayacaklardı. Türkiye’den önce otostopla Balkan ülkelerini geçen ikilinin yolu maalesef Türkiye’de kesilmiş oldu.

Boyalı basın tarafından yansıtılan hikayenin başı bir kayıp haberi, sonu ise çırılçıplak bulunmuş bir ceset... Ardından yapılan en insani açıklamalarda dahi “Türkiye’nin imajının zedelenmesi” ana ekseni oluşturuyor. Hürriyet “Utanıyor”, Milliyet’in “Acısı çok büyük!”, Radikal “Bu nasıl bir ülke?” diye soruyor... Yollarda tecavüz edilip, kafası kesilen Ayşe ve Fatmalar karşısında susan, kodamanlar eliyle fuhuşa zorlanan adı Emine’yken Mine olmuş kadınları bilmezden gelen, Kürdistan’da dipçiklerle başı ezilen, karnı deşilenlerden hiç mi hiç söz etmeyen burjuva medya şimdi bir imaj telaşıyla utanıyor! Barış için gece gündüz çabalayanlar işkence tezgahlarından geçirilir, polis tecavüzlerine uğrarken alkışlayanlar şimdi acı çekiyor. Sınır ötesi saldırganlığa borozanları ile eşlik edip, ölümlerde kelle hesabına düşenler, satır satır işleyerek yetiştirdikleri katil sürüsünün maalesef sıradanlaşmış bir cinayeti karşısında durup “bu nasıl bir ülke” diye sorabiliyor!

İşte burjuva ikiyüzlülüğü böyle bir şey... Tecavüze uğrayıp katledilmiş bir kadın bedenine, ülke imajını “toparlamak” gibi ne idüğü belirsiz bir erek uğruna manşet manşet yeniden tecavüz örgütleniyor!

Bu coğrafyanın psikiyatristi de,
gazetecisi de cinayetin suç ortağıdır!

Bacca’nın kaybolduğu haberinin burjuva medyada yer almaya başladığı günden bu yana çıkan haberler gerçekten bir araştırmaya konu edilebilecek cinsten... “Gelinlikli otostopçu” başlığından “Arabesk” filminde Müjde Ar’ın gelinliği ile yollarda koşturduğu sahnelerin jenerik olarak kullanılmasına kadar... Hemen her haberde aslında Türkiye’de hemen her gün yaşanan bu iğrençliğe karşı bir yabancılaşma yaratılmaya çalışılıyor, nasıl bir cinnet toplumu haline gelindiğinin üzeri örtülüyor. Kısacası medya patronları gazete sayfalarında koca puntolarla yer verdikleri esprili manşetlerle cinayete (cinayetlere) seve seve suç ortaklığına soyunuyor.

Ancak iş satılık kalemlerin soytarılığıyla da bitmiyor. İşte 13 Nisan tarihinde Milliyet Gazetesi’nde yer alan haberin başlığı: “Tecavüzde beyaz gelinlik etkili mi?” Bu mide bulandıran soruyu yanıtlayan ve uzman bilirkişi sıfatı ile konuşan ise Yeditepe Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve hatta Profesör ve bir de Doktor “Arif Verimli”... Gelinlik cinselliği çağrıştırır diyor Verimli ve ekliyor; “Büyükşehirler suç oranı yüksek insanlarla doldu. İnsanlık değerleri, insan sevgisi ve insan hakları gibi değerlere sahip kişilerle suç unsuru taşıyan insanlar yan yana yaşamaya başladı.” Bu cümlenin öncesinde ise uzun uzadıya Doğu’dan Batı’ya göç anlatılıyor. Yani özcesi medya maymunu bir psikiyatrist olarak, Beyaz Türk kimliğini satır aralarında övmeyi iş edinmiş bu meşhur(!) psikiyatristimiz, bir tecavüz analizi ile Kürt illerinden gelen insanları topyekün “suç oranı yüksek” ve “tecavüze eğilimli” ilan ediyor. Türkiye’de bilim insanı sıfatının peynir ekmek gibi dağıtıldığının bir örneği daha...

Yine bilinen nakaratlar: Katil psikopatmış!

Bacca’nın katili Murat Karataş “psikopat” ilan edildi ve bütün Türkiye rahat etti. Bütün bir toplum delirmemişti! Mesele bir psikopat katilin olağan bir cinayetiydi! Zaten İtalyanlar da olgun bir tutum alarak “her yerde kötü insanlar olur, utanmayın” demedi mi?!

Ama maalesef durum bundan çok uzak! Zira günümüzde hasta olan kişiler değil, toplumlar! Adım adım psikopatlaştırılan bir toplumun fertleri olarak sokaklarımız da güvenli değil, evlerimiz de... İşte yine bir burjuva gazetesinde Bacca’yla ilgili süslü taziye haberlerinin yanına ilişmiş bir haber: “Üniversite lojmanında cinnet! Genç kadın küçük kızını ve kocasını öldürüp, intihar etti!”

Barış için yollara dökülen Bacca’nın bedeninde çırılçıplak bir gerçeğin yansıması okunuyor!

A. Eylül

 

İnsanlığın son durağı: Gebze...

Pippa Bacca ile “ince” espriler ve göndermelerle süslenmiş haberleri ekranlarımızı kapladığında tanışmıştık... “Gelinlikli otostopçu”, “Gelinlikli sanatçı kayboldu” gibi haberlerin en akılda kalanı Fox TV ana haberde “Arabesk” filminden görüntülerle hazırlanan haberdi belki de. Haberi hazırlayanlar belli ki çok eğlenmişlerdi...

Asıl adı Giuseppina Pasqualino di Marineo olan İtalyan sanatçı, Silvia Moro isimli bir arkadaşı ile birlikte savaşları protesto etmek için “Gelinlik yolculuğu” başlıklı bir proje hazırladılar. İtalya’dan yola çıkan Bacca ve Moro üzerlerinde barışı simgeleyen beyaz gelinliklerle otostopla Beyrut’a gidecekler ve yolculuk sırasında Balkan, Akdeniz ve Ortadoğu ülkelerini ziyaret edeceklerdi. Yolculuk boyunca gelinlikleri yıkamayacak olan ikili, gelinliğin üzerinde, bugüne kadar pek çok savaş ve iç savaş yaşamış ülkelerin izlerini taşıyacaklardı. Gelinliğin üzerinde en kalıcı izi bırakan ülke Türkiye oldu...

İtalya’dan yola çıkarak Balkan ülkelerini kateden ikiliden Pippa Bacca’nın, yolculuğun Türkiye ayağı sırasında -31 Mart tarihinde- ortadan kaybolduğu haberi geldi. Balkanlar’ı aşarak Türkiye’ye giriş yapan Bacca, ancak Gebze’ye kadar gelmeyi başarabilmişti. Burada ise alışık olduğumuz bir hikâyenin kurbanı olarak -tecavüz edilerek- öldürüldüğü öğrenildi. Bulunduğunda ondan geriye, ülkelerin izlerini taşıyan gelinliği yerine bir “medeniyet”in sonunu gösteren toprağa gömülmüş çıplak bedeni kalmıştı yalnızca, bir de katilinin kendi sim kartını takarak kullanmaya devam ettiği cep telefonu...

Aslında daha kayıp haberi geldiği anda herkes ne olacağını biliyordu. Kimse olanları öğrenince şaşırmadı. Her gün çıplak kadın resimlerinin yanında sözde lanetlenen tecavüz haberlerinden aşinaydık olanlara/olacaklara. Yine de bir umut vardı herkesin içinde. Belki halen iyi birşeyler kalmıştır bu çürümüş toplumdan geriye diye. Bacca’nın bedeninin bulunması ile birlikte bu son umutlar da söndü.

Toplumu çürüten kapitalizmin mimarları her zamanki gibi tecavüzcüleri lanetlediler, “utanç duyduk”larını belirttiler, “insanlık dışı” ilan ettiler... Suçlular yine ötekilerdi, “kro”lar, “maganda”lar, “köylü”ler, “cahil”ler...

Ve Bacca’nın haberleri bir kez daha, kadın bedeninin teşhiri ve kadının metalaşması üzerine kurulu haber ve fotoğraflarla yanyana basıldı sayfalara.

Bacca nasıl bir sanatçıydı, nasıl bir hayatı vardı, hayata nasıl bakardı, hiçbirini bilmiyoruz, zaten artık önemli de değil... Bacca inandığı barış talebiyle ve savaşın mimarı olarak gördüğü ABD ve İsrail’i lanetlemek, Ortadoğu halklarıyla dayanışmak için naif bir çaba içine giren iki kişiden biriydi. Ve bu naif çaba sistemin yozlaştırdığı toplumun çürümüş kentlerinden yalnızca biri olan Gebze’de sona erdi. Bu sona eriş projenin amacını gündeme getirerek, “barış”ın nerede aranması gerektiğini bir kez daha ortaya koydu. Çünkü toplumları şovenizm ile zehirleyerek savaşları kışkırtanlar ile yozlaşmayı, çürümeyi körükleyenler aynı kişiler!

Shohei Imamura imzalı bir kısa filmde insan olarak kalmak yerine yılan olmayı tercih eden ve öyle yaşayan bir savaş gazisine annesi şu soruyu soruyordu: “İnsan olmak seni bu kadar mı iğrendiriyor?” Bugün artık bu soruyu sorabilmek için kapitalist çürümüşlüğün içinde yaşıyor olmak bile tek başına yeterli olsa gerek...