18 Nisan 2008 Sayı: SİKB 2008/16

  Kızıl Bayrak'tan
  Birleşik, kitlesel ve devrimci bir
1 Mayıs’a doğru!..
  Onurumuz ve geleceğimiz için
1 Mayıs’ta alanlara!
301. Madde üzerine koparılan fırtına düzen hukukunun faşist özünü gizliyor...
“İstihdam paketi”nin yeni hediyesi:
Sosyalist Kamu Emekçileri’nden ilerici-öncü kamu emekçilerine çağrı:
SSGSS karşıtı eylemler...
  Mevsimlik işçilerin ‘ölüm mevsimi’!..
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  TKİP II. Kongresi kapanış konuşması... / 2
  Hatice Yürekli yoldaşın anısına...
  Büyükçekmece 2. İşçi Kurultayı... .
  1 Mayıs faaliyetlerinden...
  İzmir Liseli Gençlik Platformu kuruldu!
  Gençlik hareketinden…
  Kapitalizm açlığı dayatıyor,
halklar ayaklanıyor!
  Dünyadan…
  Toplum cinnetin eşiğinde!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“İstihdam paketi”nin yeni hediyesi:

“Özel istihdam büroları”

AKP hükümeti işçi ve emekçilere yönelik sosyal yıkım saldırılarını peş peşe hayata geçirmeye çalışıyor. SSGSS Yasa Tasarısı’na karşı ummadığı bir muhalefetle karşılaşan hükümet, her zaman olduğu gibi bir kez daha can simidi olarak sendika bürokratlarını devreye soktu.

SSGSS saldırısının tüm sıcaklığını muhafaza ettiği şu günlerde, peşisıra hayata geçirilmesi beklenen “İstihdam Paketi”ne ilişkin yeni bilgiler de kamuoyuna yansıdı. Başta kıdem tazminatı olmak üzere emekçilerin son kırıntı haklarını da tasfiyeye yönelik olarak hazırlanan bu paketin, ayrıca 2003’te yarım kalan ve hayata geçirilemeyen saldırıları da içerdiği görülmektedir. Pakete ilişkin en son yapılan açıklamalara göre “özel istihdam büroları” yeniden gündeme alınmış bulunuyor. Anlaşılan o ki, AKP hükümeti sermaye düzeninin yaşadığı iç dalaşmada, “deliğe süpürülmemek” için sermayeye daha fazla yaranmakta ve bu doğrultuda saldırıların hedefine bir kez daha emekçileri çakmaktadır.

Hatırlanacağı üzere “özel istihdam büroları” sermayenin esnek üretim ve esnek işgücü ihtiyacı çerçevesinde hükümetin kölelik yasasıyla birlikte hayata geçirmeye çalıştığı saldırılardan biriydi. Ancak sendikal ihanet şebekelerin yine aktif desteğine rağmen hükümet o dönemde bu düzenlemeyi yasalaştırma imkânı bulamamıştı.

Şimdi Çalışma Bakanlığı’nın hazırladığı yeni istihdam paketiyle 4857 Sayılı İş Kanunu’na yeniden “Mesleki faaliyet olarak geçici iş ilişkisi” başlıklı bir madde eklenmesi hedefleniyor. Bu düzenlemeye göre “modern simsarlar” olarak da nitelenen özel istihdam büroları aracılığıyla şirketlere “kiralık işçi” hizmeti verilecektir. Şirketlerin 18 aya kadar kiralayabileceği bu işçilerin iş sözleşmeleri özel istihdam büroları tarafından yapılacak ve işçiler maaşlarını bu bürolardan alacaklar. Bürolarsa parayı şirketlerden temin edecek.

Çalışma Bakanlığı yine de işi sağlama almak için, sözde bir takım “tedbirler”le eski yasayı cilalayarak “yeni” olarak sunmayı ihmal etmemiştir. Böylece hizmete koşacağı sendika bürokratlarına tabanını ikna etme konusunda yeni manevra imkanları sağlamayı ummuştur.

“Geçici iş ilişkisi” adıyla yer alan önceki düzenlemeye göre, sadece istihdam büroları değil her şirket kendi işçisini istediği zaman kiraya verebilme imkânına sahip olabilecekti. Yeni düzenlemeye göre bu “hak” sınırlandırılarak sadece bu amaçla kurulmuş özel bürolara tanınmış olunuyor. Ayrıca bu statüde çalışan işçi sayısının, firmada çalışan işçi sayısının dörtte birini geçemeyeceğine dair bir sınırlama getiriliyor. Yine aynı iş için, aynı işverenle yapılacak geçici sözleşmelerin toplam süresinin 18 ayı aşamayacağı, devredilen işyerinde grev ve lokavt olması ve özel istihdam bürosunun işçiyi bu süre içerisinde başka bir işyerinde istihdam edememesi halinde, işçiye asgari ücretten az olmamak üzere sözleşmede belirtilen ücretin yarısını ödemek zorunda kalacak olmaları, alınan “tedbirler” olarak gösteriliyor.

Elbette bu kadarı sendikal koruculara görevlerini başarıyla ifa etmeleri için yeterli argüman sağlamaktadır. Oysa, kâğıt üzerinde kalacağı belli olan bu sözde tedbirler bir yana konulduğunda, her şeyden önce işçi ve emekçilerin “kiralanmak” suretiyle çalıştırılmasının modern çağda ortaçağ koşullarının yeniden hâkim kılınması anlamına geleceği açıktır. Özel istihdam bürolarının “modern simsarlar” olarak adlandırılmasının nedeni de budur.

Çalışma koşullarında ortaçağ köleliğine dönüş anlamına gelen bu düzenlemelerin gerekçesi olarak işsizlik öne sürülüyor. Böylece geçici işlerle işsizliğe belli ölçülerde çare bulunacağı iddia ediliyor. Hâlbuki nasıl ki işsizlik kapitalizmin yapısal bir sorunu, diğer bir ifadeyle onun yol arkadaşıysa, emekçiler üzerindeki sömürüyü artıran bu “önlemlerin” işsizliği azalttığına dair bugüne kadar tek bir örnek görülmüş değildir. Zaten sermayenin has uşağı AKP hükümetinin de bu yasaları hazırlamasının gerisinde işsizlik sorununa çözüm bulma değil, sermayenin daha fazla kâr etmek güdüsüyle işgücünün esnekleştirilmesi ihtiyacı yatmaktadır. Yani işçi ve emekçilerin üzerindeki sömürüyü katmerleştirme, sermayenin ise kârını katlama hedefi var.

Bu düzenlemenin hayat bulması koşullarında patronların, her türlü çalışma koşullarını dayatma noktasında “kiralık işçileri” işletmedeki işçilere karşı bir koz olarak kullanacakları kesindir. Ancak her şeyden öte bu sayede sınıfı bölme, atomize etme hedefinde sermaye amacına bir adım daha yaklaşmış olacak. Zira özel istihdam bürolarınca “kiralık verilen” işçilerde her şeyden önce bir sınıf kimliği ve bilincinin oluşması önüne geçilmiş olunacak. Yanısıra aynı işletmede birlikte çalıştığı sınıf kardeşleriyle ortak hareket edebilmenin önü kesilmiş olunacak. Tabanda ciddi bir tepkiye konu edilmediği sürece sendikal korucuların desteğiyle hayat geçirileceği kesin olan bu yasanın temel hedeflerinden biri de sınıfın mevcut örgütlülüğünün dağıtılması, yeni örgütlenmelerin önüne geçilmesi olduğu açık. Bu anlamıyla düzenleme sömürüyü katmerleştirmede sermayeye büyük bir imkân sunarken, sınıfın direnme azmini ve yeteneğini kötürümleştirme yönünden önemli kolaylıklar sunmaktadır.

İstihdam paketiyle yeniden cilalanıp gündeme getirilen bu yasaya karşı cepheden bir tutum takınmak, işçi ve emekçiler açısından yarınına ve geleceğine sahip çıkmaları bakımından hayati önemdedir. Gelişmiş kapitalist ülkeler arasında sayılan Almanya’da bile bugün 650 bin civarında “kiralık işçi” bulunduğu ve bu sayının 2017 yılına kadar 5 milyonu aşacağı belirtiliyor. Almanya’daki sendikalar, belirli işkollarında “kiralık işçi” sayısı daha şimdiden yüzde 20-30’lara çıktığı, bunun asıl personelin iş alanını tehdit ettiği için, uygulamayı yoğun bir tepkiyle karşılamaktadır. Ucuz emek gücü cenneti olarak görülen ve emek sömürüsünün daha kuralsız ve keyfi gerçekleştiği Türkiye’de ise sermayenin bu yasadan nasıl yararlanacağını kestirmek zor olmasa gerek.

Alınan sözde tedbirlerin kâğıt üzerinde kalacağı, pratikte tam tersi bir sonuç yaratacağı konusunda yeterince deneyim sahibidir bu ülkenin emekçileri. Kölelik Yasası’nın hayata geçirilmesinde sendika bürokratlarının öve öve bitiremedikleri ve sendikal örgütlenmenin güvencesi saydıkları “iş güvencesi” yasasının 4 yılda nasıl bir sonuç verdiği son Türk-İş Genel Kurulu’nda belgelenmişti. Tek başına bu örnek bile emekçilerin bu düzenlemeye neden cepheden tavır almaları gerektiğini açıklamaya yeter.

Elbette sadece bu yasanın çıkarılmasına karşı değil, kıdem tazminatıyla birlikte birçok hakkı da gaspetmeyi amaçlayan saldırıların tümüne karşı mücadele etmek işçiler ve emekçiler için bir zorunluluktur. Sendika bürokratlarının mücadelenin önünde ciddi bir barikat olarak durduğunu SSGSS saldırısına karşı verilen mücadeleyle bir kez daha açığa çıkarmıştır. Sendikal ihanetin panzehiriyse birleşik, militan bir devrimci sınıf hareketinin yaratılmasıdır. Bugün bu ihtiyaç her zamankinden daha acil bir şekilde kendini dayatmaktadır.