18 Nisan 2008 Sayı: SİKB 2008/16

  Kızıl Bayrak'tan
  Birleşik, kitlesel ve devrimci bir
1 Mayıs’a doğru!..
  Onurumuz ve geleceğimiz için
1 Mayıs’ta alanlara!
301. Madde üzerine koparılan fırtına düzen hukukunun faşist özünü gizliyor...
“İstihdam paketi”nin yeni hediyesi:
Sosyalist Kamu Emekçileri’nden ilerici-öncü kamu emekçilerine çağrı:
SSGSS karşıtı eylemler...
  Mevsimlik işçilerin ‘ölüm mevsimi’!..
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  TKİP II. Kongresi kapanış konuşması... / 2
  Hatice Yürekli yoldaşın anısına...
  Büyükçekmece 2. İşçi Kurultayı... .
  1 Mayıs faaliyetlerinden...
  İzmir Liseli Gençlik Platformu kuruldu!
  Gençlik hareketinden…
  Kapitalizm açlığı dayatıyor,
halklar ayaklanıyor!
  Dünyadan…
  Toplum cinnetin eşiğinde!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

301. Madde üzerine koparılan fırtına düzen hukukunun faşist özünü gizliyor...

Tüm faşist yasalar iptal edilsin! Sınırsız söz, basın ve örgütlenme özgürlüğü!

AKP, rejim içi çatışmada AB ekseninde bir uzlaşma arayacağının sinyallerini vermiş bulunuyor. Geçtiğimiz hafta AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’nun (MKYK) toplantısından çıkan sonuç, AKP’nin önümüzdeki dönem AB çalışmalarına hız verilerek sürecin “demokratikleşme paketi”yle aşılması ve siyasi tansiyonun düşürülmesi gerektiği yönündeki kararlar oldu. Böylece Erdoğan ve AKP’nin kurmayları, kapatma davasının ne kadar ciddi olduğunu Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra daha iyi anlamış, yönünü ve yolunu belirlemiş bulunuyorlar. Erdoğan ilk günlerde sergilediği üsluptan çark etmiş görünüyor.

Bu çerçevede Cüneyt Zapsu’nun, American Enterprise Institute’da yaptığı bir konuşmada “O adamı delikten aşağı süpürmeyin, kullanın” dediği R. Tayyip Erdoğan, yeni bir yol, bir çıkış arıyor. ABD’ye, AB’ye ve büyük burjuvaziye güven vermeye çalışıyor. Bir yandan yargıya karşı tepkilerini yumuşatırken, öte yandan da kapatılma davası konusunda diğer partilerle uzlaşma zemini arayacaklarının altını çiziyor.

Erdoğan, AB’ye sizin için daha çok çalışacağız mesajı vererek, “301. maddede gerekli değişiklikleri yapma yönünde adım atmış bulunuyoruz. Bunu Türk demokrasisini daha da ileriye taşıyacak başka adımlar seri bir şekilde izleyecektir” dedi. Erdoğan, her fırsatta ülkedeki gerilim ve kriz ortamının “demokratik siyaset” ile aşılacağını söylüyor. Erdoğan, partisinin son MKYK toplantısında da, “ülke ve milletin menfaati için demokratik siyaseti çare kapısı olarak açık tutmak” gerekliliğinden söz ediyor.

Erdoğan’ın bu ‘demokrat’ söyleminin arkasında AKP’nin kapatma davası sürecinde, bu sürecin önüne geçmeye yönelik düzenlemelere destek sağlamaya yönelik arayışların yattığı sır değil. AKP hükümeti bu arayışlar kapsamında, parti kapatmayı zorlaştıracak bir “demokratikleşme paketi”(!) hazırlıyor. Elbette bunu, AKP gibi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak, ama DTP gibi partilerin kapatılması yolunu açık tutacak biçiminde anlamak gerekir.

Öte yandan, MHP ve CHP’nin AKP’nin bu girişimlerine ilk tepkileri olumsuz oldu. MHP lideri Devlet Bahçeli, AKP için “kendi düşen ağlamaz” diyerek uzlaşmaya yanıt vermeyeceklerini söyleyerek, 301. maddenin değiştirilmesi ve AB ekseninde yaptığı açıklamalarla, 301. madde ekseninde gerçekleşen tartışmaların tekrarlanacağının işaretini verdi. CHP lideri Deniz Baykal’ın uzlaşma çağrısına ilk tepkisi ise, “Biz sizi zamanında uyarmıştık” biçiminde olumsuz oldu.

Kuşkusuz ki AKP hükümeti, değişikliklere 301’den başlayarak, başta AB ve ülkedeki liberaller olmak üzere değişik çevrelerin desteğini almaya çalışıyor. AB Komisyon Başkanı Barrosso da, geçtiğimiz hafta yaptığı görüşmelerde AKP’nin bu yöndeki adımlarını destekleyeceklerini söyledi.

Meclis’e sunulan ve AKP’nin büyük bir demokrasi atağına geçtiğine kanıt olarak gösterilen TCK’nın 301. maddesine ilişkin değişiklik önergesine göre, sözkonusu maddenin başlığı, “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” olarak değişiyor. Önerge, 301’inci maddede yer alan, “Türklüğü” ibaresinin, “Türk Milleti”, “Cumhuriyeti” ibaresinin de “Türkiye Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesini düzenliyor. Önerge, maddeye aykırı hareket edenlere verilecek cezanın üst sınırını da 3 yıldan 2 yıla indiriyor. Önerge ayrıca TCK’nın 301 ve 305’inci maddesine aykırı hareket edenlerle ilgili kovuşturma yapılmasını da Cumhurbaşkanı’nın iznine bağlıyor.

İşte, AKP’nin iki senedir yapamadığı, büyük reform dediği 301 değişikliği bundan ibarettir! Yani dağ fare doğurmuştur. Açıktır ki, bu değişiklik ifade özgürlüğü önündeki engelleri kaldırmayacaktır. AKP’den, demokrasi için bir tutum, demokratikleşme yolunda bir adım beklemek, ölü gözünde yaş beklemek olur.

Irkçı, faşist olmayan hiç kimse Türklük ya da Türk milleti de dahil hiçbir ulusu, etnik grubu, milliyeti vb. aşağılamaz. Zaten 301. madde kapsamında açılan davalar bu konu ile ilgili değildir. Yargılananların hemen hemen hepsi “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” fıkrasından yargılanmaktadır. Yani, hükümetin SSGSS Yasası ile ilgili politikasını eleştirirken, Şemdinli Davası, Ergenekon Davası, asker ya da polisin işkence gibi, yargısız infaz gibi, telefon dinleme gibi bir uygulamalarını sorgularken 301 kapsamına girebilirsiniz. Şu anda 301. maddeden yargılandığı söylenen 700 küsur kişi de bu nedenlerden yargılanmaktadır.

Dolayısıyla, düzen cephesinde yürütülen 301. madde tartışmaları işin özüne ilişkin değildir. Değişikliği destekleyenler, “AKP demokratik adımlar atıyor” demek için bu değişikliği abartıp AKP’yi övmektedir. Değişikliğe karşı çıkanlar ise, “AKP Türk milletine küfür etmeyi serbest bırakıyor” gibi bir demagoji ile sadece hükümeti yıpratmayı hedeflemektedir.

Tartışılması gereken düşünce ve ifade özgürlüğü, bu bağlamda temel demokratik hak ve özgürlüklerdir. Bu konuda da AKP’nin bir milim dahi ileri gitmediği açıktır. AB’ye üyelik bağlamında peş peşe çıkarılan “demokratikleşme paketleri”nin emekçi kitleleri aldatmadan öteye hiç bir anlam ifade etmemektedir.

Öncesini bir yana bıraksak bile, sermaye devletinin kuruluşundan bugüne damgasını vuran işçi sınıfı, emekçiler ve Kürt halkının devrimci mücadelesini ezme amacı güden faşist yasa ve yasa maddeleridir. Pek çok hükümet değişti, demokrasi ve “ak günler”, “adil düzen” vadeden niceleri gelip geçti; ama durum değişmedi. Bu ülkeyi yönetenler işçi sınıfı ve emekçilere özgürlük tanımaktan ısrarla kaçındılar. Ülkeyi yasaklarla, cezalarla, sıkıyönetimlerle, o da yetmezse cuntalarla yönetmeyi tercih ettiler. Sıkıştıkları zaman ise, ceza yasası maddeleriyle hokkabazca oynadılar; rötuşlar, makyajlarla, hiçbir şeyi değiştirmeden, hatta çoğu zaman daha da ağırlaştırarak, sanki büyük değişiklikler yapmış gibi gösterdiler, tam bir üçkağıtçılık yaptılar.

Son AB’ye uyum çerçevesinde yapılan değişikliklerle de zamanında 141., 142. ve 168. maddelerin çerezi olarak var olan 159. madde de kaldırılıyormuş gibi yapılarak 301. maddeye taşındı. Kaldırıldığı iddia edilen çeşitli maddeler çeşitli numaralarla ya başka maddelerin içine sokuldu ya da yeniden formüle edilip kılık değişikliğine tâbi tutuldular. “Demokratikleşiyoruz, normalleşiyoruz, AB’ye uyum sağlıyoruz” adı altında TCK değiştirilirken; 301 ve 305. maddeler getirildi. Bu maddelerin 159. ve 312. maddeden bile daha çok ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bir yan taşıdığı yazıldı, çizildi. Hukukçular, aydınlar uyarılarda bulundu. Fakat bu uyarılara aldırış edilmedi, zira düzenin bu maddelere, bunların içerdiği yasaklara ihtiyacı vardı.

İki yılı aşkın bir süredir kaldırılsın mı, kalsın mı tartışmaları sürerken, AKP hükümeti bırakalım maddeyi tümden kaldırmayı, makyaj niteliğinde bir değişiklik için bile ipe un serdi. Bu arada devrimciler ve pek çok demokrat aydın, bu maddeden yargılandılar, saldırıya uğradılar ve baskıya maruz kaldılar. Bu maddenin son kurbanlarından birisi de, Hrant Dink’ti. Demokrat bir Ermeni aydını olan Hrant Dink, bir yıl önce, Türklüğe hakaret ettiği gerekçesiyle evvela 301’den yargılanmış, ardından da faşist güçlerin boy hedefi haline getirilerek katledilmişti. Ancak ne Hrant Dink Türklüğü koruma adına katledilen son kurbandır, ne de 301. maddenin kalkması yahut değişmesiyle burjuva devlet şoven milliyetçi zihniyetinden vazgeçecektir.

Görünürde TCK’nın 301. maddesi öne çıktıysa da, aynı yasa kapsamında, “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”, “halkı askerlikten soğutma”, “basın yoluyla kamu barışına karşı işlenen suçlar”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”, “suçu ve suçluyu övme”, “temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama” gibi bir dizi hususu düzenleyen daha birçok madde egemenlerin canlarının istediği gibi kullanabilecekleri nitelikte. Bunlar yetmezse Terörle Mücadele Yasası, Atatürk’ü Koruma Yasası, Basın Yasası ve RTÜK Yasası gibi başka yasalar mevcut. Ama ne AB, ne de demokrasicilik oynayan burjuva medya bunları öne çıkarıyor. İşin gerçeği, tanınmış isimlerin yargılanmaları nedeniyle yalnızca 301. madde teşhir olmuş bulunuyor, o kadar.

Biz komünistler, sadece 301. maddenin değil, başta 12 Eylül faşist askeri darbesinin ürünü olan mevcut anayasa olmak üzere tüm faşist ve antidemokratik yasaların kaldırılması için mücadele ediyoruz. Tüm temel demokratik hak ve özgürlüklerin eksiksiz olarak gerçekleştirilmesini istiyor, bunun kavgasını veriyoruz. Fakat bunun yolunun da düzene karşı devrimci mücadeleden geçtiğini çok iyi biliyoruz. Düzene karşı devrimci mücadele perspektifi içinde ele alınmadığı ve bizzat kitlelerin devrimci mücadelesiyle koparılıp kazanılmadığı sürece, demokratik hak ve özgürlükler üzerine her türlü iddianın kaba bir aldatmaca, buna ilişkin her türden beklentinin dayanaksız bir hayalden öteye gidemeyeceğini söylüyoruz. Burjuva düzeni koşullarında demokrasinin sınırlarının bir parça genişlemesi bile ancak işçi sınıfının ve emekçilerin düzene karşı devrimci mücadelesi sayesinde, bunun bir yan ürünü olarak gerçekleşebilir. Tarihin temel önemde bir dersi olarak bunu hep akılda tutuyoruz.


“Sınırsız söz, basın, örgütlenme, gösteri ve toplanma özgürlüğü!”

301 komedisine son!

Burjuva meclisin 301 komedisi sürüyor. “İki yıldır” üstünde çalışıldığı iddia edilen 301. madde değişikliği, özde hiçbir değişiklik içermiyor. Barosso ziyareti vesilesiyle bir kez daha perde alan bu komedi, iki yıldır AKP tarafından sahnelenmeye devam ediliyor.

Komedi AKP tarafından sahneleniyor ama bu oyunda, faşistinden “sosyal demokrat”ına tüm düzen partilerinin rolü var. Her bir oyuncu büyük bir gayret içinde diğerlerini geçmeye, palyaçoluk ünvanını kapmaya çalışıyor. Ancak, bunların yanında palyaçoluğun da bir onuru olduğunu teslim etmek gerekir. Düzen partilerindeki bu onursuzluk daha çok saray soytarılarınkiyle kıyaslanabilir bir düşkünlükle tanımlanabilecektir.

Hükümet partisi ilgili değişiklikten kendine demokrat payesi çıkarmaya çalışırken, hem sosyal hem demokrat ünvanlı muhalefet partisi, karşı çıkışını demokrasi adına ve değişikliğin gerçek bir değişiklik olmaması üzerinden yapmıyor, sanki değişiklikle birden bire bir özgürlük ortamı doğacak da, önüne gelen Türklüğe ve Cumhuriyet’e ve de laikliğe hakaret edecekmiş havasıyla dikleniyor. Faşist parti zaten, tıyneti gereği, bir sahtekarlıktan ibaret de olsa, “demokrasi” adının kullanıldığı her şeye karşı çıkmak zorundadır, karakterinin gereğini yerine getiriyor.

Oyunun starları her ne kadar düzen partilerinden seçilmiş olsa da, oyun, düzenin her kurumunun katıldığı bol figüranlı bir yapımdır. Örneğin düzen medyası, kendi “aydın” takımından epey kurban vermiş olmasına rağmen, bu sahtekarlığa bir nebzecik de olsa inandırıcılık katabilmek için oyuna dahil oluyor. Sanki gerçekten bir değişiklik yapma niyeti varmış, yapılabilirmiş gibi, öneriler, yorumlar, eleştirilerle sahnedeki yerini koruyor.

Oysa bu oyun, daha öncesi bir yana, 141-142’lerden bu yana sergilenegelen bir sahtekarlıktan başka bir şey değil. Maddenin biri kaldırılırken, yerine daha ağır bir başkası mutlaka konmak suretiyle, fikir, her koşulda en ağır cezai yaptırımın konusu ediliyor. 301’in öncelleri bir zamanlar, başta gelen idam gerekçesi yapılmıştı. Düzen cephesinden (iç muhalefet) ve devrimci muhalefetten pek çok kişi, bu maddelerden ipe gönderildi. Yüzlerce aydın yüzlerce yıl hapisle yargılandı, onlarca yıl hapiste kaldı, böyle suçlananlardan pek çoğu, kontra devletin saldırılarında hayatını kaybetti.

Bugüne dek, fikrin suç sayıldığı kimi yasaların engellenebilmesi ise, ancak, sınıfın muhalefeti ve mücadelesi sayesinde olabilmiştir. 15-16 Haziran, DİSK’in hedef alındığı bir yasayı, DGM direnişleri ise yine sınıfın örgütlenme ve mücadele özgürlüğünün “devlet güvenliği” gerekçesiyle yasaklanmaya çalışılmasını engelleyebildi. Daha doğrusu, o gün için bu tasarıların yasalaşması durdurulabildi. Ve hatırlanacağı gibi, her iki yasa da, bu olayların ardından gerçekleşen askeri darbeler döneminde, yani silahların gücüyle sınıf mücadelesinin bastırılmasından sonra çıkarılabildi.

Bu iki örnekle aktardığımız kısa tarihi deneyimin de gösterdiği gibi, fikir özgürlüğü dahil, özgürlüklerin tamamının teminatı, sadece proletarya demokrasisinde sağlanabilecektir. Verili düzende kimi özgürlükleri kullanabilmek için de, sınıf mücadelesinin güçlü tutulması zorunludur. Kapitalist sınıf ve düzen katında herkes, her kurum, kendisi için hak-hukuk ister ve ararken, sadece proletarya, herkesin yararlanacağı bir haklar manzumesinden, herkesi koruyacak bir hukuktan söz ediyor. Bunun mücadelesini veriyor.

Bu mücadelenin son noktasında kurulacak olan proletarya iktidarı, insan hak ve özgürlüklerinin en ilerisini, en gelişmişini yasalarıyla teminat altına alacaktır.