8 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/06

  Kızıl Bayrak'tan
  Sahte kamplaşmalar köleliğe ve karanlığa, devrimci sınıf mücadelesi kurtuluşa götürür!
  “Demokratik çözüm yürüyüşü” engellemelere rağmen gerçekleşti!
Sırada kıdem tazminatı hakkı var…
Tuzla tersaneler cehenneminde ölümlerin ardı arkası kesilmiyor!
Bir iş cinayeti, kapitalizm ve insan...
Kadıköy’de “Öğretimize, özgürlüğümüze saygı mitingi”…
  Binlerce Tekel işçisinden özelleştirme karşıtı mücadele kararlılığı
  TÜMTİS işçilerinden eylem...
  SSGSS karşıtı faaliyetlerden...
  Basın sansürü ve görevlerimiz
  TKİP II. Kongresi değerlendirmeleri...
Kadın sorunu ve sınıf içinde kadın çalışması / 1
  Yaşanabilir bir dünya için sosyalizm!
  Çiğli Emekçi Kadın Kurultayı üzerine konuştuk...
  Davutpaşa katliamı: Öfkemiz isyanımızın mayasıdır!
Volkan Yaraşır
  160. yılında Manifesto günceldir!
  Solun Komünist Manifesto ile sınavı...
A. Deniz
  “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” Nokia işçilerinin dayanışma çadırında hayat buluyor!
  Irkçı siyonistler Lübnan hezimetini itiraf ettiler!
  Türk sömürgeciliğinin değişmez unsurları: İnkar, tehcir, asimilasyon ve imha!
M. Can Yüce
  Ankara’da ortak panel...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

Gazete biçiminde okumak için tıklayın

 

Türk sömürgeciliğinin değişmez unsurları: İnkar, tehcir, asimilasyon ve imha!

M. Can Yüce

manifestoMilliyet Gazetesi’nde 22 Ocak 2008 tarihinde Can Dündar / Rıdvan Akar imzalı, “Ecevit’in Gizli Arşivi’nden çıkan inanılmaz belge” adıyla bir belgenin özeti yayınlandı. Aktarılan özetin kendisi bile Türk sömürgeciliğinin özünü ve Kürtler’in yıllardır maruz kaldıkları egemenlik siteminin ana çizgilerini ortaya koymaya yeterlidir.

Yayınlanan bu özette, yıllardır Kürdistan üzerinde kurumlaştırılan ve her geçen gün derinleştirilen sömürgeci inkâr ve imha sisteminin temel unsurları var: İnkâr, tehcir, asimilasyon, imha ve bunların araçları…

Özetin özeti bazı notlar:

“b) Bölgeye diğer bölgelerden nüfus çekmek veya bölge nüfusunun bir kısmını iktisadi teşvik tedbirleriyle- diğer bölgelere göndermek suretiyle, bölgenin nüfus kompozisyonunu değiştirmek.”

c) Sosyolojik ve antropolojik araştırmalara dayanarak, bölgenin sosyal yapısını temsili sağlayacak yönde- değiştirmek...” (…)

“ASİMİLASYON: Hâlihazır İskân Kanunu ve tatbikatını, tespit edilen politika ihtiyaçlarını karşılayacak ve asimilasyon temin edecek şekilde incelemek ve tadil etmek...

 HİCRET: Bölgenin, kendilerini Kürt sananlar lehindeki nüfus strüktürünü, Türk lehine çevirmek için, bölgelerindeki iktisadi şartların zorluğu karşısında başka taraflara hicrete mecbur kalan Karadeniz sahillerindeki fazla nüfusla, memleket dışından gelen Türkleri bu bölgeye yerleştirmek, bölgedeki kendilerini Kürt sananları bölge dışına hicrete teşvik ve bu hicreti finanse ederek, memleketin Türk çocuğu bulunan yerlerine iskân etmek...

 IRAK KÜRTLERİ’NDEN AYIRMAK: Türkiye’de kendilerini Kürt sananlarla İran ve Irak’taki Kürtlerin irtibatını kesme bakımından bölgeyi, kendilerini Kürt sananların çoğunluğunu dağıtmak üzere, sistemli bir şekilde bölecek iskân sahalarına ayırmak...

 KONTENJAN KADRO: Bölgeden batıya ve batıdan bölgeye nüfus akışını temin maksadıyla, doğu ve batıda resmi ve özel sektöre ait sınaî, zirai ve ticari tesislerin personel kadrosunun muayyen bir nisbetini, diğer bölge halkından olan işçiler için kontenjan olarak tefrik etmek...

 MİSYONER YETİŞTİRMEK: Planlanan bölge okulları, köy okulları ve meslek okullarının faaliyete geçirilmesi... Kız ve erkek misyoner yetiştirilmesi ve bunun için hususi müessese kurulması... Bölge halkından kabiliyetli ve küçükten asimile edilen gençlere yüksek tahsil imkânları sağlanması...

 KÜRT MEMURLAR: Doğuya kendilerini Kürt sananlardan vali, kaymakam, hâkim, jandarma subayı, ordu subayı, astsubay, öğretmen, memur gönderilmesi...

 RADYODA PROPAGANDA: Radyo vasıtasıyla Türkçe güfteleriyle mahalli havaların çalınması ve mahalli radyoların, bölge için, propaganda uzmanlarından müteşekkil gruplar tarafından hazırlanacak programları yayması...

 İNANDIRMA FAALİYETİ: Irk bakımından, Türk siyasi düzeninin kendi menfaatleri bakımından en elverişli, en emin ve en çok imkân sağlayan düzen olduğunu telkin eden bir inandırma faaliyetine girişilmesi...

 TİYATROCULAR, ÂŞIKLAR: Uzmanlar tarafından hazırlanmış skeçler oynayacak küçük tiyatro ekiplerine, bölgenin lisanına vakıf saz şairlerine yukarıdaki fikirlerin aşılanması...

 KÜRT MESELESİ YOKTUR: Dünya entelektüel muhitine Türkiye’de bir Kürt meselesinin mevcut olmadığının anlatılması...

 DOĞUNUN TÜRK TARİHİ: Bir üniversiteye bağlı derhal bir Türkoloji Enstitüsü kurularak, kendini Kürt sananların menşelerinin Türk olduğunun ispat olunarak yayınlanması... Doğunun Türk tarihinin yazılarak neşredilmesi...

 DAĞLI TÜRKLER: İslam Ansiklopedisi, Rus âlim ve politikacısı Minovski’nin tarafgirane bir surette, kendini Kürt sananların menşeinin İrani olduğunu iddia eden yazısını alarak, kendilerini Kürt sananlar kısmında neşretmekle, Lozan’da delegelere kabul ettirilen, kendilerini Kürt sananların dağlı Türkler olup, menşelerinin Turanî olduğu tezi ile de tezada düşülmüştür. Doğulu münevverler arasında münakaşayı mucip olan ve ayrılık taraftarlarına tutamak veren bu hatanın, derhal tashih edilmesi...

MENŞELERİ TURAN: Kendilerini Kürt sananların, menşelerinin Turanî kavimlere dayandığı hakkında, çeşitli yönlerden arayışlar yapılmaya ve neticelerinin türlü neşir vasıtalarıyla yayılması…” …

1961 yılında askeri cunta tarafından hazırlatılan ve kendisinden sonra gelen hükümete uygulanmak üzere tebliğ edilen Rapor’un temel unsurları yeni değil, 24 Eylül 1925 tarihinde kaleme alınan “Şark Islahat Planı”nın, 1935 yılında İsmet İnönü’nün Kürdistan Gezisi’ni raporlaştırdığı “Şark Seyahati Raporu”nun güncelleştirilmiş, derinleştirilmiş ve sistemleştirilmiş bir versiyonudur; aynı zamanda, TC’nin Kürdistan politikasının özü ve özeti niteliğindedir.

TC, anılan plan ve raporlarda ifade ettiği Kürdistan politikasını her dönemde uygulama alanına koymuştur ve 1970’li yıllara gelindiğinde önemli bir başarı da kazanmıştır. Ama karşısında çok ciddi ve engelleyici bir direnişle karşılaşmadan yoluna devam eden, inkâr ve imhayı esas alan sömürgeci sistem, esas olarak, 1970’li yıllarla birlikte örgütlü bir direniş hareketiyle karşılamıştır. Bu, işini son derece zora sokmuştur. Öyle olmakla birlikte TC, anayasal ve yasal, kurumsal, ideolojik, politik ve kültürel güvencelere bağladığı Kürdistan politikasını esnetmek bir yana, daha da derinleştirme yoluna gitmiştir. Özellikle 1990’lı yıllarda köy boşaltma yöntemiyle Kürdistan’ın ulusal ve demografik yapısını değiştirmeye çalışmış, bunun sonucu milyonlarca Kürdü Türkiye kentlerine göçertmeyi başarmıştır. İnkâr ideolojisi iflas etmekle birlikte asimilasyoncu eğitim ve kültür politikası hızından ve derinliğinden bir şey kaybetmeden devam etmektedir. Kısacası sömürgeci sistem ve onun belli başlı unsurları derinleştirilmiş ve ağırlaştırılmış olarak devam ettirilse de, bunun karşısında Kürtler’in uyanışı ve ulusal bilinci bir eğilim ve hareket olarak, karşıt bir kutup olarak gelişmiş ve her şeye rağmen bugün varlığını sürdürmektedir…

Yeniden 1960 askeri darbesinin Kürdistan politikasına dönecek olursak;

Bilindiği gibi, 1925-40 yılları arası Kürdistan tarihi, haklı isyanlar ve bunları çok kanlı, resmi adı “Tedip ve Tenkil Harekâtları”, bastırma ve imha hareketleri, Kürdistan’ın yeniden işgali ve denetim altına alınması tarihidir! Bu dönem, aynı zamanda askeri işgal ve siyasal denetim ve egemenliğin bu askeri işgal temelinde yeniden kurumlaştırılması tarihidir! Bir tür Genel Valilik kurumlaşmasını andıran, her açıdan tam yetkili, astığı astık, kestiği kestik “Umumi Müfettişlik” kurumlaşması, hem bu TC’nin sömürgeci kurumlaşmasının ilk biçimi, aynı zamanda sömürgeciliğin en temel aracı niteliğindedir! Bu gerçekliği İ. İnönü’nün “Şark Seyahat Raporu”nda görmek mümkündür!

1960’a gelindiğinde Kürdistan’daki isyanlar ve direnişler bastırılmış, askeri işgal ve siyasal-idari kurumlaşma baskı, zor ve şiddet temelinde oturtulmuş, direniş öğeleri bastırılmış ve susturulmuş, dahası yeniden direnme potansiyelleri sürgün ve tehcir uygulamaları ile dağıtılmıştır! Yani sömürgeciliğin derinleştirilmesi, yaygınlaştırılması, nihai olarak sökülmemecesine oturtulması aşamasına geçilebilirdi… 1960 darbesi uygulamaları ve devlet politikası olarak güncellediği çizgi, bu aşamaya oturuyor, onun somut bir ifadesi oluyor!

İnkâr ve imha çizgisi anılan politikanın her zerresine sinmiştir. Gizli bir devlet raporunda bile Kürt kavramının kullanılmasından özenle kaçınılıyor, onun yerine “Kendilerini Kürt sananlar” kavramı uyduruluyor. Kürtler’in inkârı ve tarihten silinmesi ve Kürdistan ülkesinin hem tarihten, hem de hafızalardan ve günlük dilden sökülüp atılması için her şey yapılıyor. 1960 askeri darbesiyle Kürdistan’daki bütün köy, dağ, ova, nehir ve coğrafik alanların Kürtçe ve Ermenice olan adları yasaklanıyor, Türkçe adlarla değiştiriliyor. Kabul etmek gerekir ki, 40 yılı aşkın bir süredir gerçekleştirilen bu Türkleştirme pratiği Kürtçe köy adlarının hafızalardan ve günlük dilden silinmesini önemli ölçüde başarmıştır. Son bir iki kuşaktan kaç kişi köylerinin Kürtçe veya Ermenice adlarını bilmekte ve hatırlamaktadır? Ya bir 50 yıl sonra kaç kişi hatırlayacak?

Yatılı Bölge Okulları, yine 1960’lardan sonra Kürdistan’da yaygınlaştırıldı, bunlara, Türkleştirme ve özünden uzaklaştırma, başkalaşıma uğratma misyonu biçildi…

Kürdistan’ı Türkiye’ye bağlayan, TC’nin askeri, siyasal-idari egemenliğini sağlama bağlayan, ekonomik olarak Türkiye pazarının bir uzantısı haline getiren temel kara ve demir yolları da 1960 darbesinden sonra hemen hemen tamamlanmıştır. Kuzeyde Erzurum üzerinden Kars’a; ortada Malatya ve Elazığ üzerinden bir kolu Diyarbakır, bir kolu Bingöl ve Muş üzerinden Van’a; Güneyden Antep, Urfa üzerinden Diyarbakır’a uzanan yolların anılan temel işlevleri vardır!

Yine bu dönemde uygulanan sürgün uygulamalarıyla Kürt egemenleri daha da iğdiş edilir ve sistemin uysal ve aşağılanarak bağlanmış dayanağı haline getirilir!

Kısacası, 1960’lı yıllar, Türk sömürgeciliğinin “ikinci aşamasına” denk geliyor; kurumlaşma, kurumlaştırmayı çeşitli düzeylerde sağlama alma ve nihai amaca varmak için çok kapsamlı bir atağa geçme dönemine denk geliyor: Askeri darbe tarafından hazırlatılan ve devlet politikası haline getirilen planın özü ve özeti de bunları anlatmaktadır!

Sömürgeciliğin bu “olgun” aşaması, kuşkusuz kendi “mezar kazıyıcılarının” temellerini de döşemeden edemezdi! Yoğun ve yaygın Türkleştirme, yollar ve kapitalizme açma, Türkleştirme temelinde de olsa “modern” sınıf ve tabakaların gelişmeye başlaması, aynı zamanda modern ulusal kurtuluşçuluğun da nesnel toplumsal temellerinin boy vermesine neden olmuştur! Bu nesnel sosyal gelişmeye denk ve ona dayanan devrimci ulusal kurtuluşun ortaya çıkması sömürgeci inkâr siteminin nihai ve ölümcül hamlesinin de önünde aşılmaz bir barikat işlevini görmüştür!

Kısaca özetlemek gerekirse; Kürdistan ülkesi ve Kürt halkının karşı karşıya kaldığı yaşamsal tehlike ortadadır, günlük olarak yaşanmaktadır! Kimi zaman ortaya dökülen resmi belgelerdeki politikaların yeniden okunması, yaşamla elde edilen bilgi ve deneyim, her noktası ruhumuzu ayaklandıran bir bilince dönüştürmede bir işlev gördüğünde anlamlıdır. Yoksa bir kâğıt parçasından öte bir anlamı olabilir mi?

Peki, deşifre edilen belgedeki politikalar sadece tarihte mi kaldı? Ya güncelde yaşananlar, yaşatılanlar, bu belgelerde dile getirilen politikaların daha katmerlisi, daha derinleştirilmiş biçimi değil mi?

Peki, tarih bilincimizi köreltmeye çalışanlara, ulusal ve sınıfsal gerçekliğimizi çarpıtanlara, bizi devrimci bilincimizden soyundurmak isteyenlere ne demeli, onlara ne yapmalı?

Tarih ve güncel gerçekliğin bilinci; işte, Kürt halkının yaşadığı sorunların çözümünde kuşanması gereken en temel silahlar bunlardır!

5 Şubat 2008

 

Savaş aygıtı NATO’nun Afganistan aczi!

11 Eylül’ün ardından saldırıya uğrayan Afganistan, 6 yılı aşkın bir süredir emperyalist orduların işgali altında bulunuyor. Savaş aygıtı NATO komutasında devam eden işgal, aslında tüm Afganistan’ı kapsamıyor. Zira işgalci ordular sınırlı alanlar dışında denetim sağlayabilmiş değiller. Ancak denetim sağlanamasa da, pek çok bölge emperyalist orduların varlığını hava bombardımanlarıyla hissediyor.

CİA fideliğinde suni gübre ile yetiştirilen Hamid Karzai, işgalci NATO orduları tarafından başkent Kabil’e taşınıp “devlet başkanı” tayin edilse de, bu soysuzluk abidesi Afgan halkları nezdinde kukladan öte bir anlam ifade etmiyor. Kabil’deki bu kukla yönetim, İslam’a hakaret eden bir makaleyi internetten indirip dağıttığı iddiasıyla yargıladığı genç bir gazeteciyi ölüm cezasına çarptıracak kadar da “demokratik” değerlere bağlı!

NATO ordularının Afganlara “bahşettiği” bu “demokratik” yönetimin başka meziyetleri de var. Örneğin ABD’li görevlilerin hazırladığı bir rapora göre, Karzai yönetimi, yeniden yapılanma için bu ülkeye gönderilen “yardımlar”ın ancak yüzde 10’unu Afganlara ulaştırıyor.

Bu “demokrasi vahası”nı sulamakla övünen NATO orduları, 6 yılı aşan işgalin ardından tam bir açmaz içinde. Bu fiyaskoyu dillendirenler ise, bizzat işgalci ABD ordusunun generalleri.

Afganistan’daki işgalci ABD Deniz Piyadeleri Kolordusu Komutanı Orgeneral James Conway, Afganistan’da saha görevi yürüten ABD komutanlarının olumlu değerlendirmelerine karşın, istihbarat raporlarının daha olumsuz olması nedeniyle, Pentagon’un Afganistan’daki durumu net olarak göremediğini belirtti. “Afganistan’daki durum kafa karıştırıcı” diyen general, gazetecilerin, “ABD”nin Afganistan’ın işgalinin üzerinden geçen 6 yıl içinde durumun böyle olmasının normal olup olmadığı” şeklindeki sorusuna, “Hayır, departman olarak, atacağımız adımlar üzerinde anlaşmaya varabilmemiz için ortak bir görüşe ihtiyacımız var.” dedi. İstihbarat raporlarında Taliban’ın artık daha geniş bir alanı kontrol altına aldığına ve Afganistan’daki aşiretler üzerinde nüfuzunu artırdığına dikkat çekti.

Bu arada eski general James Jones başkanlığında, ABD Atlantik Konseyi tarafından hazırlanan raporda ise, güvenliğin iyileştirilmesinin sağlanmaması ve yeniden yapılandırma ile iyi idare çalışmalarının hızlanmaması halinde Afganistan’ın risk altında olduğu vurgulandı.

Raporda, 2001’de devrilen Taliban’ın ülkenin çok kalabalık olmayan yerleşimlerin bulunduğu bölgelerdeki kontrolünün arttığının, ülke genelinde sivil reformlar, yeniden yapılandırma ve kalkınmada ilerleme sağlanamadığının altı çizildi.

Yine son günlerde hazırlanan ABD’nin eski BM büyükelçisi Thomas Pickering başkanlığında bir başka raporda ise, ABD ile Afganistan’daki müttefiklerinin “hafif operasyonları yerine “uygun” operasyonlar yapılması gerektiği kaydedildi. ABD’nin Afganistan için özel bir temsilci ataması ve Afganistan’ın 5 yıl içinde istikrara kavuşturulması için ABD ile NATO’nun yeni bir “birleşik strateji” geliştirmesi çağrısında bulunuldu.

Afganistan fiyaskosundan çıkış arayan ABD emperyalizmi, diğer NATO müttefiklerine yüklenemeye çalışıyor. Nitekim geçen yıl savaş aygıtının Brüksel’deki karargahında yapılan toplantının ana gündemini, üye ülkelerin Afganistan’daki birliklerini güçlendirmesi oluşturmuştu. Ancak Afganistan bataklığına daha çok dalmaya pek istekli olmayan NATO üyesi devletler, asker talebini geçiştirmeyi tercih etmişlerdi.

Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates, bir süre önce Alman Savunma Bakanı Franz Josef Jung’a gönderdiği mektupta, Almanya’dan çatışmaların yaşandığı güney Afganistan’a asker göndermesini istemişti. Alman birliklerinin sadece ülkenin güvenli yerlerinde konuşlanmış olmasının, ISAF’a katılan NATO müttefikleri arasında rahatsızlıklara yol açtığını kaydeden Gates, Berlin’den desteğini arttırması gerektiğini dile getirmişti.

Afganistan’daki açmaz derinleşirken bu kez NATO şefi de Almanya’ya yüklendi.

Alman gazetesi Bild am Sonntag’a açıklamalarda bulunan NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer, Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra Almanya’ya Afganistan konusunda uyarılarda bulundu. Almanya’nın Afganistan’daki etkinliğini arttırmasını isteyen savaş aygıtının şefi, Alman birliklerinin kuzey Afganistan’da örnek hizmetler verdiğini, ancak uluslararası birliklere başka yerlerde de daha fazla ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi.

NATO’nun Afganistan’da barış sağlanıncaya kadar silahlı güçlere ihtiyacı olduğunu ifade eden Scheffer, kuzeyde konuşlanmış olan Alman birliklerinin silahlı göreve hazır olmadığı yönündeki korkuları ise kabul etmediğini söyledi. Scheffer, “Alman birliklerinin hızlı bir şekilde silahlanacağı ve eğitilecekleri yönünde hiçbir kuşkum yok” dedi.

Bu arada, Afganistan işgalinin suç ortaklarından Kanada, askerlerini çekebileceğini açıkladı. Kanada Başbakanı Stephen Harper, ABD başkanı George Bush’la yaptığı görüşmede, başka bir NATO ülkesi, Afganistan’ın güneyine daha fazla asker göndermezse, bu bölgedeki askerlerini geri çekeceklerini söyledi. Kanada hükümeti, 78 Kanada askeriyle bir Kanadalı diplomatın ölmesinin ardından, Afganistan’ın Kandahar eyaletindeki 2 bin 500 askerini çekmesi için çeşitli baskılarla karşı karşıya kalmıştı.

Fiyaskonun vardığı boyut, emperyalist şefleri yeni çözüm yolları aramaya zorluyor. Önerilen planlardan biri, “süper elçilik makamı” oluşturmak. Bu plan göre elçilik, BM, Avrupa Birliği, NATO arasında iletişim sağlayacak, uluslararası yardımları, yönetim ve siyasetle ilgili çabaları da eşgüdüm içinde yürütecek. Bu makama önerilen kişinin Hamid Karzai tarafından uygun bulunmaması, bu makama atanacak kişi etrafında tartışma yarattı.

Bu “sihirli formül”ün işgalcilere çıkış olması beklenmiyor elbette. Örgütlü bir direnişin olmadığı koşullarda bile bataklığa saplanan emperyalist güçlerin, Afgan halklarının işgal karşıtı direnişi başladığında defolup gitmek dışında bir yolları kalmayacaktır.