8 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/06

  Kızıl Bayrak'tan
  Sahte kamplaşmalar köleliğe ve karanlığa, devrimci sınıf mücadelesi kurtuluşa götürür!
  “Demokratik çözüm yürüyüşü” engellemelere rağmen gerçekleşti!
Sırada kıdem tazminatı hakkı var…
Tuzla tersaneler cehenneminde ölümlerin ardı arkası kesilmiyor!
Bir iş cinayeti, kapitalizm ve insan...
Kadıköy’de “Öğretimize, özgürlüğümüze saygı mitingi”…
  Binlerce Tekel işçisinden özelleştirme karşıtı mücadele kararlılığı
  TÜMTİS işçilerinden eylem...
  SSGSS karşıtı faaliyetlerden...
  Basın sansürü ve görevlerimiz
  TKİP II. Kongresi değerlendirmeleri...
Kadın sorunu ve sınıf içinde kadın çalışması / 1
  Yaşanabilir bir dünya için sosyalizm!
  Çiğli Emekçi Kadın Kurultayı üzerine konuştuk...
  Davutpaşa katliamı: Öfkemiz isyanımızın mayasıdır!
Volkan Yaraşır
  160. yılında Manifesto günceldir!
  Solun Komünist Manifesto ile sınavı...
A. Deniz
  “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” Nokia işçilerinin dayanışma çadırında hayat buluyor!
  Irkçı siyonistler Lübnan hezimetini itiraf ettiler!
  Türk sömürgeciliğinin değişmez unsurları: İnkar, tehcir, asimilasyon ve imha!
M. Can Yüce
  Ankara’da ortak panel...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

Gazete biçiminde okumak için tıklayın

 

160. yılında Manifesto günceldir!

“Manifesto’nun 160. yılında Marksizmin güncelliği” sempozyumu, 2 Şubat günü İnşaat Mühendisleri Odası’nda saat 10.00’da başladı. Açılış konuşmasını Yüksel Akkaya yaparken, “Marksizmin güncelliği” başlığı taşıyan ilk oturumun açılışını Fuat Ercan gerçekleştirdi.

İlk konuşmayı Metin Çulhaoğlu yaptı. Çulhaoğlu, Manifesto’da yazan kimi şeylerin bugün geçerli olmadığına veya bugün tartıştığımız kimi kavramların onda yer almadığına değindi. Fakat öyle olsa bile Manifesto’nun birçok kavrama, tartışmaya zemin hazırlamış olduğunu belirtti. “Bu çerçevede emperyalizm kavramı Manifesto’da yoktur. Ancak bunun alt koşullarını anlatmıştır” diyerek Manifesto’dan bir alıntı yaptı.

Ardından konuşan Sungur Savran, “Manifesto’dan beri söylenenlerin güncelliği ele alındığında ‘Modern dünya sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenir.’ Güncel mi? İstanbul Davutpaşa olayı başka bir dünyada yaşıyoruz diyenlere bir tokat olacaktır. Bugün işçi sınıfının durumuna bakınca günceldir.  İstatistiklere göre Türkiye işçi sınıfına sahip milyonlar böyle yaşıyor. Bu günceldir” sözleriyle sunumuna başladı. “Son 25 yılda proletaryanın bile ortadan kalktığını söyleyen post modernizm ve postmarksizmin kaba yanılgıları ortadadır.” diyen Savran, Latin Amerika’da yaşanan süreçten, sınıf açısından taşıdığı önemden bahsetti.

Aydın Çubukçu, Manifesto’nun parti, örgüt, sınıfın önemine cevap verdiği için önemli olduğunu vurguladı. Bugün en önemli ihtiyacın sınıfın ihtiyaçlarına yanıt veren, doğru politikalar sunan bir parti olduğunu söyledi. Bugün Türkiye’de solcuların birliği için çabalandığını, asıl yapılması gerekenin işçilerin birliği için çaba harcamak olduğunu söyledi.

Metin Kayaoğlu’nun sunumuyla oturum devam etti. Kayaoğlu’nun, 20. yüzyılda Marksizm’den ne kadar uzaklaşılırsa devrimciliğe o kadar yaklaşıldığı, doğru olanın da Marks’a dönüş değil ondan uzaklaşmak olduğu, Kürt hareketinin mevcut çizgisinin devrimci olduğu, El Kaide’nin, Hamas’ın devrimci olduğunu söylemesi salonda tartışma yarattı.

İlk oturumun son konuşmasını Haluk Gerger gerçekleştirdi. Gerger şunları söyledi. “Marksizmin geçerliliğini yitirdiğine dair savunmadayız. Savunma ve saldırıyı birlikte yürütmenin yöntemlerini bulmak gerekir. Marksizmi savunmanın yolu hayatla bağını kurmak, işçi sınıfıyla bütünleşmesini sağlamaktan geçmektedir. Böyle olmadığı durumda Marksizm bilimden kopmuş bir ajitasyon ya da hayattan kopmuş aydın gevezeliği olarak ele alınmaktadır. Marksizm- işçi sınıfı ve ezilenlerle, devrimci praksis arasındaki bağlantıyı iyi kurmak gerekmektedir. Kan, ateş ve barutun içinde Marksizm varolmuştur. Sermaye tepeden tırnağa tüm gözeneklerinde kan ve kir fışkırarak gelir. Marksizm o kan ve kirde günceldir. İnsanın insana kulluğundan, emeğin sömürüsüne kadar tüm süreçlerin içerisinde Marksizm günceldir.”

Sunumların ardından yaklaşık bir saat süren, canlı tartışmaların yapıldığı soru-cevap bölümüne geçildi. Bu bölüm yaklaşık 500 kişilik bir katılımla gerçekleşti.

2. Oturum: “Marksizm ve özgül alanlar”

2. Oturum İrfan Kaygısız başkanlığında başladı. “Marksizm ve devlet” başlıklı sunumunda Galip Yalman, Türkiye gibi ülkelerde devletin farklı (belirleyici) bir konumda olduğunu, dolayısıyla devletin toplumsal çelişkilerden bağımsız bir şekilde çözümlenmesinin sorunlu olduğunu belirtti. Türkiye’de 1960’lardan başlayarak devletin toplumsal ilişkilerin bir biçimi olarak ele alındığını, devlet-sermaye ayrımının analitik ayrımlar olduğunu ve bu ilişkinin bir bütün olarak ele alınması gerektiğini vurguladı.

Ardından “Devlet ve demokrasi: Marksizm’in güncelliği” başlıklı sunumuyla Yasemin Özdek konuştu. Marks ve Engels’in devlet kavramını iki temel üzerinden ele aldıklarını, bunların devletin temel işlevleri ile özel mülkiyet ilişkileri olduğunu ifade etti: “Kapitalist mülkiyet ilişkileri ile ilkel birikim yöntemleri kullanılarak devlet sermaye birikimi oluşturuyor. Devletin sermayeden göreli bir özerkliği yok. Tekelci kapitalizmde devletle sermaye iç içe geçiyor. Yasama-yürütme-yargıda devlet ve sermayenin bütünleştiğini görüyoruz.” dedi. Devletin sermayeden göreli özerkliğinin olmadığını, devletle sermaye sınıfı arasındaki ayrımın ortadan kalktığını söyledikten sonra, burjuva demokrasisini bu gelişmelerle burjuva diktatörlüğü olarak yorumlayabiliriz, vurgusunu yaptı.

“Latin Amerika deneyimleri: Sınıfın yeniden oluşumu ve neoliberalizme karşı öz savunma” başlıklı sunumu Çiğdem Çıdamlı gerçekleştirdi. Çıdamlı, Marksizm ile özgül alanlar ilişkisinin sorunlu olduğunu söyleyerek sunumuna başladı. Politik özne tartışmasına, işçi sınıfının bütünsel çıkarlarını ifade eden örgüt düzeyinin unutulmasına vurgu yaparak, dogmatik Marksizm’in ele aldığının dışında bir bakışa sahip olmak gerektiğini, Latin Amerika ve Afrika ülkelerinde yaşanan sınıf hareketlerinin yeni bir proleterleşme dalgası (evsizler hareketi, yeni sendikal örgütlenmeler vb.) oluşturduğunu, ancak bu dalganın Marksizm’in ifade ettiğinin dışında olduğunu vurguladı.

Ardından“Ulusal mücadele ve Marksizm arasındaki gerilimler” başlıklı sunumuyla Nazan Üstündağ konuştu. Ezilen öznenin politikleştiğini, köylülerin, ulusların, İslami hareketin eyleyicilerinin adalet-eşitlik gibi kavramların içini nasıl doldurduğuna bakmanın belirleyici olduğunu söyledi. Bu kavramların içinin önceden doldurulmasının doğru olmadığını, geleneksel Marksizm’in böyle yaptığını ifade etti. Ulusal mücadelenin Marksizm’in belirlediğinin dışında bir seyre sahip olduğunu vurguladı.

“Marksizm ve kadın” başlıklı bir sunum yapan Nuray Ergüneş, “geleneksel” Marksizm’in kadınların konumunu kapitalizmle ilişkileri üzerinden ele aldığını, kadının erkekle olan ilişkileri açısından ele almadığını, böylece patriarkal yapıyı gözardı ettiğini söyledi. Kadının emek gücünden kimin yarar sağladığına dair Marksizm’in verdiği yanıtın sermaye olduğunu, bunun yanlış olduğunu söyledi. Ev içi emeği bu çerçevede temel dayanak noktası olarak ele alan Ergüneş, kadın sorununun kapitalist üretim ilişkilerinin dışında ayrı bir yerde durduğunu savundu. Ev içi emeğin sömürüsünden kadınların cinsel tacize uğramasına kadar, bu sorunların kapitalizmle belirleyici bir bağı olmadığını, kadınların feminist bir hareket içinde özgürleşeceğini, sosyalizmde kadın sorununun bu biçimiyle süreceğini dile getirdi.

Ardından soru cevap bölümüne geçildi. Bu oturuma yaklaşık 400 kişilik bir katılım oldu.

3. Oturum: “Marksizm ve sosyal bilimler”

Yusuf Özden’in başkanlık ettiği bu oturumda ilk sunumu İzzettin Önder gerçekleştirdi. Önder, devletin fonksiyonunu, piyasa çalışırken ortaya çıkan bozuklukları düzelten, özel sermayeye katkı yapan bir konum olarak ele aldı. Bu mekanizmanın net anlatılması gerektiğini vurguladı. Devletin özel sermayeye katkı yaparken yapısal olarak eğitimi, sağlığı insan hakkı olarak görmediğini, eğitimin, sağlığın parasız olmasını talep etmek, ancak bunun için sermayeye itiraz etmek gerektiğini vurguladı.

Mehmet Türkay konuşmasına, Marks’ın kullandığı yöntemin çok önemli olduğunu, Hegel’den aldığı diyalektiği ters düz ettiğini söyleyerek başladı. Azgelişmiş olarak tanımlanan, yeni siyasal bağımsızlık kazanan ülkelerin kapitalist ilişkiler içerisine girmesine değindi. 1989’da “tarihin ve ideolojilerin sonunun geldiği” söylemleriyle küreselleşmenin kapitalizme meşruiyet kazandırmaya dönük bir kavram olarak ortaya atıldığını vurguladı.

Nail Satılgan ise Marksizm’in toplumsal bilim içerisindeki yerinden bahsederek sunumuna başladı. Sunumunda Ernest Mandel’den pek çok alıntı yaptı. Proletarya devriminin tek kurtuluş yolu olduğunu vurguladı.

İşaya Üşür, dünyayı anlama çabasının dünyayı değiştirip dönüştürme çabasıyla birleşmesinin önemini vurgulayarak, Marksizm’in bir bilim olduğunu ifade etti. “Kapitalizmden bahsediyorsanız sosyalizmden bahsetmemek, Marksizm’i anlamamak demektir. Kapitalist üretim ilişkilerini tahlil etmek yetmez onu aşmak gerekir”, Marks bunu yaptı, dedi. Marksizm’in tahrif edilmesine ilişkin düşüncelerini aktardı. 

Ardından soru cevap bölümüne geçildi. Bu oturumu yaklaşık 300 kişilik bir kitle izledi.

4. Oturum: “Marksizm, sınıf analizleri ve günümüz işçi sınıfı”

Sempozyumun ikinci günü gerçekleşen “Marksizm, sınıf analizleri ve günümüz işçi sınıfı” başlıklı 4. Oturum Hakkı Atıl başkanlığında gerçekleşti.

İlk konuşmacı Tülin Öngen şunları söyledi: “Marksizmin sınıf kuramı açısından önemli bir çerçevesi olduğunu bütün yapıtlarından görebiliriz. Sınıf, Marksizm açısından herhangi bir şey değildir, bir tarihsel-toplumsal formasyona özgün karakterini veren; tarihsel sürece müdahale etmenin ana birimidir. Manifesto’nun sınıfla başlayıp sınıfla bitmesi tesadüf değildir.” Öngen, sınıfların üretim tarzı içinde ele alınıp incelenebileceğini belirtti. Üretim sürecindeki fiili yer ve sömürü olgusuna, sınıf-sömürü ilişkilerine değinerek şöyle devam etti: “Marx üretim ilişkileri ekseninde iki kutuplu bir yapıdan bahseder. Ancak pratikte hiçbir sınıf kendi içerisinde homojen değildir. Ve iki sınıf arasında ara katmanlar vardır. Fiili mülkiyet (ekonomik kaynaklar üzerinde gerçek kontrol), kafa-kol emeği sınıf içerisindeki yapay ayrımlardır. ...”

Korkut Boratav “Marksizm ve sosyal bilimler” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. “Marx’ın iki önemli katkısı tarihe bakışı ve artı değer kavramıdır. Maddeci tarih anlayışı ve Kapital’in kendisini kastediyorum. Bundan başkası Marks’ı klasik ekonomi politiğin yeni bir temsilcisi haline getirir. Lenin ve Mao diyalektiğin çelişkilerin algılanması olarak ifade ederler. Marx insan topluluklarının kökenine gidip çıkarımlar yapar. Sınıflı ve sınıfsız toplumlar ayrımını görür. En temel olarak üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımını koyar. Sınıflar bir merdiven değildir. Her üretim ilişkisinde karşıtı olan şey sınıftır.” diyen Boratav, farklı iktisatçıların bu konudaki görüşlerine de kısaca değindi.

“Manifesto Türkiye günceliğinde değerlendirilmemekte” diyerek konuşmasına başlayan Fuat Ercan sözlerine şöyle devam etti: “Sınıf kavramının içi Türkiye’de ne kadar dolduruluyor? Her sosyal olgunun iktidarın üretilmesi ile ilişkisi vardır. Sınıf sosyal gerçeklik içinde algılanmalıdır. Sınıf analizi yapısal nesnel ve güncel olanın kesiştiği yerdedir. Yapısal nesnel olanın içine güncel olanı koymazsak sınıfı fetiş haline getiririz. Öncelikle Türkiye kapitalizmini tanımlamak gerekir. Türkiyeli marksistlerin en büyük hatası kapitalizmin dışarıdan gelen bir durum olduğu algısıdır. Sermaye birikimi arttıkça devlet giderek daha çok sermayenin denetimi altına girer. Nüfusun %30’u tarım alanında çalışmaktadır. Değişken kısım esnaf ve zanaatkarlardır. Tarımdaki dönüşüm süreci dikkate alınmalıdır.”

Arif Geniş, “Kapital ve sınıf” başlıklı sunumuna, “Kapital sermayeyi çözümleyen bir kitaptır. Emek gücünün değerini sabit sayar. Kapital bize işçi sınıfını özel olarak anlatmaz. İşçi sınıfını sadece ücretli emek olarak açıklamak tek başına yeterli değildir.” diyerek başladı ve büyüyen hizmetler sektörü, kamu hizmeti, artı değer üretmeyen emekçilerle ilgili noktalara değindi. İşçi sınıfının devrimciliğe en yatkın kesiminin fabrika işçileri olduğunu, ama meselenin bunların daha çok sömürülmesi değil, karşıt olarak daha büyük bir tepki koyabilmeleri ve bir arada olabilmeleri olduğunu vurguladı.

Ahmet Haşim Köse, “Marksizm ve özgül alanlar” başlıklı konuşmasına, Marks’ın burjuvalardan çok ütopyacılarla ve burjuva toplumunun gri tonlarıyla, yani gerçeği dönüştürmek değil onunla uzlaşmak isteyen entellektüellerle mücadele ettiğini vurgulayarak başladı. Burjuvazinin de işçi sınıfına birey olma ve özgürlükler dünyası yaratmayı vaadettiğine işaret ederek, köklü çözümler yerine uzlaşmacı reformlar isteyenleri ve burjuva sosyalizmini eleştirdi. Konuşmasının sonunda Türkiye’de işçi sınıfının yaşadığı büyümeye vurgu yaptı.

Yüksel Akkaya, “Hekimler ve sınıfsal dönüşümleri” başlıklı bir konuşma yaptı. Statü ve gelir dağılımı açısından bundan 25 yıl öncesine kadar kaybı olmayan hekimlerin ve refah mesleklerinin neo-liberal dönüşümlerle birlikte kayba uğradığını istatistiki verilerle açıkladı. Hekimlerin kamuda çalışarak kendilerini sosyal olarak güvence altına aldığını, aynı zaman özel işletmelerde hekimlik yaparak ekonomik olarak da güvence altına almaya başladıklarını vurguladı. Bu dönüşüm içerisinde tam bir proleterleşme yaşamadıklarından ama hızla işçileştiklerinden bahsetti.

Konuşmaların ardından soru cevap kısmına geçildi.

5. Oturum: “Marksizm ve Türkiye’de Devrimci Sosyalist Hareketler”

“Marksizm ve Türkiye’de Devrimci Sosyalist Hareketler” başlıklı bölüm iki oturum halinde gerçekleşti. 5. Oturumun başkanlığını Yüksel Akkaya yaptı.

Bu bölüm Atılım gazetesinden Alp Altınörs’ün sunumuyla başladı. Altınörs konuşmasında şunları söyledi: “Bir sosyalist aydınlanma görevi vardır. Fakat pratik süreçlerle birlikte yürümelidir. İlerici devrimci teori ilerici bir savaşımla mümkündür. ... Akademik Marksizm olamaz. Dünyayı değiştirmenin yolu ve aracı iktidar mücadelesidir. Proletarya demokrasisinden, iktidarından burada bahsetmek gereklidir. Ezilen ulusun kendini ezen ulusa karşı savaşımı kendisini ezen toplumsal güce karşı savaşımıyla kazanılabilir. Devrimci sosyalist hareketlerin kitlelere gitmesi gerekir. Kitlelerden kopmuş bir yaklaşım amaçtan kopmak, tarikatlaşmak anlamına gelir. Devrimci amaçlara yabancılaştıkları için geçmişteki siyasi partiler çökmüştür, yok olmuştur.”

Ardından Kürt ulusal sorununa değinerek, devlet kurma hakkı tanımanın demokratik bir prensip olduğunu vurguladı. “Türk- Kürt ulusunun hak eşitliği savunulmalıdır. Kürt ulusu devrimimizin bileşenidir” diyerek, Kemalizm’den kopma ve Leninizm’e yönelme çağrısı yaptı. “Marksist hareketin önünde duran sosyalist aydınlanmadır. 20. yüzyıl sosyalizminin deneyimlerinin özümsenmesi, bilince çıkartılması gerekmektedir. 20. yüzyıl sosyalizminin eleştirisi 21. yüzyıl sosyalizminin yaratılmasında büyük adım olacaktır.” dedi.

Halkın Devrimci Yolu adına Kutay Meriç bir sunum yaptı. Yeni bir proleterleşme sürecinin başladığını vurgulayarak, artık ilk isyanların sanayi proletaryasından değil, kadınlardan, işçilerden, sağlıkçılardan, köylülerden oluşan kitlelerden geldiğini ifade etti. “Yeni işçi hareketleri” olarak ifade ettikleri bu hareketlerin yozlaşmış siyasi iktidarlara karşı mücadele ettiğini dile getirdi. Geleneksel sendikal hareketin toplumun azınlıkta kalan kesiminin haklarını koruma çizgisi izlediğini söyleyerek, toplumsal hareket sendikacılığının yeni işçi kitlesini örgütlemeyi hedeflediğini dile getirdi. Yoksul köylülüğün-işçi sınıfının partisini oluşturmanın ve sosyalist halk hareketini geliştirmenin kavranması gereken ana halka olduğunu söyledi.

Ardından EHP adına Özlem Yarkın, kısa bir sunumla işçi sınıfının Manifesto’da vurgulanan önemine değindi. İşçi sınıfının devrimci karakterini her dönem ortaya koyduğunu söyledi, Kavel, Paşabahçe, 15-16 Haziran direnişlerini örnek gösterdi. 2007 yılında Türkiye’deki işçi sınıfı eylemlerinin önemli olduğunu ve Mısır, Bangladeş, Fransa’ya kadar işçi sınıfı eylemlerinin yaygınlaştığını söyledi. Yarkın konuşmasına şöyle devam etti: “Sovyetler’in çöküşüyle sosyalizme olan inanç yok olmuştur. Çağı ve koşulları tanımlayan teorik çabanın önemi vardır. Geçmiş devrimci hareketin değerlendirilmesi gerekmektedir.”

Alınteri adına Yücel Filizler konuştu. Sempozyumda Marksizm’in diyalektik yanını reddeden anti-marksist görüşlerin, Aydın Çubukçu tarafından leninist olamayan parti anlayışının savunulduğunu dile getirdi. Temelde sorunun kitlelerin devrimci temelde özneleştirilmesi ve siyasallaştırılması olduğunu, onlara nesne gözüyle bakan yaklaşımın terkedilmesi gerektiğini söyledi. Arjantin ve Bangladeş gibi ülkelerdeki kitle hareketlerini örnek göstererek, kitlesel hareketliliğe karşın iktidarı ele geçirme perspektifinden yoksunluğu vurguladı. Her düzeyde ideolojik-teorik önderlik sorununa değindi. Bilinci ortaya çıkaracak gücün politika olduğunu söyledi. Proletarya diktatörlüğü ve devrimci iktidar sorununun altını çizdi. “Sosyalizmden komünizm idealinin koparılması”na değindi. Devrimci komünist bir partiye duyulan ihtiyaca ve daha gelişmiş bir mücadele tarzının önemine vurgu yaptı.

Soru-cevap kısmıyla devam eden bölümde Kürt ulusal mücadelesi ağırlıklı bir yer tuttu.

6. Oturum ise Haluk Gerger’in başkanlığında gerçekleşti. SDP adına konuşan Barışta Erdost şu noktaların altını çizdi: “Durumumuzu gerçekçi görebilen, bunu aşmaya yönelik birikim sorunu”, “Geçmişin insanı nesneleştiren yaklaşımı sorunludur” ,“Marksizm’i kapitalizmi yenecek tek yol yapabilmek için kolektif emek gerekmektedir”, “Marksist emek teorisi emeğe hak ettiği değeri verecektir”, “Sosyalist hareketin genç, kadın, ekoloji, barış, özgürlük hareketlerini aynı çatı altında buluşturarak bir yeniden yapılanma sürecine ihtiyacı vardır.”

Yol dergisi ve Dayanışmaevleri adına konuşan Mert Büyükkarabacak, “Eşitsizlik sürdükçe sosyalizm ölmez. Marksizm insanlığın özgürleşmesinin, kapitalist medeniyetin aşılabilmesinin yegane yoludur” diyerek, ezilenlerin kolektif praksisine vurgu yaptı. Sosyalizmin salt bir kalkınma projesi olmadığını vurguladı. Dayanışmaevlerinin çalışmalarına değinerek, üretim, tüketim ağı ve halk inisiyatiflerinin öneminin altını çizdi.

Ardından DTP adına söz alan Osman Ergün şu görüşlere yer verdi: “Devrimci sosyalist hareketin yapısal sorunlarıyla ilgili söyleyecek çok söz var. Önce kendimize bir özeleştiriyle başlayalım. Özgürlük hareketi yola çıkarken Türkiyeli emekçilere şöyle yaklaşıyordu: ‘Onlar bizim stratejik kardeşlerimizdir.’ Bu saptamaya uygun davranılmamış ve çalışmalar yapılmamıştır. İki tarafta sorun var, ciddi engeller var. Bunda bizim de payımız var. Bunu dışında sistemin ve sistemi zorlayacak devrimcilerin de payı var. İşçi sınıfının devrimci hareketleri kendisiyle ittifak oluşturmak için üzerine düşeni yapmadı. Anadolu ve Mezopotamya’nın devrimci güçlerinin birleşmesi gerekiyor. Manifesto’da ‘bütün ülkelerin işçileri birleşin!’ sözleri bunu ifade ediyor.”

Umudu besleyen düşlerin gerçekleşememesinin kitleleri ilgisizleştirdiğini, sadece Türkiye değil dünya üzerinde de bunun böyle olduğunu söyleyen Ergün şöyle devam etti: “Sosyalizme eleştirel bir yaklaşım içinde olduğumuzu herkes biliyor. Ancak Marksizm’i de reddeden bir durumda değiliz. İnsan olmakta ısrar sosyalizmde ısrardır. Emekçi sınıflardaki bozulmaları görmek gerekiyor. ... Halk gerçekliğini atlamadan kendini gözden geçirmek gerekiyor.”

BDSP adına Atlen Yıldırım söz aldı. Sunumuna Manifesto’nun güncelliğine değinerek başladı. Sol hareketin, 160 yıl önce Manifesto’da ortaya konulan sınıf, devlet, devrim vb. konulardaki kavrayışın uzağında olduğunu vurguladı.

‘60’lı yıllarda dönemin sol hareketine YÖN ve TİP şahsında parlamentocu ve darbeci iki çizginin hakim olduğunu, YÖN’ün düzenin bel kemiği ordudan devrim beklediğini, TİP’in ise parlamentarizme dayalı bir sosyalizm anlayışına sahip olduğunu dile getirdi. ‘71 Devrimci Hareketi’nin burjuva sosyalizmine göre düzen kurumları karşısında radikal devrimci çizgiyi temsil ettiğini, ancak ideolojik olarak bir önceki dönemden tam anlamıyla kopamadığını, özellikle MDD’nin devrimci demokrat anlayışının sol harekete egemen olduğunu, bu bakışın sonraki süreçte de aşılamadığını vurguladı.

12 Eylül sonrası süreçte geleneksel sol hareketin bir kesiminin yenilgi ile birlikte düzen legalitesine sığındığını ve parlamentarist bir çizgide sosyal demokratlaştığını dile getirdi. Diğer kesimin ise yaşanan süreci devrimci bir eleştiriye konu edemediklerini, bu nedenle yapısal sorunları içerisinde boğularak varlık yokluk sorunu ile yüzyüze kaldıklarını söyledi. Sözlerine şöyle devam etti: “Burada bir krizden söz edilecekse o da Marksizme bu kadar yabancı olan küçük-burjuva devrimcilik anlayışının krizidir. ... İlkelerini, stratejisini bir yana bırakan, günü kurtarmaya çalışan ittifaklar içerisine çok rahat girebilen bir sol hareket tablosu ile karşı karşıyayız...”

Soru-cevap bölümünde daha çok ulusal soruna ilişkin tartışmalar yürütüldü. Haluk Gerger’in yaptığı kapanış konuşmasının ardından Emek Araştırmaları Merkezi Girişimi adına Cengiz Faydalı sempozyumun resmi kapanış konuşmasını gerçekleştirdi. İkinci gün oturumlarına yaklaşık 300 kişilik bir katılım gerçekleşti.

Kızıl Bayrak / Ankara