4 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/01

  Kızıl Bayrak'tan
   İşbirlikçi burjuvazi yeni yıla içe ve dışa dönük saldırılarla başladı!..
  Kürt halkı kudurgan bir şovenizmin kıskacında bir yılı daha geride bıraktı...
2007 sermayenin yoğun saldırıları ile geçti!
2008 mücadele yılı olacak!
“Herkese sağlık güvenli gelecek” için
genel grev–genel direnişi tabanda örelim!
Sınıf hareketinde birleşik mücadelenin
artan önemi ve büyüyen olanaklar
  SSGSS saldırısına karşı eylemler...
  Cevizli Tekel işçilerinden özelleştirme saldırısına tok yanıt!
  Asgari ücret belirlendi...
  Nereye gidiyoruz?
Yüksel Akkaya
  Kurultay sonrasında mücadelenin ve örgütlenmenin yeni bir dönemine doğru... !
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Emekçi Kadın Komisyonları 10 Şubat’a hazırlanıyor... .
  Gençlik hareketinden...
  Dünya’dan...
  Doğanın yıkımının nedeni kapitalizmin kâr hırsıdır!..
  4 Ocak ‘96 / Ümraniye: Devrimci tutsaklar saldırıyı tok bir direniş şiarı ile karşıladılar...
  Bir rahibin bedeninde şan–şöhret aramak...
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
  Yeni yıla emeğin hakkıyla
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni bir yıla girerken...

M. Can Yüce

Öncelikle halkımızın, halklarımızın ve dünya halklarının yeni yılı kutlu olsun!

Bu, sadece bir âdetin yerine getirilmesi değil, sadece bir “dilek ve temenni” de değil. Bunların ötesinde umuda, geleceğe dair büyük hayallere bir vurgu, bir hatırlatmadır!

Umutsuz olmak, birey için de, toplumlar için de ölüm değilse nedir? Birey ve toplum geleceğe dair hayalleri olmadan gelişebilirler mi, dahası yaşayabilirler mi? Anlamlı yaşamdan söz ediyoruz. Büyük hayallere sahip olmak büyük yüreklere, büyük mücadele ve büyük yaşam sevinçlerine sahip olmak demektir...

Umut, yaşama ve geleceğe dair büyük, güzel ve iyi hayaller demektir. Böyle olduğu için umut, yaşamın en büyük dinamiği, kamçılayıcısı, yaşam kaynağıdır; hatta umut yaşamın kendisidir dersek bu, çok büyük bir abartı olmaz!

Büyük umutlar, büyük hayaller bir yaşam ve gelecek tasavvuruna, eylem programına dönüşmese de bu, yine böyledir! Ama hiç kuşku yok, belli bir yaşam tasavvuruna ve eylem programına dayanan büyük hayaller, büyük umutlar, artık söz ve duygu aşamasından eylem aşamasına geçmişlerdir ve yaşamın somut yol gösterici planları haline gelmişlerdir!

Umut, karanlıktakiler için bir ışık, tutkun bir sevgi için buluşma özlemi, tutsak için özgürlük düşüdür! Peki, ışıksız, özlemsiz ve özgürlük düşü olmayan biri için yaşamın bir anlamı, tadı var mı?

Işık, buluşma özlemi, özgürlük düşü, yaşamın vazgeçilmez bir ihtiyacı ise, düşünce ve ruhsal dünyamızı, günlük yaşamımızı ve yürüyüşümüzü bunların umuduyla her an yeniden üretmekten öte bir şansımız var mı?

Umutlu olmak, bir tercih değil, bir yaşam ve geleceğe yürüyebilme zorunluluğu... Yani anlamlı yaşamla etle tırnak gibi bir şey...

O nedenle her başlangıç, her “yeni” olana adım atmak, bir umudu anlatıyor ve hemen öncesinde “iyi dileklere”, “güzel temennilere” konu olması, kesinlikle boşuna değildir. Süreç içinde bu dileklerin içi boşaltılsa da, esas anlamından uzaklaştırılsa da kaynağında, “yeni” ile umut arasındaki şaşmaz ilişki vardır!

Her türlü olumsuzluğa ve umutsuzluğu besleyen koşulların varlığına, bunların önümüzdeki dönemde daha da ağırlaşma olasılığının büyük olmasına rağmen yeni yıla umutla girmek, yeni yılda umudu daha da büyütmek, umudun temellerini güçlendirmek, yaşama ve geleceğe dair beslediğimiz ve uğruna her şeyi vermekten çekinmediğimiz gelecek ideallerimizin büyüklüğü ve derinliğinden kaynaklanmaktadır!

Her yeni güne umutla başlamak, her yeni yıla yeni başlangıçlar yapabilmek bireyler için olduğu kadar halklar ve ezilen sınıflar için de geçerlidir. Yaşam bitmez tükenmez bir kavga, biçim ve düzeyi değişse de kavga ve yaşam, bir bütünü ifade etmektedir. Her yeni kavga da güzele, geleceğe ve özgürlüğe dair umudun gerçekleştirilmesi serüveni değilse nedir?

Halkımız, Kürt halkı, özellikle Kuzey Kürdistan halkı, yeni yıla, çok zor koşullar altında, sömürgeci güçlerin ateş çemberi içinden geçerek “Merhaba” demeye hazırlanıyor... Yeni yıla umutla bakmak, yeni yıla özgürlük düşleriyle girmek hem hakkı, hem de kaçınılmaz bir zorunluluğudur! Bu ne kadar doğruysa umudunu karartan, gelecek düşlerini gölgeleyen gerçeklerin varlığı da bir o kadar doğrudur!

Umutla bakmak ile gerçeklerin bilinci arasındaki ilişki etle tırnak gibidir! Bundan dolayı, Kürt halkı, özellikle emekçiler, onların en temiz devrimci yurtsever duygularını taşıyan evlatları, dört bir yandan kuşatıldıkları gerçekleri yeniden yeniden sorgulamak zorundadırlar! Bu “zorunluluk” vurgusunu, bir çağrı, bir “Yeni yıl mesajı” olarak da okuyabilirler! Aslında öyle okumalarını ve algılamalarını “can u gönülden” isteriz!

Şu anda egemen olan iki temel “gerçek” var. Bir: “Düşman gerçekliği”. İki: “Kendi gerçekliğimiz”! Önce düşman gerçekliği hakkında birkaç söz:

Biliniyor, yıllardır “barış”, “siyasal çözüm” kavramlarının enflasyonuyla karşı karşıyayız. Sanılır ki bu sihirli kavramlar, bir sihir gösterisiyle kendilerine yüklenilen misyonu yerine getirir! Oysa ortada büyük bir aldatmaca, büyük bir yanılsama var! Bu kavramlara yüklenilen anlam, aslında, “düşman” tarafından kabul edilmektir! Ama aldıkları yanıt, her defasından aşağılanmak ve terslenmek olmuştur! Peki, bu, neden böyle oluyor?

TC’den istenen af edilmek, düzenlerine kabul edilmek ve bunu da bir iki kırıntıyla perdelemektir!

Uzaktan bakıldığında bir devlet için büyük bir sorundan ve yükten kurtulmak için bundan daha iyi ve makul bir “fırsat” ve “olanak” düşünülemez! Bağımsızlık, federasyon, özerklik gibi istemler yerine, af, düzene kabul ve içi boş birkaç kültürel kırıntı programı, yani “onurlu teslimiyet” yaklaşımı, neden devlet tarafından bir “kurtuluş” vesilesi yapılmak istenmemektedir. Bu karşı duruş, salt güncel iktidarla, hükümet ve devlet bürokrasisiyle, onun anlamsız direnişiyle açıklanabilir mi?

Öyle yapanlar var, ama bu, gerçeğin bir açıklaması olsa da bu, tümden ve doğru bir açıklaması değildir. Devleti yönetenler, özel aygıt dahil, hükümet ve bürokrasi Kürt sorunu konusunda sözcüğün tam anlamıyla “tutsaktır”, TC’nin varoluş özellikleri ve bunun somut ifadesi olan resmi çizginin tutsağıdır; tutsaklığın hareket sınırları, çok katı ve net olarak çizilen çizgilerle çerçevelenmiştir! TC’nin, aynı anlama gelmek üzere resmi çizgi ve siyaset kültürünün Kürdistan sorunu konusunda iki tane “çözümü” vardır! Bu iki “çözüm” arasında bir ara “çözüm” kesinlikle mümkün değildir! Kısaca özetlemek gerekirse;

Resmi çizgideki Kürtlerin inkâr ve imhası üzerinde şekillenen sömürgeci sistem, herhangi bir sömürge sistemi değildir! Kürtlerin inkârı ve imhası, aynı zamanda TC’nin, Türk ulus-devletin (daha doğrusu devlet-ulus) var oluş gerekçesi ve özelliği olarak kurgulanmış ve kurumlaştırılmıştır. Bu, bir var oluş ideolojisi, bir varlık-yokluk siyaset çizgisi ve kültürü yaratmıştır. Kaçınılmaz olarak bu da, kendi kadrosunu yetiştirmiştir. Bu birbirini karşılıklı etkileyen katı ideolojik, hukuksal, siyasal, kurumsal-kadrosal ve kültürel yapı, esneme yeteneğine ve özelliklerine sahip değildir. Kürt kimliğinin en geri ve reformist tarzda kabulü bile, TC için, Türk ulus-devleti için ve bunların yarattığı katı sistem için ölüm sürecinin, yok oluş sürecinin başlangıcı olarak algılanmaktadır. Kürtlerin varlığının kabulünü, kendi devlet ve ulus varlıklarının yok oluş sürecinin başlangıcı olarak algılayan bu çizgi ve temsilcileri, bundan dolayı en geri bir kabul edişe rıza göstermemektedirler.

Şöyle düşünüyorlar: “Türk ulus tanımının tartışma konusu olması, Kürtlerin alt-kimlik varlıklarının kabulü, yok oluşa giden çözülmenin başlangıcıdır; bu durumda her şey çorap söküğü gibi sonuna kadar gider; sonuçta özerklik, federasyon, hatta bağımsızlık da gelir. Böyle bir şey ise Osmanlı Devleti gibi tarihin karanlıklarına gömülmekten başka bir şey değildir! Bu temel nedenden dolayı bu konu en sıradan bir tavize bile gelmez, taviz, yok oluşu getirecek gediğin kendisi olacaktı!”

Böyle düşündükleri için en sıradan bir esnemeye gelmeleri, en sıradan bir tavize yanaşmaları mümkün değildir. Bundan dolayı inkâr ve imha çizgisini çeşitli yöntem ve taktiklerle zenginleştirmekten, iç ve dış politikalarını, bütün varlık ve kaynaklarını kullanarak sürdürmekten öte bir yol ve politika düşünmemektedirler! TC tarihi ve özellikle 1999’dan bu yana İmralı’da kendisine sunulan teslimiyet ve tasfiye platformuna gösterdiği yaklaşım ve pratiğin kendisi, bunun en somut ve dolaysız kanıtıdır! Bastırma, bitirme ve nihai olarak tarihe gömme, resmi çizgiyi mantıki sonucuna götürme çizgisi, aslında devletin iktidarını ve kadrolarını teslim almıştır. Bu teslim alınışın bir sonucu olarak taviz ve uzlaşmaya dayalı bir siyasetin uç vermesi mümkün değildir! Dolayısıyla inkâr ve imhanın dışında düşünülecek bir çözüm, eşit egemenlik haklarına sahip federal veya konfederal ya da bağımsızlık çözümü olabilir ki, bu, TC’nin ölümünden başka bir şey değildir. “İki çözüm” derken, aslında bunu anlatmak istedik. Bunun anlamı şudur: TC açısından çözüm tartışmasız bir biçimde tektir! Bu da “En iyi Kürt ölü Kürt’tür” sloganında ifadesini bulmaktadır. İnkâr ve imha ya da bağımsızlık ve onun türevleri, bu ikisinin dışında başka bir seçenek yok! TC’nin var oluş ve temel nitelikleri bakımından Kürtler açısından karşı karşıya kalınan katı gerçeklik budur! Bu gerçekliğin çok net ve tartışmasız diğer bir anlamı da şudur: Kürtler ve en sıradan ulusal talepleri bu düzene sığmaz! Bunları bu düzene sığdırma girişimleri sonuçsuz kalmaya mahkûmdur! “Kürdistan sorunu bir devrim sorunudur” derken, keyfi bir duruşu, herhangi bir tercihi değil, kaçınılmaz bir zorunluluğu anlatmaya çalışıyoruz!

Bu düşman gerçekliği kavranmadan düzen ve devlet sınırları içinde kimlik ve kültürel haklara dair taleplerde bulunmak, en iyimser yorumla kendisini ve milyonları kandırmaktır! Tabii bu taleplerin “iyimser yorumların” ötesinde bir anlamı vardır. Umutsuz teslimiyet ve af edilme boş hayalinin daha derin temelleri vardır, ama bu, şimdilik bu yazının konusu değildir!

Düşman gerçekliği çok açık ve net! Peki, ya bunun bilinci? Evet, bir zamanlar öyleydi, PKK’nin başardığı en önemli şeylerden biri, bu bilinci çok net bir biçimde ortaya koymak ve bilinçlere taşımaya çalışmaktır. Ama öncesinden başlasa da esas olarak İmralı süreciyle birlikte bu bilinç bulanmaya, çarpıtılmaya ve katledilme sürecine alındı. Bu da “Devlete hizmetin” en “mümtaz örneği” olarak algılanmalıdır!

Şimdi yapılması gereken en temel görev, yurtseverliğin en öncelikli görevi, düşman kavramı ve bilincini yeniden ayakları üzerinde oturtmak, bunu da bilinç katline karşı mücadele bağlamında ele almaktır! Bu yapılmadan özgürlük ve bağımsızlık düşlerini yeniden somut bir gerçekliğe ve yürüyen bir harekete dönüştürmek mümkün değildir!

Bu, aynı zamanda, “kendi gerçekliğimizin” bilincini yeniden kazanmak ve ayakları üzerine oturtmak demektir de! Ne yazık, halkımız ve en temiz duygulara sahip gençlerimiz, mücadelenin yükünü taşıyanlar, “kendi gerçekliğimizin” tam bilincinde değillerdir; bu konuda derin ve koyu bir yanılsama içindedirler… Öyle olmasa kendi bilinçlerini doğrayan, en temel ulusal ve toplumsal istemlerini afedilme hayaliyle trampa eden, on yılların değerlerini düşmana altın tepside sunanları ve onların sistemlerini başlarının üstünde taşımaya devam ederler miydi? Kuşkusuz bu yanılsamanın derin ve çok boyutlu nedenleri var, ama öyle de olsa içinde bulunulan durumun vahameti ortadadır!

Belli ki, Kürdistan ulusal dinamiklerini denetleyen ve kişi kültüne dayalı iktidar sisteminin bir mucize ile kendini aşması mümkün değildir. TC’nin tavrı ve çizgisi çok nettir. Peki, ona yalvarmanın, ondan medet ve af dilemenin, aşağılanma ve terslenme dışında bir anlamı var mı? Bunu, “gerilla savaşı veriyoruz” laflarıyla gizlemenin de bir olanağı olabilir mi? Bugün için belki de öyle, ama ya yarın için? PKK / KCK yöneticileri verdikleri demeçlerde başarı ve zaferden bol bol dem vurmaktadırlar. Bunu yaparlarken halkımızı ve dünyayı aptal yerine koymaktadırlar. “Hangi başarı ve zafer” diye sorulduğunda bunların vereceği somut bir yanıt olabilir mi? Tabii demagojiden başka!

Kısacası, yeni yıla girerken halkımız ve onun yurtsever kesimleri kendi, dost ve düşman gerçekliğini yeniden sorgulamak, bunu devrimci ve özgürlük umutlarını büyütmek için yapmak durumundadırlar. Yoksa bilinç katliamı ve derin yanılsama ortamı devam eder ve kaybeden “biz” oluruz!

Özetlemeye çalıştığımız tablonun iç açıcı olmadığını biliyoruz. Tam da bu iç açıcı olmayan tablodan çıkış umudunu taşımak, bu umudu büyütmek, salt bugün için değil, gelecek için de paha biçilmez değerdedir!

Değerlerimize sahip çıkmak ve özgürlük düşlerimizi gerçek haline getirmek umuduyla halkımızın, yoldaşlarımızın, dostlarımızın yeni yılını kutluyoruz.

Özgürlüklerde buluşmak umuduyla nice mücadele yıllarına!

30 Aralık 2007

 

Köln’de ortak panel ve 19 Aralık anması

Avrupa Demokratik Kitle Örgütleri Platformu’nun (DEKÖP-A) örgütlediği ortak etkinlikler devam ediyor. Bu çerçevede, daha önce Almanya ve Avrupa’nın diğer başka şehirlerinde düzenlenen panellerden biri de 26 Aralık günü Köln’de gerçekleştirildi.

Önce 19 Aralık anmasına yapıldı. Salona, üzerinde “19 Aralık ve ölüm orucu şehitleri ölümsüzdür!” yazılı bir pankart asılmış ve bir şehitler köşesi oluşturulmuştu. Anma saygı duruşuyla başladı. Ardından, DEKÖP-A imzalı ortak metin okundu. Bunu, Salkımsöğüt Şiir grubundan üç genç yoldaşın güne ilişkin olarak hazırladıkları kısa bir şiir dinletisi izledi. Dinleti katılımcılara oldukça duygulu anlar yaşattı. Anma, hep beraber atılan “Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganıyla sona erdirildi.

Panele DEKÖP-A bileşenlerinin yanısıra (ATİK, ADHK, AvEG-Kon, Bir-Kar ve Yaşanacak Dünya Gazetesi) Yek-Kom da katıldı. Panelin ilk bölümde panelistler, içinde bulunduğumuz süreçte sermaye devletinin, başta Kürt özgürlük mücadelesi olmak üzere ilerici ve devrimci güçlere yönelik artan saldırılarına, bu saldırının niteliği, kapsamı ve hedeflerine yönelik görüşlerini ortaya koydular. Saldırıların tüm devrimci, demokratik ve ilerici güçleri hedeflediği, bu topyekûn saldırılara karşı topyekûn bir karşı duruşun gerekli olduğu ve devrimci bir eksende devrimci dayanışmanın ve halkların kardeşliğini geliştirmenin her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu yönünde ortak görüşler dile getirdiler.

Panelin ikinci bölümünde dinleyicilere söz hakkı verildi. Bu bölümde sözalanlar hem konuya ilişkin görüşlerini belirttiler ve hem de panelistlere çeşitli sorular yönelttiler. Bu ikinci turda panelistler, sürecin dayattığı devrimci görev ve sorumluluklar, Kürt sorununun çözümü konusundaki görüşler ile geliştirilmesi gereken somut ve güncel politikaları konusunda görüşlerini dile getirdiler.

Panelin toplamından dışa yansıyanlar şöyle özetlenebilir:

1- Sermaye devletinin Kürt sorununu çözme gücü ve iradesinden yoksun olduğunu, Kürt ulusal haraketi de anlamış görünüyor. Panel boyunca barıştan ve ateşkesten eskisi gibi rahat ve tok biçimde sözedemediler.

2- Türkiyeli devrimci hareketi, Kürt halkına dönük saldırganlık karşısında devrimci bir tutum almıştır. Fakat, Kürt özgürlük hareketini desteklemenin, Kürt halkının dostları derneği gibi davranmakla olmayacağını kavradıkları söylenemez. Kürt sorununun kalıcı ve kesin çözümünün, her şeyden önce, devrimci bir sınıf hareketi yaratmaktan geçtiğini anlamaktan ise tamamen uzaktırlar. Öne sürdükleri çözümler, sınıfdışı popülist çözümler olmanın ötesine geçmemektedir.

3- Kürt ulusal sorunu konusunda tek tutarlı tutum ve politikanın sahibi sınıf devrimcileridir. Nitekim, panelin en dikkate değer konuşması Bir-Kar temsilcisi tarafından yapıldı. Bu nedenle konuşma oldukça ilgiyle dinlendi, coşkuyla karşılandı ve zaman zaman alkışlarla kesildi.

Yaklaşık 120 kişinin katıldığı panel, işçilerin birliği halkların kardeşliği ekseninde bir birleşik devrimci mücadele ihtiyacı ve çağrısı ile sona erdi.

BİR-KAR/Köln

Avrupa Demokratik Kitle Örgütleri Platformu’nun (DEKÖP-A) örgütlediği ortak etkinlikler devam ediyor. Bu çerçevede, daha önce Almanya ve Avrupa’nın diğer başka şehirlerinde düzenlenen panellerden biri de 26 Aralık günü Köln’de gerçekleştirildi.

Önce 19 Aralık anmasına yapıldı. Salona, üzerinde “19 Aralık ve ölüm orucu şehitleri ölümsüzdür!” yazılı bir pankart asılmış ve bir şehitler köşesi oluşturulmuştu. Anma saygı duruşuyla başladı. Ardından, DEKÖP-A imzalı ortak metin okundu. Bunu, Salkımsöğüt Şiir grubundan üç genç yoldaşın güne ilişkin olarak hazırladıkları kısa bir şiir dinletisi izledi. Dinleti katılımcılara oldukça duygulu anlar yaşattı. Anma, hep beraber atılan “Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganıyla sona erdirildi.

Panele DEKÖP-A bileşenlerinin yanısıra (ATİK, ADHK, AvEG-Kon, Bir-Kar ve Yaşanacak Dünya Gazetesi) Yek-Kom da katıldı. Panelin ilk bölümde panelistler, içinde bulunduğumuz süreçte sermaye devletinin, başta Kürt özgürlük mücadelesi olmak üzere ilerici ve devrimci güçlere yönelik artan saldırılarına, bu saldırının niteliği, kapsamı ve hedeflerine yönelik görüşlerini ortaya koydular. Saldırıların tüm devrimci, demokratik ve ilerici güçleri hedeflediği, bu topyekûn saldırılara karşı topyekûn bir karşı duruşun gerekli olduğu ve devrimci bir eksende devrimci dayanışmanın ve halkların kardeşliğini geliştirmenin her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu yönünde ortak görüşler dile getirdiler.

Panelin ikinci bölümünde dinleyicilere söz hakkı verildi. Bu bölümde sözalanlar hem konuya ilişkin görüşlerini belirttiler ve hem de panelistlere çeşitli sorular yönelttiler. Bu ikinci turda panelistler, sürecin dayattığı devrimci görev ve sorumluluklar, Kürt sorununun çözümü konusundaki görüşler ile geliştirilmesi gereken somut ve güncel politikaları konusunda görüşlerini dile getirdiler.

Panelin toplamından dışa yansıyanlar şöyle özetlenebilir:

1- Sermaye devletinin Kürt sorununu çözme gücü ve iradesinden yoksun olduğunu, Kürt ulusal haraketi de anlamış görünüyor. Panel boyunca barıştan ve ateşkesten eskisi gibi rahat ve tok biçimde sözedemediler.

2- Türkiyeli devrimci hareketi, Kürt halkına dönük saldırganlık karşısında devrimci bir tutum almıştır. Fakat, Kürt özgürlük hareketini desteklemenin, Kürt halkının dostları derneği gibi davranmakla olmayacağını kavradıkları söylenemez. Kürt sorununun kalıcı ve kesin çözümünün, her şeyden önce, devrimci bir sınıf hareketi yaratmaktan geçtiğini anlamaktan ise tamamen uzaktırlar. Öne sürdükleri çözümler, sınıfdışı popülist çözümler olmanın ötesine geçmemektedir.

3- Kürt ulusal sorunu konusunda tek tutarlı tutum ve politikanın sahibi sınıf devrimcileridir. Nitekim, panelin en dikkate değer konuşması Bir-Kar temsilcisi tarafından yapıldı. Bu nedenle konuşma oldukça ilgiyle dinlendi, coşkuyla karşılandı ve zaman zaman alkışlarla kesildi.

Yaklaşık 120 kişinin katıldığı panel, işçilerin birliği halkların kardeşliği ekseninde bir birleşik devrimci mücadele ihtiyacı ve çağrısı ile sona erdi.

BİR-KAR/Köln