4 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/01

  Kızıl Bayrak'tan
   İşbirlikçi burjuvazi yeni yıla içe ve dışa dönük saldırılarla başladı!..
  Kürt halkı kudurgan bir şovenizmin kıskacında bir yılı daha geride bıraktı...
2007 sermayenin yoğun saldırıları ile geçti!
2008 mücadele yılı olacak!
“Herkese sağlık güvenli gelecek” için
genel grev–genel direnişi tabanda örelim!
Sınıf hareketinde birleşik mücadelenin
artan önemi ve büyüyen olanaklar
  SSGSS saldırısına karşı eylemler...
  Cevizli Tekel işçilerinden özelleştirme saldırısına tok yanıt!
  Asgari ücret belirlendi...
  Nereye gidiyoruz?
Yüksel Akkaya
  Kurultay sonrasında mücadelenin ve örgütlenmenin yeni bir dönemine doğru... !
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Emekçi Kadın Komisyonları 10 Şubat’a hazırlanıyor... .
  Gençlik hareketinden...
  Dünya’dan...
  Doğanın yıkımının nedeni kapitalizmin kâr hırsıdır!..
  4 Ocak ‘96 / Ümraniye: Devrimci tutsaklar saldırıyı tok bir direniş şiarı ile karşıladılar...
  Bir rahibin bedeninde şan–şöhret aramak...
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
  Yeni yıla emeğin hakkıyla
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşbirlikçi burjuvazi yeni yıla içe ve dışa dönük saldırılarla başladı!..

Saldırıları püskürtmek için emekçilerin ve ezilenlerin birleşik eylemi!

İşbirlikçi burjuvazi ile iktidarının cisimleştiği Türk sermaye devleti, 2008’e savaş tamtamları çalarak giriş yaptı. Torna tezgahından çıkmışçasına birbirinin tekrarı manşetleriyle tek elden idare edildiğini bir kez daha gösteren “medya ordusu” mücahitlerinin iddialarına bakılırsa, 50 uçaklık filo ile Kürt halkının üzerine bombalar yağdıran NATO’nun ikinci büyük ordusu halen zaferden zafere koşmaktadır.

“Muzaffer ordu”nun şefleri, güç gösterisinde bulunmaktan pek memnun görünüyorlar. Bomba yağdırma gösterisinin ABD emperyalizminin sağladığı “vize” ile başlamış olması, İsrail’in fiili desteğini alması, AB emperyalistlerinin ise bu zorbalığa onay vermesi, başlarına çuval geçirilmesini sineye çeken generallerin havasını değiştirmiş görünüyor..

Ortada bunu gerektiren bir durum olmadığı halde, “ordumuz savaş seferberliği içindedir” havası estiren generallerin sadece PKK’ye ya da Kürt halkına değil, bölge ülkelerine de “güç gösterisi”nde bulunma amacı güttüğü gözlenmektedir. Nitekim bu “güç gösterisi”, “etkin bölge gücü” olma hayalleri kuran Türk burjuvazisinin dış politikasına uygun düşmektedir. Bu hevese kısmen de olsa ulaşmanın görünürdeki tek yolu ise emperyalist/siyonist güçlerin güdümünde taşeronluk yapmaktır.

Irak işgali sırasında tanklara “iliştirilerek” iş yapan ABD medyasına özenen Türk medyası döne döne savaş görüntüleri yayınlamakta, son teknoloji ürünü uçaklardan saptanan hedeflerin imha edilmesini göstermekte, tahrip edildiği öne sürülen sığınaklardan söz etmekte, öldürüldüğü söylenen “terörist” sayısını “büyük savaş”ın başarı hanesine kaydetmektedir. Bu histerik savaş propagandasına, ABD-İsrail ikilisi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin “en iyi” noktada olduğu söylemi eşlik etmektedir.

5 Kasım 2007’de gerçekleşen Bush-Tayyip Erdoğan görüşmesinden sonra “Kürt halkına saldırı tezkeresi”ni imzalayıp generallere sunan AKP hükümeti, seçim döneminde ara verdiği İMF-TÜSİAD programını kaldığı yerden, ama daha pervasız bir şekilde yeniden uygulamaya başladı. Asgari ücrete yapılan gülünç zam, özelleştirmenin son hamlesini yapmak için yapılan hazırlıklar, zam furyasının başlatılması, SSGSS saldırısı…

Irkçı-şoven histerinin toplumun önemli bir kesiminin bilincini bulandırdığı, bu sayede Kürt halkına karşı sürdürülen savaşın destek bulduğu, Tayyip Erdoğan ve müritleri yönetimindeki AKP’nin, -arkasına tarikatların desteğini alarak-, “din afyonu”nu işçi ve emekçilerin mücadele dinamiklerini zayıflatmak için yaygınca kullanabildiği bir iklim, sermaye saldırıları için biçilmiş kaftandır.

Bu iklim, “bölgesel güç” mertebesine adım atmak için “aktif taşeronluk” rolüne hazırlanmaya da uygun görünüyor. NATO’nun ikinci büyük ordusunun ABD’nin onayı/İsrail’in desteği ile giriştiği “güç gösterisi” de, ülkenin bu verili durumu sayesinde belli bir etki yaratabiliyor.

Sınıf ve kitle hareketinin verili durumda zayıf olması, egemenler arası iktidar savaşının ise, Kürt halkının özgürlük özlemlerini boğmak için “geçici mola” vermiş görünmesi, bölgesel bir maceraya girişmek için uygun sayılabilir. Ancak sözkonusu bölge Ortadoğu olunca, bu işin kolay olmayacağını anlamak zor değil. Zira dünyanın en büyük savaş makinesine komuta eden ABD emperyalizmi bile, bölgede saplandığı bataklıktan yıllardır çıkamıyor.

Türk egemenlerinin “etkin güç” olmak istedikleri bölge, Afganistan’dan Suriye’ye kadar yıllardır kaynama halindedir. Filistin, Afganistan, Irak savaş hali içinde bulunurken, Lübnan ve Pakistan patlamaya hazır bomba görüntüsü vermektedir. Aralarındaki ittifakı halen sürdüren Suriye-İran ikilisine gelince, bu ülkeler de emperyalist/siyonist güçlerin küstah tehditleri altındadır.

Bölgeye kısaca göz atarsak…

Türk ordusunun da NATO komutasındaki işgalci güçler arasında yeraldığı Afganistan’da 2007, son yılların en kanlı sahnelerine tanık oldu. Hem Washington’daki savaş çetesi hem Brüksel’deki NATO şefleri, işgale destek veren ülkelerden takviye güç istediler. Zira vahşi işgal 7. yılına girmesine rağmen, NATO güçleri başkent Kabil’i bile kontrol edemiyor. İki yıl öncesine göre intihar saldırılarının 20 kat arttığı Afganistan’da, yeni başlayan yılda NATO güçlerinin aczinin daha da derinleşmesi bekleniyor. İşgale karşı direnen güçlerin Taliban gibi gerici konum ve kimlikte olmasının ise, kaos ortamını daha da derinleştirmesi kaçınılmaz görünüyor.

Emperyalist orduların işgalinden sonra Irak’ın hali fazlasıyla vahimdir. Zira katledilen Iraklı sayısının 1 milyon 200 bini aştığı bu ülkede üretici güçler tahrip edilmiş, işsizlik had safhaya ulaşmış, milyonlarca insan mülteci durumuna düşürülmüştür. Gelinen yerde ise, Irak kentlerinde sıradan altyapı hizmetlerinin karşılanması dahi mümkün olmamaktadır.

Emperyalist işgale karşı halkların birleşik direnişi henüz örülememiş olsa da, 2007’de ağır kayıplar veren ABD ordusunun bataklıktan çıkacağına dair emareler görünmemektedir. Direnişçi güçler ise, yeni geliştirdikleri silahların da katkısıyla, ABD ordusunun saplandığı bataklığı daha da derinleştirme hazırlıklarının tamamlandığını ilan etmiş bulunuyorlar.

Benazir Butto’nun öldürülmesiyle egemenler arası çatışmanın yeni bir ivme kazandığı Pakistan’da ise, kaos giderek derinleşiyor. Nükleer silah depolarından biri olan bu ülkede egemenler arasındaki gerici çatışmalar, Pakistan üzerindeki hegemonyasını sağlamlaştırmaya çalışan ABD emperyalizminin de işini zorlaştırıyor. Generallerle “ılımlı İslam”cıları kontrol eden ABD, giderek güçlenen kökten dincileri kontrol etme şansını yitirmiş görünüyor. Bu ise, Bush liderliğindeki savaş kundakçılarının bölgedeki açmazlarını daha da derinleştiriyor.

ABD’nin İsrail destekli tehditlerine maruz kalan, Haydutbaşı Bush tarafından “şer ekseni”ne dahil edilen İran ve Suriye de halen topun ağzındadır. İşgalci orduların Irak bataklığına saplanması bu ülkelere saldırıyı şimdiye kadar geciktirmiş, İran’a saldırı ise henüz göze alınamamış olsa da, bu, komşu olan her iki ülkenin saldırı tehdidi altında bulunduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Emperyalist/siyonist güçlerin hedefinde bulunan, ancak ABD’den çok İsrail savaş makinesinin menzilinde bulunan Filistin ve Lübnan’da da durum, diğer ülkelerden daha iç açıcı değildir.

İsrail savaş makinesinin 2006 yazında hezimete uğratılarak kovulmasından sonra Lübnan’da oluşan “hassas denge” devam etse de, ülke hem iç çatışma hem İsrail’in saldırı tehdidi altındadır. Bu “denge” durumu Lübnan’daki Amerikancılar’ı etkisizleştirmeye yetmese de, ABD-İsrail ikilisinin bu ülkeye dair planlarının gerçekleşmesine de izin vermiyor. Türk ordusunun da katılımıyla bu ülkeye yerleştirilen NATO güçleri ise halen “pasif” bekleyişlerini sürdürüyor.

İsrail işgali altındaki Filistin’de halkın durumu giderek vahimleşiyor. Ölümün kol gezdiği bu coğrafyada işsizlik, açlık gibi belalar nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan Filistinli yoksulları kemirirken, gerici kışkırtmalara prim veren El Fetih ve Hamas, birbiriyle çatışarak bu tabloya tuz biber ekmektedir. Bununla birlikte ne siyonist devlet terörü, ne açlıkla teslim alma, ne Mahmut Abbas başkanlığındaki uzlaşmacıların gerici çabaları, ne de emperyalist güçlerle gerici Arap rejimlerinin ablukaları… Hiçbir saldırı bu halkın onurlu direnişini kırmaya yetmemektedir.

Bu haliyle de Filistin direnişi, emperyalist/siyonist projenin önündeki temel engellerden biridir.

Emperyalist/siyonist güçlerin bölgedeki açmazları bu kadar derinken, işbirlikçi Türk burjuvazisi ve onun devletinin bu bataklığa dalması pek akıl kârı görünmemektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, “etkin bölge gücü” olmanın başkaca bir yolu da yoktur.

Sınıf ve kitle hareketinin verili durumdaki zayıflığı, işbirlikçi burjuvazinin bu tablodaki tek avantajı olarak görünmektedir. Ancak dışa dönük saldırganlığın, içe dönük saldırganlık anlamına geldiği, dahası bu saldırı furyasının şimdiden başladığı gözönüne alındığında, bu avantajın geçici olacağı aşikâr.

Boğucu şovenist histeriye rağmen 2007’de işçi sınıfının bazı bölüklerinde görülen mücadele kararlılığı, sınıf saflarında biriken tepkinin akacak kanal arayışının dışavurumuydu. AKP hükümeti eliyle devam eden saldırı furyasının giderek ivmelenmesinin, sınıf çatışmalarını daha da keskinleştirmesi kaçınılmazdır. Bu ise işçi sınıfı saflarındaki mücadele kararlılığını daha da arttıracaktır.

Neoliberal saldırı furyasını olduğu kadar, dinci/gerici kuşatmayı yarmanın da, ırkçı-şoven histeriyi geriletmenin de en etkili yolu, işçi sınıfı saflarında biriken tepkinin örgütlenip eyleme dökülmesi olacaktır. Bu alanda sağlanacak başarı, Kürt halkının özgürlük özlemleriyle sınıf hareketinin ortak zeminde buluşması için olduğu kadar, egemenlerin emperyalist/siyonist güçlerle suç ortaklığına girmesini önleyebilmek açısından da özel bir önem taşıyacaktır.

Sınıf devrimcileri olarak önümüzdeki bahar dönemi çalışmasını bu perspektifle planlamalı, gücümüzü, olanaklarımızı, araçlarımızı etkin bir şekilde bu uğurda seferber etmeliyiz.