4 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/01

  Kızıl Bayrak'tan
   İşbirlikçi burjuvazi yeni yıla içe ve dışa dönük saldırılarla başladı!..
  Kürt halkı kudurgan bir şovenizmin kıskacında bir yılı daha geride bıraktı...
2007 sermayenin yoğun saldırıları ile geçti!
2008 mücadele yılı olacak!
“Herkese sağlık güvenli gelecek” için
genel grev–genel direnişi tabanda örelim!
Sınıf hareketinde birleşik mücadelenin
artan önemi ve büyüyen olanaklar
  SSGSS saldırısına karşı eylemler...
  Cevizli Tekel işçilerinden özelleştirme saldırısına tok yanıt!
  Asgari ücret belirlendi...
  Nereye gidiyoruz?
Yüksel Akkaya
  Kurultay sonrasında mücadelenin ve örgütlenmenin yeni bir dönemine doğru... !
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Emekçi Kadın Komisyonları 10 Şubat’a hazırlanıyor... .
  Gençlik hareketinden...
  Dünya’dan...
  Doğanın yıkımının nedeni kapitalizmin kâr hırsıdır!..
  4 Ocak ‘96 / Ümraniye: Devrimci tutsaklar saldırıyı tok bir direniş şiarı ile karşıladılar...
  Bir rahibin bedeninde şan–şöhret aramak...
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
  Yeni yıla emeğin hakkıyla
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

4 Ocak ‘96 / Ümraniye: Devrimci tutsaklar saldırıyı tok bir direniş şiarı ile karşıladılar...

“Ölmeye de, öldürmeye de hazırız!”

Düzen ve devrimin dolaysızca karşı karşıya geldiği yerler olan faşist zindanlarda Eylül ’95, yeni bir saldırı dalgasını haber veriyordu. Haklarının gaspedilmesine karşı sayım vermeme eylemi yapan Buca zindanındaki devrimci tutsaklar, 21 Eylül gecesi saldırıya uğradılar. Jandarma ve çevik kuvvet ekiplerinin sis bombaları eşliğinde plastik mermi, zincir ve demir sopalarla gerçekleştirdiği saldırıyı barikatlar kurarak ve kararlılıkla direnerek karşılayan tutsaklar, devlet terörüne teslim olmadılar ve bu direnişte üç devrimciyi şehit verdiler.

Devletin bu planlı katliamı gerek zindanlarda, gerekse sokakta direnişle yanıtlandı. Katliamı takip eden günler sayısız eyleme tanık olurken, ülkenin dört bir yanındaki “özgür tutsaklar” saldırıya karşı net bir direnme çizgisi geliştirdiler: 1300 devrimci tutsak açlık grevine başladı. Yaratılan kamuoyu tepkisinin ve kararlı direnişin sonuçları hızla kendini gösterdi ve tutsakların talepleri sermaye devleti tarafından kabul edilmek zorunda kalındı. Fakat faşist iktidarın zindanlar üzerinde hakimiyet kurma planı daha yeni uygulamaya konulmuştu.

Devlet tarafından kabul edilen şartlar hiçbir cezaevinde tam olarak yerine getirilmedi ve devlet terörü artarak sürdü. Konya, Bursa, Erzurum ve Malatya cezaevlerinde yeni saldırılar gerçekleştirildi. Sevkler esnasında yaşanan saldırı ve tacizler arttı. Saldırılar ve devletin kabul ettiği şartları yerine getirmemesi bir kez daha devrimci tutsakların direnişi ile yanıtlandı.

Ümraniye Cezaevi’ndeki devrimci tutsaklar görüş haklarının gaspedilmesine karşı direnişe geçtiler. Bu direnişi bahane eden kolluk güçleri 13 Aralık akşamı polis ve jandarma ekipleriyle kanlı bir operasyon düzenlediler. 4’ü ağır olmak üzere 100’ü aşkın tutuklunun yaralandığı saldırı devrimcilerin kararlı tutumu sayesinde bir kez daha püskürtüldü. Azgınca saldıran kolluk güçleri tüm çabalarına rağmen devrimcilerin yemekhane girişinde kurdukları barikatı aşamadılar.

Düzen cephesi aldığı bu peşpeşe yenilgilerin hesabını sormak için çok yönlü bir karalama kampanyası başlattı ve cezaevlerinin “terör yuvası” olduğu, örgütlerin içerden yönetildiği demagojilerine sarıldı. Düzen sözcüleri tarafından gerek Ulucanlar katliamı sonrasında, gerek 2000 Zindan Direnişi sırasında sayısız kere tekrar edilecek olan bu sözler, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü ve tescilli işkencecilerden olan Orhan Taşanlar’ın ağzından gazete manşetlerinde yer almaya başladı. Sermaye basını bir gün “Cezaevleri terör yuvası” sözünü manşet yaparken bir başka gün Taşanlar’ı “Göreve geldiği günden itibaren, terör örgütlerine büyük darbe indiren” türünden güzellemelerle sunuyordu. Ve sermaye devleti yeni yıla katliamlarla dolu tarihine bir yenisini ekleyerek girdi.

Tarihler 4 Ocak 1996’yı gösterdiğinde, mahkumların halen direnişte olduğunu söyleyen devlet güçleri Ümraniye zindanına yeni bir operasyon gerçekleştirdiler. Polis, jandarma, özel tim ve gardiyanlar ellerinde demir sopalarla mahkumlara saldırdılar. Olayın tanıkları, ellerinde fotoğraflar olan katil sürüsünün hedef gözeterek saldırdığını anlatacaklardı o güne dair... Saldırı yine direniş ile karşılandı, barikatlar kuruldu ve devrimci tutsaklar katillerin karşısına insanlık onurunu kuşanarak çıktılar. Yaşanan saldırıda DHKP/C davası tutsaklarından Rıza Boybaş, Orhan Özen, Abdülmecit Seçkin, Gültekin Beyhan katledildiler.

Gerçekleştirilen katliam düzen cephesinde coşkuyla karşılandı. Öyle ki Adalet Bakanlığı ve Emniyet Müdürlüğü katliamın planlı olduğunu sık sık ifade ederek, bu operasyonu düzenlemiş olmaktan duydukları “gururu” dile getiriyorlardı. Katliamı yakından izleyen bir gazeteci “Taşanlar hedef gösterdi, asker öldürdü” diye yazacak ve şöyle ekleyecekti: “Ümraniye’de bulunan Üsküdar E Tipi Ceza ve Tutukevi’nde beklenen katliam sonunda gerçekleşti. 13 Aralık’ta provası yapılan ancak, tutukluların yoğun direnişiyle karşılanan prova dün gerçekleşti ve ilk belirlemelere göre beş tutuklu öldü, onlarcası da yaralandı...” Satırların yazarı hiç kuşkusuz o sırada ölü sayısının 4 olduğundan ve katledilen beşinci kişinin kendisi olacağından habersizdi... Saldırının şiddeti düzen cephesinden bile dile getirilmiş, Ceza ve Tevkif Evleri Müdürü Zeki Güngör “Askerler aşırıya kaçtı” sözlerini sarfetmek zorunda kalmıştı.

Saldırıya karşı duyulan öfke kısa sürede faşizmin zindanlarına yayıldı ve onlarca cezaevi katliamı lanetlemek için direnişe geçti. Buca, Bayrampaşa, Ulucanlar, Bartın cezaevlerinde müdür ve gardiyanlar rehin alındı, Bursa, İskenderun, Kayseri, Ceyhan, Çanakkale, Malatya cezaevlerinde açlık grevleri ve çeşitli protesto eylemleri gerçekleştirildi.

Saldırı yalnızca cezaevi ile sınırlı kalmadı, saldırının duyulması ile birlikte cezaevi önünde toplanan tutsak aileleri ile devrimci, demokrat güçler, kolluk kuvvetlerinin şiddetinden nasiplerini aldılar. Ailelere azgınca saldıran polis birçok kişiyi gözaltına aldı. Terör dalgası cenazeler sırasında da hız kesmedi. Cenazelerin devrimci bir atmosferde defnedilmesinden derin bir korku duyan faşist katiller cenaze törenini gerçekleştirileceği Alibeyköy’ü abluka altına aldılar. Gün boyunca cenazeye katılmak için Alibeyköy’e gelen binlerce kişi gözaltına alınarak Eyüp Spor Salonu’da götürüldü. Adeta Şili cuntasının stadyumlarını aratmayacak bir işkencehaneye dönüştürülen stadyumda bulunanlar gün boyu coplarla, kalaslarla dövüldüler.

Alibeyköy’e girmeye çalışan Evrensel muhabiri Metin Göktepe’de “sarı basın kartı” olmadığı gerekçesiyle gözaltına alındı ve polisler tarafından dövülerek katledildi. Göktepe’nin ölümü üzerine savcılık tarafından sandalyeden düşüp öldü açıklaması yapılırken, ortaya çıkan tepkiye karşı Orhan Taşanlar “gazeteciymiş, sarı basın kartı nerde? Biz onun nasıl gazeteci olduğunu biliyoruz!” diyerek Göktepe’nin katledilmesini açıkça savunmaktan çekinmedi.

Uyguladığı terörle katliama duyulan tepkiyi eksizleştirmeyi ve muhalif güçleri susturmayı hedefleyen devlete yanıt bu kez Metin Göktepe’nin cenazesinde verildi. Ümraniye’de ve Alibeyköy’de gerçekleştirilen katliamları lanetlemek için toplanan onbini aşkın kişi kürsüden dile getirilen geri platforma ve katliamın “gazetecinin öldürülmesi”ne sıkıştırılması çabalarına rağmen devrimcileri ileri bir düzeyde sahiplendi. Yenibosna’dan Esenler’e gerçekleştirilen ve 7 saat süren yürüyüş boyunca “Katil polis, katil devlet!” sloganı yankılandı İstanbul’un sokaklarında ve katiller sürüsü cenaze törenini ancak uzaktan izlemekle yetinebildiler.

Ulucanlar ve 19 Aralık gibi katliamların adeta bir saldırı provası olan katliam, mücadele günlüğümüze yeni bir not düşerek tarihteki yerini aldı. Ümraniye katliamı ile ortaya konulan direniş çizgisi ise devrimci tutusakların, üzerlerine saldıran çapulcu sürüsüne karşı haykırdıkları şiarda kendisini ortaya koyuyordu: “Ölmeye de öldürmeye de hazırız!”

Ortaya konulan bu kararlılık ve inanç, ‘96 ve 2000 Ölüm Oruçları’nda direnenlerin, Ulucanlar’da, 19 Aralık’ta kurşunların üzerine sloganlarla yürüyenlerin gösterdikleri direniş çizgisinin ta kendisidir.