4 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/01

  Kızıl Bayrak'tan
   İşbirlikçi burjuvazi yeni yıla içe ve dışa dönük saldırılarla başladı!..
  Kürt halkı kudurgan bir şovenizmin kıskacında bir yılı daha geride bıraktı...
2007 sermayenin yoğun saldırıları ile geçti!
2008 mücadele yılı olacak!
“Herkese sağlık güvenli gelecek” için
genel grev–genel direnişi tabanda örelim!
Sınıf hareketinde birleşik mücadelenin
artan önemi ve büyüyen olanaklar
  SSGSS saldırısına karşı eylemler...
  Cevizli Tekel işçilerinden özelleştirme saldırısına tok yanıt!
  Asgari ücret belirlendi...
  Nereye gidiyoruz?
Yüksel Akkaya
  Kurultay sonrasında mücadelenin ve örgütlenmenin yeni bir dönemine doğru... !
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Emekçi Kadın Komisyonları 10 Şubat’a hazırlanıyor... .
  Gençlik hareketinden...
  Dünya’dan...
  Doğanın yıkımının nedeni kapitalizmin kâr hırsıdır!..
  4 Ocak ‘96 / Ümraniye: Devrimci tutsaklar saldırıyı tok bir direniş şiarı ile karşıladılar...
  Bir rahibin bedeninde şan–şöhret aramak...
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
  Yeni yıla emeğin hakkıyla
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Nereye gidiyoruz?

Yüksel Akkaya

Nereye gidiyoruz? Soru basit. Aslında yanıtı da bir o kadar basit! Ancak, basit olan “anlaşılmaz” olduğundan karmaşıklaştırmak gerekir! İsevi takvimlere endeksli bir yılı geride bırakıp, bir yenisine başladığımız şu zaman diliminde bir “muhasebe” ve bir “projeksiyon” yapılıyor. Kapitalist dünyanın ideologları tüm olanaklardan yararlanarak daha iyi bir dönemin bizi beklediğini anlatıyorlar. Bu ideologlardan gözü kara olmayıp, üç-beş kuruşa tamah etmeyenler bir iç söyleşide pek çok şeyin iyi gitmediğini, dertleşerek dile getiriyorlar. Aslında bu dönem, bir marksist iktisatçıdan çok, iyi, ama bir o kadar içten burjuva iktisatçı ile dertleşmek gerekiyor. Umar ve dileriz ki bir gün bu türden bir insanoğlu çıkar ve itiraf eder. Aslında, meseleye az çok “teşne” olanlar için itiraflar pek de saklı gizli değil. Zira, bir dil, aynı zamanda şifreleri, gizli olanı çözme ve anlama sanatıdır. Her bilim dalı, disiplin, kendi dilinin inceliklerindeki bu gizli “işleri” anlar; sorun, anlaşılanı daha geniş kesimler ile paylaşmaktır.

Burjuva iktisatçıları yıllardır gizli gizli tartıştıkları bazı “mühim” meseleleri, şimdi “şifreli” bir dil ile bizim paylaşma ihtiyacı duyuyorlar. Paylaşmanın arkasındaki temel gerçek ise yine kapitalist düzenin sürdürülebilirliği ile ilgili. “İtirafçılar” bu düzenin böyle süremeyeceğini, bu nedenle daha “akil” önlemler alınması gerektiğini öneriyorlar. Örneğin, temel gelir, vatandaşlık geliri türden bazı öneriler bunun bir parçasıdır. Zira, tüm veriler, tarihsel bir birikim üzerinden değerlendirildiğinde bir bunalımın, ama her zamankinden daha ağır ve tehlikeli bir bunalımın gelmekte olduğuna işaret ediyor. “Akil” olanlar bunu aşmak için eski Keynezyen politikalardan daha aşkın ve radikal önerilerde bulunmakta. Zamanında Keynes’e deli gözü ile bakan anlayışta olanlar bu kez bu önerilere de öyle bakmakta. Ancak, bir başka temel sorun, o zamanlar Keynezyen politikalara sosyal demokrasi adına sahip çıkıp, kapitalizmi tahkim etmek isteyenler de bugün benzeri bir davranışta bulunmakta. Sanki, tarih tekerrür etmekte. Ancak, tarih her seferinde tekerrür eder gibi görünse de ortam, zaman vs. çok farklıdır; benzer olan sadece özdür. Bir kez daha kapitalizmin en bunalımlı dönemine gireken kapitalizmin has çocukları ve sosyal demokratlardan ağır hastalıktan kurtulma önerileri ile karşı karşıyayız. Hastalığı ortadan kaldırmayan, ancak morfine bağımlı kılan bu tedavi önerisi her seferinde palyatif, geçici bir çözüm olmakla birlikte toplumun geniş kesimlerince kabul görmektedir. Zira, yakın tedavi önerisi daha insancıl, daha ahlaki görünmektedir. Ve, her seferinde bu riyakar tedavi önerisi kabul görmektedir.

Kapitalizm, yıllardır iktisat dışı araçlarla da kendisini tahkim etmeye çalışarak varlığını kalıcılaştırmaya çalışıyor. Ancak, açık Afganistan, Irak işgali de göstermektedir ki, artık ikna yolları çok kolay değil ve zora başvurmak gerekiyor. Ve, 11 Eylül eylemleri bahane gösterilerek güvenlik adı altında büyük bir direnişin önü kesilmeye çalışılıyor.

Tarih, Manifesto’nun 160. yılında bize bir kez daha hem Avrupa’nın hem dünyanın üzerinde bir büyük hayaletin dolaştığını ve kapitalistlerin bir kez daha korku ve kaygı ile “sola kaymak zorunda kalmaya ikna olma sürecine” girdiğini gösteriyor. Balon iktisadi veriler gerçek hayat ile karşılaştığında yol ayrımı da daha keskinleşecek: Ya ücret gelirlerinde iyileştirme ya da ücret gelirlerini daha da düşürme… Önümüzdeki on yıl, yol ayrımında verilecek kararın yönünü bize gösterecek, kuşkusuz devrimci olanaklar yaratma kavgası verenler ile sosyal demokrasi adına düzeni tahkim etme çabaları içinde bulunanların içtenliğini de…

Ya bir daha 1945-1975 dönemi kapitalizmi, ya bir daha 1917 Ekim Devrimi… Vatandaşlık geliri, temel gelir tartışması bir parça da bu istek üzerinde olacak… Zaman en büyük öğretmen olarak yarın tarihe şerhini de düşecek…

 

Saldırı yasaları kadın işçileri vuruyor!

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı yolda. Hükümetin zaman kaybetmeden sabırsızlıkla hayata geçirmek istediği yasa, sağlığı hak olmaktan çıkartarak “prim” ve “katılım payı” gibi yeni uygulamalarla parayla alınıp satılan hizmet haline getiriyor. Bununla birlikte sigortalılar aleyhine de bir dizi yeni düzenleme getiriyor. “Sosyal güvenlik reformu” aldatmacasıyla sağlıkta yenilik yapacağını söyleyen sermaye hükümeti milyonlarca işçi ve emekçinin geleceği ile oynuyor. Kuşkusuz işçilerden kamu emekçilerine kadar toplumun tümünü ilgilendiren bu sosyal yıkım saldırısı her zaman olduğu gibi bir kez daha işçi ve emekçi kadınları da hedefliyor.

5510 Sayılı Kanun’un 16. maddesi işte bu saldırının somut maddelerinden biri. Sigortalı kadın veya sigortalı olmayan karısının doğum yapması nedeniyle sigortalı erkeğe doğumdan sonraki altı ay süresince her ay doğum tarihinde geçerli olan asgari ücretin üçte biri tutarında (aylık 195 YTL) emzirme ödeneği verilmesi ön görülmüşken bu hüküm daha uygulanmadan ortadan kaldırıldı. Hükümet önce bu miktarı asgari ücretin onda birine indirmek istedi. Son olarak ise tasarıda emzirme ödeneğinden yararlanmak için son bir yıl içinde en az 120 gün prim ödeme koşulu getirildi ve altı ay yerine bir defaya mahsus olmak üzere 195 YTL emzirme yardımı verilmesini kararlaştırdı.

Sağlığı alınır satılır bir hale getiren yasa, doğacak çocukların da kazanılmış haklarını gaspediyor. Asgari ücretle çalışan, açlık sınırı altında yaşayan yığınları ölümün kucağına bırakan yasa, sermayedarların ağzını sulandırıyor, cebini dolduruyor.

Genel Sağlık Sigortası, sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanmayı bir hak olarak tanımlıyor ise de sigortalının “prim” ve “katılım payı” adı altında alınacak bir bedel karşılığında sağlık hizmetlerinden yararlanılmasını içeriyor. Genel Sağlık Sigortası, GSS finansmanın asgari ücretin 1/3’ünün altında geliri olanlar dışında çalışanlardan alınacak primlerle karşılanmasını öngörüyor. Yani, herhangi bir nedenle yoksul (!) kategorisine girmeyen fakat prim de ödememiş olanlar, sağlık hizmetlerinden yoksun kalabilecek. Sağlık sigortası için yoksulluk sınırı bugünkü haliyle 139.60 olarak belirlenmiştir. Aylık geliri bu miktarın üzerinde olanlar her ay 73 ile 475 YTL arasında genel sağlık sigortası primi ödemek zorunda kalacaklardır. Sağlık harcamalarını karşılamaya yönelik olarak ücretler veya kazançlardan kesilen primler ancak ücret ve kazancın kayıtlı olduğu ve tutarının bilindiği durumlarda doğru bir şekilde toplanabilir. Türkiye’de olduğu gibi, işgücünün sadece küçük bir kısmının kayıtlı olarak çalıştığı, birçoğunun aldığı ücretin doğru olarak beyan edilmediği bir durumda kesinti olarak prim almanın ne kadar zor olacağı açıktır. Prim ödemeyenlerin de sağlık hizmetlerinden yararlanamayacağı gerçeği de orta yerde durmakta.

Çalışan kadınlar, bu yasadaki uygulamalardan daha fazla zarar görecek. Çünkü Türkiye’de farklı sektörlerde çalışan milyonlarca kadın işçinin sigortasız, güvencesiz ve kayıtdışı çalıştığı bilinmektedir. Sermaye iktidarı için kadın ikinci cinstir. Erkeğin ve evin kölesidir ya da patronun. Ucuz iş gücüdür. Bu nedenle yasalarda bile ikinci konumdadır, hakları gaspedilir, kayıtdışı çalıştırılır...

İşçi ve emekçiler bugüne kadar haklarını mücadelelerle kazandılar/korudular. Mücadelenin gücüyle elde edilen kazanımlar bugün sermaye iktidarı tarafından pervazsızca gaspedilmeye çalışılıyor. Kazanılmış hakların korunması ve geliştirilmesi ancak ve ancak mücadele ederek gerçekleşecektir. Bu mücadelede kadın işçi ve emekçilerin omuzlarındaki sorumluluk büyük. Çünkü onlar sömürüyü ve eşitsizliği katmerleşmiş bir şekilde yaşıyorlar. Yaşamın yarısı olanlar, kavganın yarısı da olmak zorunda! Özgürlük ve eşitlik mücadelesinde bir adım ileri çıkarak geleceği için mücadele etmek zorunda!


İş Yasası’nda kadın işçiler

Toplumsal yaşamda süregiden adaletsizlik ve eşitsizliklerin tümü hukuk alanına da yansımaktadır. Kölelik Yasası olarak da nitelendirilen İş Yasası’nda kadın işçiler açısından düşük ücret, iş güvencesinden ve sosyal güvenlikten yoksunluk, hamilelik-doğum ve çocuk bakımının sadece kadını sorunu olarak görülmesi vb. sorunlar halen devam etmektedir.

İş Yasası’nda kadın işçilere yönelik saldırı niteliğindeki maddeleri özetlersek:

* Kadın işçiler evlendikten sonra bir yıl içinde işten ayrılmak isterse kıdem tazminatı alabilmektedir. Her ne kadar bu düzenleme kadınlar lehine görülse de, kadınların çalışma yaşamından çekilmesini özendirebilecek ve kadının eve hapsolmasına yol açacak bir maddedir burada sözkonusu olan.

* İş Yasası patrona, doğum yapan kadını işten çıkarma hakkını yasal olarak vermiştir. Böylelikle doğum yapan kadın işçi kendini her an kapı önünde bulabilecektir.

* Ücretli hamilelik ve doğum izni doğumdan önce 8, doğumdan sonra 8 haftadır. Çoğul gebeliklerde ise doğumdan önce 10 haftadır. Sağlık durumu uygun olduğu takdirde doktorun onayı ile kadın işçi doğumdan önceki 3 haftaya kadar çalışmaya devam edebilir. Bu durumda doğumdan önceki çalışılan süreler doğumdan sonraki süreye eklenir. Bu haliyle yasa, patronlara hamileliğin ilerleyen günlerine kadar kadın işçileri çalıştırma hakkı vermektedir.

* İş Yasası’nda 150 kadın işçiden az kadın işçinin çalıştırıldığı yerlerinde kreş açma zorunluluğu yoktur. İş Yasası’nda kreş açılması o işyerinde çalışan kadın işçi sayısına bağlanmıştır. Yasanın bu maddesi bugün birçok açıdan işlevsizleşmiştir. Kadınların büyük çoğunluğu küçük işletmelerde çalışmakta ve yasanın “150” şartı bu hakkı doğrudan elinden almaktadır. Aynı zamanda günümüzde 150’den fazla kadının çalıştığı yerlerde yasanın bu maddesi dikkate bile alınmamaktadır.

Sermaye sınıfı, yasanın son derece güdük olan bu maddesine bile göz dikmiş durumdadır. 2008’in ilk aylarında çıkartılması planlanan “isdihdamın üzerindeki yüklerin kaldırılması” programına göre, işçi ve emekçilerin bir dizi hakkı elinden alınmaktadır. Bu kapsamda kreş ve emzirme odası açma zorunluluğu da ortadan kaldırılmaktadır. İşin özüne baktığımızda isdihdamın üzerindeki yüklerin kaldırılmasından kasıt, sermayenin üzerindeki yüklerin kaldırılmasıdır. Çalışan kadınların çocuklarının bakımını sağlaması gereken kreşler ve buralara ayrılan kaynaklar, yük olarak görülmekte ve kaldırılmak istenmektedir. Ancak bu yapılırken yaşanacak bir başka sonuç ise, kadının çalışma yaşamında “isdihdamının” sınırlandırılması olacaktır.

* Kadın işçiler gece vardiyasında 7.5 saatten fazla çalıştırılamazlar. Gece çalıştırılan kadın işçilerden sağlık raporu alınması ve her 6 ayda bir muayene edilmesi zorunludur. Hamile kadınlar doğuma kadar, emziren kadınlar ise doğumdan itibaren 6 ay süre ile gece vardiyasında çalıştırılamazlar.

Bu madde ile kadınlar gece çalışmasına zorlanmakta ve kadının analık koşulları dikkate alınmamaktadır.

* Ev hizmetlerinde ve ev eksenli çalışan kadınlar İş Yasası kapsamı dışındadır. Ancak ev hizmetinde ücretli ve sürekli çalışanlar İş Yasası kapsamında tutulmuşlardır.

Yukarıda da görüldüğü gibi iş yaşamında işçi kadınlar sermayenin saldırıları altındadır. Kadın işçiler, iş yasasının kapsamının genişletilmesi, eşit işe eşit ücret, tüm kadınların iş güvencesinden yararlanabilmesi, gebelik ve doğum izninin uzatılması, anne yanında babanın da izin kullanabilmesi, çocuk bakımının çalışan kadının değil, toplumun sorunu olduğunun kabul edilmesi ve kadınların çalıştığı tüm işyerlerinde kreş açılması vb. talepleri konusunda mücadelelerine devam etmelidirler. Hukuksal kazanımlar da ancak dişe diş mücadeleler sonucunda elde edilebilecektir.