24 Ağustos 2007 Sayı: 2007/33(33)

  Kızıl Bayrak'tan
   Dikkatler sınıf hareketine, güç ve enerji sınıf çalışmasına!
  Grev hazırlıkları yayılıyor, bürokratlar susuyor!
Grev hakkı için birleşik mücadele!.
Nazi artığı Halacoğlu’nun ırkçı-şoven hezeyanları…
İşçi ve emekçi hareketinden...
Liberal sol için bir pusula ya da islami demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı
Yüksel Akkaya
  TÜTSİS “esneklik” dayatıyor, TEKSİF uzlaşmadan bahsediyor!
  KESK üyeleri ve yöneticileriyle toplu görüşme süreci üzerine konuştuk...
  Seçimler ve yeni dönem/2
22 Temmuz seçimleri ve düzen partileri
  Piyasalaşan eğitim sisteminde mesleki eğitim:
  Tersaneler cehenneminde hak alma
mücadelesi büyüyor!
  İşgalci zorbalar Irak’a
“Bosna modeli” öneriyor
  Şeriatçı Suudi rejimi emperyalist-siyonist güçlerin safında...
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 4
Volkan Yaraşır
  Devlet ve siyaset kurumu - M. Can Yüce
  Coca Cola’nın sirkine
bu sene de davet var!
  Sacco ve Vanzetti’yi insanlığın vicdanında canlı tutmak için...
  Bir-Kar Gençliği: “2. Enternasyonal
Gençlik Buluşması”na hazırlanıyoruz!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçilerden BirGün gazetesine!..

Okan İthalat’ın gerçek başarısı!

17 Temmuz 2007 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanan “Kobi dünyası: AR-GE ile gelen teknolojinin başarısı” başlıklı yazıda övülen Okan İthalat’a (Dr. CLEAN) ilişkin gerçeklerin bazı yönlerini yazmak orada çalışan ve o “başarı”nın bir sonucu olarak işten atılan biz işçilere bir görev oldu...

1. Okan İthalat tıpkı diğer tekelci sermaye gibi esas başarısını artı değer sömürüsünden alıyor. Şu farkla ki, bu küçük işletmede azgın sömürü diğerlerine göre katbekat fazladır. Çünkü kapitalist-emperyalist sistemde herşey rekabete dayalıdır. Bunun için küçük işletmelerin büyük tekellerle rekabet etme olanağı yoktur. Ya ona bağımlı olacak ya da yok olup gidecektir. Bu, düzenin esas yasasıdır. Pazarın büyük bölümünü elinde tutan büyük tekellerle rekabet etmek ancak üründe indirime giderek yapılabilir. Bu da ürünün kalitesinde değil maliyetinde yapılabilir. Kâr oranlarının düşmesini istemeyen bu küçük işletme patronları bunun faturasını da işçilere yüklerler. Yani işçiler üzerindeki artı değer sömürü oranını katbekat artırarak kendilerini varedebilirler. Bunu da işçilerin çalışma saatlerini artırarak, birçok haklarını gaspederek, sefalet ücretine mahkum ederek yapıyorlar. İşte Okan İthalat’ın başarısı burada saklı. Tıpkı diğerleri gibi. Bu gücü de işçi sınıfının örgütsüzlüğünden alıyor.

2 . BirGün gazetesinin öve öve bitiremediği “genç kimyacı” aynı zamanda Okan İthalat’ın patronu olan Sevgi Okan. Sevgi Okan azgın sömürünün dozunu artırmak için bütün yeteneklerini kullanmaktan geri kalmıyor. Tıpkı mensubu olduğu asalak sınıf gibi işçilere değer vermeyen, onları birer köle olarak gören bir anlayışa sahip. Öyle ki, işçilerin en ufak hak talebini işten çıkarma saldırısıyla yanıtlıyor. Bunu yaparken kendi yasalarını dahi çiğniyor. Kuşkusuz bu asalak sınıfın bir karakteridir. Patronların tek derdi vardır. O da kârlarını daha fazla artırmak. İşte bu Sevgi Okan’ın gerçek başarısı da budur!

3. Çalışma kampını aratmayan bu fabrikada keyfi uygulamaların sınır yoktur. İşçi sınıfının ağır bedeller ödeyerek kazandığı 8 saatlik işgünü bu fabrikada zorunlu mesai adı altında 12 saate çıkartılmış durumdadır. Yine birçok işçinin sigortası yapılmadığı gibi herhangi bir iş güvenliği önlemi de alınmamaktadır. İş sırasında işçilerin birbiriyle konuşması yasaktır. Yani dinlenme zamanlarının dışında kalan 11 saat boyunca işçilerin birbiriyle konuşması yasaktır. Tersi durum işten atılmak için bir nedendir.

Biz burada sadece birkaç uygulamayı yazdık.

Bizler Okan İthalat’ta çalışan ancak 23 Temmuz tarihinde çalışma koşullarımızın düzeltilmesi talebini dile getirdiğimiz için işsiz kalan işçileriz. Çalışma koşullarımızın düzeltilmesi, ücretlerin artırılması, zorunlu mesailerin kaldırılması, hiç değilse fazla mesailere normal ücretin üzerinde zam yapılması taleplerini dile getirdiğimiz için BirGün gazetesinin övgüyle söz ettiği Sevgi hanımın işten atma saldırısına maruz kaldık. Ayrıca işçi arkadaşları atıldığı için iş bırakan işçilere Sevgi hanım “siz işten çıkamazsınız, sizi ancak ben atarım” diyecek kadar da pervasızdır.

Bu anlattıklarımız tüm fabrikalar için geçerlidir. BirGün gazetesinin bunlardan haberi yoksa eğer Bakırcılar Sanayi Sitesi’ne giderek Okan İthalat’a dahil işçilerin hangi koşullarda çalıştığını öğrenebilirler. Ama BirGün gazetesi bunu yapmak yerine Okan İthalat’ın patronunun siparişi üzerine yazı yazmayı tercih ediyor.

“Emek”ten yana olduğunu iddia eden bir gazetenin bunu yapması doğru değildir. Bundan sonra ya emekten yana olduğunuz söylemini bırakın ya da öveceğiniz kişileri iyi seçin. Aksi durumda inandırıcılığınızı ve güvenilirliğinizi kaybedersiniz.

Okan İthalat’tan atılan işçiler

(Esenyurt-Kıraç İşçi Bülteni, Ağustos 2007)


Çürüyen eğitim sisteminin aynası: ÖSS

ÖSS ve YDS sonuçları açıklandı. ÖSS’yi kazanarak tercih yapan 920 bin 301 adaydan 193 bin 524’ü lisans, 199 bin 133’ü bir ön lisans programına girme hakkı kazanırken, 233 bin 733 aday da Açık Öğretim’de lisans programlarına yerleştirildi. Yani ÖSS’de barajı aşan öğrencilerin yarısı sonuçların açıklanmasının ardından açıkta kaldı.

Burjuva eğitim sisteminde yaşanan çürümenin en açık görünümlerinden biri ise okul birincileri üzerinden yaşandı. Üniversite tercihinde bulunan ve liseyi birincilikle bitirmiş olan 8 bine yakın öğrenciden 2 bin 520’si açıkta kaldı. Yani okul birincilerinin üçte biri sınavda binlerce öğrencinin önüne geçmelerini koşullayan yüksek AOBP’ye sahip olmalarına karşın üniversiteye giremedi.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da ayyuka çıkan diğer bir çarpıklıksa okulların başarı sıralamaları ve oranları. Bu yıl da özel okullar, Anadolu liseleri ve Fen liseleri devlet okulları ve meslek liseleri ile kıyaslanamayacak ölçüde başarılı oldular. ÖSS sonucunda açıkta kalan öğrencilerin ağırlıklı kısmını devlet okullarından ve meslek liselerinden mezun olan öğrenciler oluşturuyor. Okul birincileri içerisinden açıkta kalanların hangi liselerden mezun oldukları incelendiğinde de bu tablonun pekiştiği görülüyor. Zira düz bir devlet okulu mezunu ile Anadolu lisesi yahut kolejden mezun olan bir okul birincisi, yaklaşık olarak aynı AOBP’yi almalarına karşın, yıllarca gördükleri eğitimin niteliksel farkı bu sonucu yaratıyor.

2007 ÖSS sonuçları bir kez daha gösterdi ki, üniversiteye yerleştirme sistemi de eğitim sisteminin bütünü gibi çarpık ve temelsizdir. Eşitsizlik ve rekabet üzerine kurulu olan bu sistem binlerce genç insanın yaşamı ile oynamakta ve onları geleceksizlik bataklığına sürüklemektedir. ÖSS sonuçları bir kez daha göstermiştir ki, gençliğin gelecek sorununun çözümü ÖSS’nin 5 seçeneğinde değil, tam da kendi geleceği için vereceği mücadelededir!


İstanbul kime mezar olacak?!

17 Ağustos’un yıldönümü vesilesiyle deprem gerçeği ve tehditi bir kez daha gündemimize oturdu. Akademisyenler 30 yıl içerisinde Marmara’da en az 7 şiddetinde bir deprem gerçekleşmesi olasılığının en az %40 olduğundan söz ediyorlar. Sermaye düzeninin bu konuda gereğince adım atmadığının altını çiziyorlar.

Olası bir Marmara depreminde bir milyon binanın 40 bininin yıkılacağı öngörülen İstanbul ilinin valisi Muammer Güler ve yardımcısı, İstanbul’da alınan önlemleri ve deprem anına ilişkin geliştirilen stratejileri açıkladı. İstanbul Valiliği Afet Koordinasyon Merkezi’nden Sorumlu Vali Yardımcısı Adem Karahasanoğlu’nun yaptığı açıklamaya göre; bir deprem olduğunda İstanbul’da bulunan kişi ve kurumların helikopterlerine el konulacak. Şehre girişler kontrol altına alınacak ve öncelik iş makinelerine, arama kurtarma ekipleri ve ambulanslara verilecek! TSK’ya bağlı bazı gemiler yüzen hastaneye dönüştürülecek. Vali, belediye başkanı ve garnizon komutanı TSK’ya ait bir helikopterle kenti havadan dolaşarak hasar tespiti yapacak.

30 yıl içerisinde Marmara depreminin gerçekleşmesi olasılığının yüksekliği tartışılırken, İstanbul Valisi ve yardımcısı neleri tartışıyor! Depremin olası risklerini nasıl azaltacaklarını, bu konuda geliştirdikleri kalıcı çözümleri, altyapı sorununa, depremde ölümlerin esas kaynağı olan çarpık kentleşmeye ilişkin çözüm yöntemlerini mi! Hayır, onlar yıkılmış, harap olmuş bir İstanbul’un, enkaz altında kalmış bir şehrin resmini çiziyorlar ve bu resimden “en az hasarla çıkmanın” yollarını arıyorlar! Binaların yıkılmasını önleme, yani konut sorununa çözüm üretme ise gündemlerinde değil! Çünkü onların sözcüsü oldukları bu asalak düzenin konut sorununu çözmek gibi bir derdi yok!

Sermaye düzeni tüm kurumlarıyla iflas etmiştir. Bilim adına konuşan şarlatanlar ortalıkta uzman sıfatıyla cirit atmaktadır. Bütün bu deprem tartışmaları içerisinde Ahmet Mete Işıkara çıkıp, depremde kriz yönetiminin orduya bırakılması gerektiğini belirtmekte ve “sivil devlet kompleksi” yapılmasın diyerek paşaların önünde puan toplamaya çalışmaktadır. Ancak Işıkara hiç dert edinmesin, Vali Muammer Güler Taksim 1 Mayıs’ında ordu kadar olamasa da rüştünü ispat etmiştir.

Sermaye düzeninin sözcüleri yaklaşan bir felakete karşı önlem almayarak yeni katliamlara imza atmaya hazırlanmaktadırlar. Bu duruma seyirci kalmak, İstanbul’un işçi ve emekçilere mezar olması anlamına gelecektir. İşçi ve emekçilerin önünde, bu şehri başlarına yıkmak isteyenlerin başına yıkmak dışında bir çıkış yolu yoktur.


“Cezaevlerinde yaşananlar sır değil!”

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi 16 Ağustos günü dernek binasında yaptığı basın toplantısıyla 2007 yılının ilk altı ayını kapsayan “Cezaevi İhlal Raporu”nu kamuoyuyla paylaştı. “Cezaevlerinde yaşananlar sır değil!” başlığıyla sunulan raporda Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı genelgeyi uygulamadığı vurgulandı. Raporda ayrıntılı olarak cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, İHD’ye yapılan başvurular ve Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşulları hakkında yapılan başvuru yer aldı.

Raporun sonuç bölümünde; Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı genelgeyi uygulaması, hasta tutukluların tedavilerinin yapılması, iletişim özgürlüğünün sağlanması, disiplin cezalarının kaldırılması, anadilde görüş yasağının kalkması, işkenceye son verilmesi, cezaevlerinin sivil toplum kuruluşlarının denetimine açılması istendi.

Kızıl Bayrak/İstanbul


Kürdistan’da baskı artıyor

Kürdistan’da devlet baskısı bitmiyor. Genelkurmay’ın AKP hükümetinin onayıyla Şırnak, Siirt ve Hakkari’de tampon bölge uygulamasını başlatmasının ardından baskılar daha da yoğunlaştı. Bölgede fiilen olağanüstü hal uygulamaları sürüyor. Askerlerin boşaltılması için köylülere baskı uyguladığı ve giriş-çıkışı yasakladığı Siirt’in Pervari ilçesine bağlı Yapraktepe köyü Çemê Karê mezrasında hastalanan 6 aylık bir bebek, hastaneye götürülmesine izin verilmediği için öldü. Bu olayın ardından yeni skandallar da ortaya çıktı.

Mezrada yaşayan köylüler, askerlerin “kelle avcılığı” yapmaları için kendilerine baskı uyguladığını söylediler. Mezra sakinleri, B. adlı bir üsteğmenin ‘PKK’li başına 20 YTL’ teklif ettiğini belirterek, “Bunu kabul etmediğimiz için ‘Burası Özel Güvenlik Bölgesi’ diyerek yolumuzu üç haftadır kapalı tutuyorlar” dediler.

Bu arada Kiçan ve Batuyan aşiretleri 1989’da askerlerce boşaltılan Çemê Karê mezrasına, 2003’te geri döndükleri için asker ve korucuların, 26 Haziran’da köylüleri mezrayı yeniden boşaltmaya zorladı. Bunun üzerine Siirt Valiliği ve Jandarma Komutanlığı ile görüşen köylüler, tekrar mezralarına döndü. Ancak korucular ve jandarma bu kez, Pervari’yle mezrayı birbirine bağlayan yolu ulaşıma kapattı. Yol, tüm girişimlere rağmen yaklaşık 3 haftadır kapalı tutuluyor. Asker ve korucular tarafından defalarca tehdit edildiklerini dile getiren mezra sakinleri, yollarının kapalı tutulması nedeniyle sağlık sorunlarını çözemediklerini ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını belirtiyorlar.