24 Ağustos 2007 Sayı: 2007/33(33)

  Kızıl Bayrak'tan
   Dikkatler sınıf hareketine, güç ve enerji sınıf çalışmasına!
  Grev hazırlıkları yayılıyor, bürokratlar susuyor!
Grev hakkı için birleşik mücadele!.
Nazi artığı Halacoğlu’nun ırkçı-şoven hezeyanları…
İşçi ve emekçi hareketinden...
Liberal sol için bir pusula ya da islami demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı
Yüksel Akkaya
  TÜTSİS “esneklik” dayatıyor, TEKSİF uzlaşmadan bahsediyor!
  KESK üyeleri ve yöneticileriyle toplu görüşme süreci üzerine konuştuk...
  Seçimler ve yeni dönem/2
22 Temmuz seçimleri ve düzen partileri
  Piyasalaşan eğitim sisteminde mesleki eğitim:
  Tersaneler cehenneminde hak alma
mücadelesi büyüyor!
  İşgalci zorbalar Irak’a
“Bosna modeli” öneriyor
  Şeriatçı Suudi rejimi emperyalist-siyonist güçlerin safında...
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 4
Volkan Yaraşır
  Devlet ve siyaset kurumu - M. Can Yüce
  Coca Cola’nın sirkine
bu sene de davet var!
  Sacco ve Vanzetti’yi insanlığın vicdanında canlı tutmak için...
  Bir-Kar Gençliği: “2. Enternasyonal
Gençlik Buluşması”na hazırlanıyoruz!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sacco ve Vanzetti’yi insanlığın vicdanında canlı tutmak için...

Devrim ve sosyalizm! 

20. yüzyıl Amerikası’nın en zengin kesimini göçmen işçiler oluşturuyordu. Nasırlı eller onlarındı. Kamburlaşmış beller de… Her odasında başka bir ailenin kaldığı damı akan evler, karanlık fabrikalar ve yoğun çalışma saatleri, ücretsiz mesailer… Horlanmalar, hakaretler, en ölümcül hastalıklar da… Ama en önemlisi arka sokaklar onlarındı. İşte bu yüzden zengindiler, çünkü dünya üzerindeki bütün şehirlerin kalbi bu sokaklarda atardı! 1920’lerde ABD’nin arka sokaklarında rastlayacağınız bütün kalpler özgürlük ve kurtuluş için çarpardı.

Şimdi yürüyoruz. Bugün 15 Nisan... Boston’un banliyölerinden South Braintree'nin ana caddesi üzerindeyiz. Burada duralım. Ana caddenin üzerinde gördüğünüz şu ayakkabı fabrikası birazdan soyulacak. Bakın işte ayakkabı fabrikasının muhasebecisi ve koruması beraberce fabrikanın zırhlı kasasını komşu büroya taşıyorlar. Birazdan birkaç el ateş sesi duyacağız. İşte oldu. Bakın şu iki adama! Kasalar ve adamlar bir çırpıda ana cadde üzerinde bekleyen arabayla kayboldular.

Arabanın markası Buick. Muhtemelen çalıntıdır. Şu köşede dikilen 2-3 kişi (ki onlar her silah sesi duyduklarında kendilerini güvende hissediyorlarsa, gözlerini ayırmadan seyrederler) arabanın markasını seçebilirler. Soyguncuların yüzlerini seçmeleri zor. Ama bunun önemi yok. Bu ensesi kalın ABD’liler karşılarına çıkan ilk göçmen yüz için “emin değilim ama bu olabilir” diyecekler.

Biraz daha yürüyelim. Bu şatafatlı sayılabilecek bina güvenlik güçlerine ait. Şu kapıdan çıkan ve aslında Washington’da olmayı arzu ettiği yüzünden anlaşılan adam Komiser Stewart. Komiser, bugünlerde sayısı 5 milyona ulaşan Klu Klux Klanlar’dan biri değil. Ancak her iyi Amerikalı gibi göçmenlerden, kara derililerden ve başarısız olmaktan nefret eder. Bizim de tanığı olduğumuz soygunu gerçekleştirenleri yakalama görevi Stewart’a verilmiş. Stewart gelecekte sırf bu iki önemsiz (!) göçmen yüzünden ünlü olacağından habersiz küfür ediyor!

Olay yerinde inceleme yapan ve tanık ifadelerini dinleyen Stewart araba markasının Buick olduğunu çok geçmeden öğrenecek. Çalıntı olduğu anlaşılan aracın izi Stewart’ı İtalyan göçmenlere götürecek. Stewart henüz İtalyan göçmenlerin peşine düşmemişken, bir otomobil tamircisi soyguna karışan üç İtalyan’ın tamirhanesine geldiğini ihbar edecek. Stewart ise onları elinden kaçıracak. Suçluları yakalayamazsa prestiji sarsılacak olan Stewart suçlu ya da en azından kolayca suçlu kabul edilebilecek birilerini aramaya çıkacak. Şimdi görecekleriniz bir av ve avcı suçlu ya da suçsuz göçmen İtalyan aramakta.

Tam burada duralım. Çünkü burada Sacco ile Vanzetti’yi ilk kez göreceğiz. İşte Stewart, tek tük geçen arabaları durduruyor, arabalardaki herkesin önce yüzüne, sonra kimliğine bakıyor. O siyah adamın yüzüne dikkatlice baktı ama bir siyahı İtalyan diye yutturamaz. İşte Sacco ile Vanzetti’nin bulunduğu araç. Kenara çekiyorlar. Sacco ile Vanzetti telaşlı görünüyor. Çünkü ABD’de göçmen İtalyan olmak, üstelik silahlı, üstelik üzerilerinde anarşist bildiriler taşırken tehlikeli, hele ki kasıla kasıla yürüyen bir komiser bulunduğunuz arabayı çevirmişse daha da tehlikeli… Vanzetti Sacco’ya göre iki kez endişeli. Çünkü burada çok oyalanırlarsa ölen bir İtalyan militan için düzenlenecek eylemi kaçıracaklar.

İşte Stewart’ın yüzünde büyük bir gülümseme. Safkan iki İtalyan’ı ağına düşürdü. Üstelik antikomünizmin tanrı buyruğu haline geldiği ABD’de iki militan İtalyan bunlar. Üzerilerinde suç aletlerini de taşıyorlar. Doğru ya da değil, soygunu bu iki göçmen işledi... Sacco ile Vanzetti’yi zorla götürüyorlar.

Şimdi Dedham’a gitmemiz gerekiyor. Ancak acelemiz yok. Çünkü Sacco ile Vanzetti ilk sorgulamayı yapacak sorgu yargıcının karşısına çıkmadan önce birkaç günü oldukça kötü koşullarda nezarette geçirecekler. Ve işte sorgu yargıcı… Uzun sürmeyecek. Yüzlerine baktığında suçlu oldukları kararını verdi zaten. Bir İtalyan’dan daha suçlu ancak bir siyah olabilir bugünlerde. Bir siyahtan daha suçlu ise ancak herhangi bir ırktan gelen komünist.

Sorgu biraz yorucu. Sacco da, Vanzetti de çok kötü bir İngilizce konuşuyorlar. Bu iki “azılı soyguncu” için yargılamanın bu aşamasında avukat ya da tercümanın tayin edilmeyeceği de açık. Sacco biraz önce suçsuz olduğunu ispatlama şansını kaybetti. Çünkü bu ayakkabı işçisi 15 Nisan’da işe gitmediğini söyleyiverdi. Sorgu yargıcına göre buradan çıkacak sonuç basit; bir İtalyan işe gitmiyorsa olsa olsa suç işler.

Sorgu yargıcı Sacco’nun suçlu olduğuna emin, ama bu mahkemeden tutuklu olarak Vanzetti ayrılacak. Çünkü Noel’de yapılan bir soygunun sanıkları Vanzetti’yi teşhis etti. Şimdi yargıç kararı okuyacak: “Mahkeme, sanık Bartolomeo Vanzetti'yi 12 yıldan az 15 yıldan fazla olmamak üzere hapis cezasına çarptırmıştır...”

***

Bir yıl sonra Ağustos ayındayız. Yine Dedham… Yine o soğuk mahkeme salonu. Jüri üyelerinin yüzlerindeki ifadeyi görüyor musunuz? Aslında her birinin ataları ABD’ye azılı suçlular olarak geldi. Ancak onlar geçmişlerini çoktan unuttular. Şimdi bu fırsatlar ülkesinin fırsatlarından sonuna kadar yararlanmak ve saygın birer vatandaş olmak için kendilerine öğretileni yapıyorlar. Komünistlerden nefret ediyorlar, göçmenlerden nefret ediyorlar, siyahlardan nefret ediyorlar, farklı dinlerden, sıcak ve samimi sohbetlerden, bozuk İngilizce’den, kendilerinden daha iyi giyinen ve daha kötü giyinenlerden de…

Bir yılı aşkın süredir tutuklu olan Vanzetti kafesin ardında. Sacco ise sanık sandalyesinde. Yargıç konuştu, salon çok sessiz... Sacco ile Vanzetti idam edilecek. Buradan çıkmadan önce mahkemeyi izlemeye gelenlerin yüzlerine bakın. Ne kadar da hoşnutsuzlar! İdam kararının ardından bağırma çağırma, yalvarma, ağlama duymak istiyorlardı.

Buradan içeri giremiyoruz. Bu yüzden Sacco ile Vanzetti’yi kaldıkları hücrede görme şansımız olmayacak. Ancak hücreyle ilgili bütün ayrıntıları öğrenebilirsiniz. Çünkü her ikisi de sürekli yazıyorlar. Bu gördüğünüz yüksek duvarların ardında tutsak olan iki göçmen işçi içeride sabırla ama içlerindeki isyan ateşini dindirmeden ölecekleri saati bekliyorlar. Ama bunu engellemek için çabalamaktan da geri durmuyorlar.

Ancak karar hiç de adalet yerini bulsun diye verilmedi. Geçtiğimiz günlerde başka bir cinayetten hapiste yatmakta olan Celestino Madeiras, soygunu ve cinayetleri Joe Morelli çetesiyle birlikte işlediğini itiraf etti. Ancak Madeiras’ın itirafı duymazlıktan gelindi.

Vanzetti Sacco’nun oğluna şu mektubu yazmış: “Hiç aklından çıkarma Dante, eğer birisi baban ve benim hakkımda başka birşey söylerse, o, masum ölülere, yürekli bir şekilde yaşamış insanlara küfreden bir yalancıdır. Şunu da iyi bil ve hep hatırla Dante, eğer baban ve ben, kalleş, riyakar, dönek insanlar olsaydık ölüme gönderilmezdik. Bize karşı topladıkları delillerle cüzzamlı bir köpek, bir akrep bile ölüme mahkum edilemez. Bizim, davamızın yeniden görülmesi için öne sürdüğümüz bu olgular, bir ana katilinin, yüreği taşlaşmış bir suçlunun davasının yeniden görülmesine yeterdi.”

Bugün 23 Ağustos 1927. Yargıcı tanıdınız mı? 6 yıl önce idam hükmünü veren yargıç. Sacco’yu getiriyorlar önce. “Yaşasın anarşi!”  Ampulün ışığında titreme başladı. Ve işte Vanzetti. “Bugün bana yapılanlara dair bazı kişileri bağışlamak istiyorum.” Bunlar Vanzetti’nin son sözleri.

Hala aynı gündeyiz. Dikkat edin! Boston sokakları bu kadar kalabalığı hiç bir arada görmemiştir herhalde. Polis korkuyla saldırıyor! 250 bini aşkın insan var burada. Ve birçok kişi gözaltına alınacak.

Ve burası Arjantin... Bu gördüğünüz kalabalık da Sacco ve Vanzetti için sokaklarda. Hadi gelin, Havana’daki şu görkemi görüyor musunuz? Paris, New York, Londra… Ve işte Rusya… Saat sabah 08.00 civarı. Şalterler ineli birkaç saniye oldu yani. Bu gördüğünüz mavi gözlü adam sürgünde bir devrimci ozan; Nazım Hikmet. Sacco ile Vanzetti’yi düşünüyor ve kalemi kağıdın üzerinde kendiliğinden ama ustaca oynuyor:

Yanıyordu kanlarında şavkı İtalya güneşlerinin
koştular temiz esmer alınlarla hayatın sesine,
dövüştüler yanında dövüşen kardeşlerinin.
Yeni dünyada düştüler eski zulmün pençesine!
Yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular.
Elektrikli iskemleye
kadife bir koltukmuş gibi oturdular.
Yürekleri dört bin volta yedi dakka dayandı.
Yandı yürekleri
yedi dakka yandı!..

Sacco ile Vanzetti ABD’de iki sıradan göçmen işçiyken, ABD’nin sömürü ve talan üzerine kurulu toplumsal yaşamının ve ırkçılığı besleyen yasalarının sonucu olarak yaşamlarına elektrik sandalyede son verdiler. Ancak tutsak kaldıkları 7 yıl boyunca işçi sınıfının haksızlıklar karşısında açığa çıkarttığı güç ve iradenin en açık örneği oldular.

Ve Vanzetti’nin kaleminden dökülen şu sözler, 7 yıl boyunca her gün ölüme yaklaşırken ancak devrimci bir proleterin sahip olabileceği soğukkanlılığı, mutluluğu ve bilinci açığa vuruyor:

Dünyada aklımıza gelmezdi böyle yararlı olacağımız,
insanlık için, adalet için, hürlük için
eskaza gördüğümüz bu hizmeti
bir kere değil, on kere yaşasak yapamazdık.
Dediklerimiz, hayatımız, çektiklerimiz hiç kalır bunun yanında
hiç kalır yanında idamımız -bir kunduracıyla bir işportacı parçasının idamı
Yaşayacağımız o son anı elimizden alamazsınız ya!
O bizim işte, o bizim zaferimiz.

İşte bu yüzden Einstein’ın dediği gibi; “Sacco-Vanzetti’yi insanlığın vicdanında canlı tutmak için herşey yapılmalıdır...”

İşte bu yüzden bugün, bu azgın kapitalist sömürü ve barbarlık düzenine karşı geleceğimize sahip çıkmak zorundayız!


İspanya’nın kızıl çiçeği: Lorca!

Tarih 19 Ağustos 1936… Faşizmin İspanyol muhafızları, Garcia Lorca’nın kollarına girerek O’nu iki günden fazla kaldığı ve işkenceden geçirildiği hücresinden bir arabaya doğru sürüklüyorlar. Araba ıssız bir yerde sessizce duruyor. Lorca arabadan çekiştirilerek çıkartılıyor.

İspanya’nın Sivil Muhafızları, İspanyol faşizminin tetikçileri Lorca’nın karşısına dikiliyor! Önce Lorca vuruyor onları sözleriyle! Özgürlüğü, eşitliği, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı haykırıyor suratlarına… Bu sözlerden korkan Sivil Muhafızlar tüfeklerinin dipçikleri ile saldırıyorlar önce, sonra ateş ediyorlar… Lorca yere düşüyor, bir kez doğruluyor… Tekrar silah sesleri ve Lorca, inandığı devrim ve sosyalizm davası uğruna ölümsüzlüğe kavuşuyor! Tıpkı İspanya halkının faşizme ve sömürüye karşı verdiği mücadeleleri anlattığı dramlarındaki devrimciler gibi, tıpkı yiğitçe ölümü sözcüklerle anlattığı bir şiir gibi, tıpkı nice başka direngen devrimci gibi Lorca da cellatlarının yüreğine korku salarak, ölümü selamlayarak son nefesini veriyor!

1898’de dünyaya gelen Lorca, henüz hukuk fakültesindeyken devrimci olmaya karar verir. Yine bu yıllarda ilk kitaplarını kaleme alır. Kendisini “ben de her gerçek şair gibi devrimciyim” diyerek tanımlayan Lorca, faşizm Avrupa coğrafyasını kasıp kavurmaya başlamadan önce düzen ile devrim arasında tercihini yapmıştır bile! O yaşamını İspanya halkının özgürlüğüne ve eşitliğine adayacak, yaşamını bu uğurda şekillendirecektir. Bu yolda şiirler yazar, oyunlar yazar, gezici tiyatrolar aracılığıyla devrimin sesini İspanya’nın en uzak köylerine dahi taşımaya çalışır. Bildirilerin altında O’nun imzasını görmek, faşizme karşı direniş çağrısı yapılırken O’nun sesini duymak dönemin İspanyası’nda alışılagelmiştir.

İspanya faşist darbe ile sarsılırken aldığı net tutumla dünya devrim tarihine adını yazan Lorca, aynı şekilde dönemin faşist beslemelerinin tepkisini de üzerine çekmiştir. Sivil muhafızların kanlı yüzünü teşhir etmek için kaleme aldığı İspanyol Sivil Muhafız Baladı ise işte bu dönemde Lorca’nın ölüm fermanı olur.

Lorca 71 yıl önce, gözaltına alındıktan 2,5 gün sonra, 19 Ağustos’ta, doğduğu memleketin Viznar Vadisi’nde Sivil Muhafızlar tarafından katledilir! Ölümünün 71. yılında O’nu saygıyla anıyor ve O’nun ölüm fermanı olarak bilinen şiirini bir savaş çağrısı olarak kabul ediyoruz!

Karadır atları, kapkara

Nalları da kapkara demir.

Pelerinlerinde parıldar

Mürekkep ve mum lekeleri

Ağlamak nerede onlar nerede

hepsinin de kurşundan beyni

Yoldan ağır çıkageldiler

gönülleri cilalı deri.

O çılgınlar, o gececiler

boğarlar geçtikleri yeri

Zamk karası bir sessizliğe

ve bir dehşete kum incesi…

(İspanyol Sivil Muhafız Baladı/F. Lorca)


 

Mamak festivaline doğru...

Mamaklı işçi ve emekçilerin birlikte ürettiği ve paylaştığı bir kardeşlik sofrası olan kültür sanat festivalimiz yaklaşıyor. Mamaklı işçi ve emekçileri parçası haline getirmeye çalıştığımız festivalin çağrısını Mamak’ın dört bir yanına ulaştırıyoruz.

“Emperyalist barbarlığa, kapitalist sömürüye, faşist saldırganlığa karşı Mamak 4. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!” başlığını taşıyan, yaklaşık 8.500 broşürü Mamaklı işçi ve emekçilerin kapılarını çalarak, kimi zaman sohbet ederek, kimi zaman evlerine konuk olarak dağıttık. Festivali Mamaklı emekçilerin sahiplendiğini gözlemledik. Festival çağrıları ile birlikte işçi ve emekçilere festivale çağrı belgeselini ulaştırıyoruz. Yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı devrimci alternatifi büyütme çağrımızı yineliyoruz. Festivalin duyurusunu yapan afişlerimizi de yaygınca kullandık.

Festival çağrımız büyüyerek devam ediyor.

Mamak 4. Kültür Sanat Festivali Komitesi