24 Ağustos 2007 Sayı: 2007/33(33)

  Kızıl Bayrak'tan
   Dikkatler sınıf hareketine, güç ve enerji sınıf çalışmasına!
  Grev hazırlıkları yayılıyor, bürokratlar susuyor!
Grev hakkı için birleşik mücadele!.
Nazi artığı Halacoğlu’nun ırkçı-şoven hezeyanları…
İşçi ve emekçi hareketinden...
Liberal sol için bir pusula ya da islami demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı
Yüksel Akkaya
  TÜTSİS “esneklik” dayatıyor, TEKSİF uzlaşmadan bahsediyor!
  KESK üyeleri ve yöneticileriyle toplu görüşme süreci üzerine konuştuk...
  Seçimler ve yeni dönem/2
22 Temmuz seçimleri ve düzen partileri
  Piyasalaşan eğitim sisteminde mesleki eğitim:
  Tersaneler cehenneminde hak alma
mücadelesi büyüyor!
  İşgalci zorbalar Irak’a
“Bosna modeli” öneriyor
  Şeriatçı Suudi rejimi emperyalist-siyonist güçlerin safında...
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 4
Volkan Yaraşır
  Devlet ve siyaset kurumu - M. Can Yüce
  Coca Cola’nın sirkine
bu sene de davet var!
  Sacco ve Vanzetti’yi insanlığın vicdanında canlı tutmak için...
  Bir-Kar Gençliği: “2. Enternasyonal
Gençlik Buluşması”na hazırlanıyoruz!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Nazi artığı Halacoğlu’nun ırkçı-şoven hezeyanları…

Özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik!

Geçtiğimiz günlerde Akşam gazetesinde Gülay Kömürcü’nün “Kendini Kürt Zanneden Türkler” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Sonra da Ermeni soykırımı tartışmalarından tanıdığımız Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu, katıldığı bir toplantıda “Türkiye’de yaşayan Kürtler’in Türkmen, Kürt Alevileri’nin ise Ermeni kökenli olduğunu” iddia etti. Böylece Halaçoğlu, hem Türkiye’de Kürt ve dolayısıyla Kürt sorunu olmadığını, hem de bu sorunu dile getirenlerin “Ermeni tohumu” olduğunu söylemiş oldu!

Gülay Kömürcü ile Yusuf Halaçoğlu’nun buluştukları ortak nokta, resmi ideolojinin, bu topraklarda yaşayan halkların etnik ve kültürel kökenleriyle ilgili temel tezlerinden birini bugün yeniden ısıtmaya çalışmalarıdır. Bu iki sermaye uşağının söylediklerinin bundan 20 yıl önce kullanılan “Kürtler dağ Türk’üdür” söyleminden hiçbir farkı bulunmuyor. Bu da resmi ideoloji açısından, sermayenin konuya yaklaşımı açısından hiçbir şeyin değişmediğini, Kürtler rejim için bir parça problem olmaya başladıkları anda aynı uğursuz propagandaların tekrar ısıtılıp devreye sokulmasından fayda umulduğunu gösteriyor.

Kuşkusuz, tarih alanında araştırma yapan bir kurumun başında bulunan biri tarafından sarfedilen bu sözler, “kişisel” olmanın ötesinde sömürgeci Türk sermaye devletinin resmi görüşlerini yansıtmaktadır. Halaçoğlu bu sözde tezlerle, tarihin Türklerle başladığını, Sümerler’in aslında Türk olduğunu, bütün dillerin Türkçe’den çıktığını söyleyen öncellerine önemli bir katkı yapmış oldu!

Bilindiği üzere, “Kürtler’in Türk olduğu” iddiası, Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi’nin bir uzantısıdır. Türk Tarih Konferansları’nda kabul edilen ve bir dönem resmi görüş olarak savunulan bu teze göre; dünyadaki hemen bütün halklar Türkler’den türemiş, bütün diller Türk dilinden doğmuştur. Buna göre, Hititler’in, Frigler’in, Mezopotamya’da yerleşmiş olan Asur, Sümer, Kalde, Akad, Med ve Urartular’ın hepsinin, Orta-Asya’dan göçmüş çeşitli Türk kavimleri oldukları savunulmaktadır. Bunun gerisinde ise, Anadolu’nun çok eski tarihlerden beri Türk vatanı olduğunun kanıtlanma çabası yatmaktadır. Bununla da yetinmeyip sadece Anadolu halklarının değil, Balkan halklarının (Bulgarlar, Macarlar, Romenler, Arnavutlar vb.’nin) da Orta-Asya’dan göçen Türk kavimleri oldukları hezeyanlarına kadar vardırılabilmiştir. Aynı dönemde bu çerçevede Kürdistan’da bir inceleme yaptırılmış ve elde edilen fiziki ölçümler (kafatası, burun, kulak biçimleri; kol-ayak uzunlukları; kemik boy ve biçimleri, deri-göz renk ve uyumları vb.) Türk Tarih Kongreleri’nde tartışma konusu olabilmiştir.

Türk Tarih Tezi’nin bir devamı olarak, “Kürtler’in Orta-Asya’dan göçen Turanî bir kavim” oldukları da iddia edilmektedir. Oysa Kürtler’in göç ettiklerine ilişkin hiçbir ciddi belge ve bulgu yoktur. Kürtler Ortadoğu’nun en eski yerleşik halklarından biridir. Bu, binlerce yıllık tarihi içinde bütün bilgi ve belgelerle sabittir. Tarih öncesi çağlara ait, kaynaktan yoksun varsayımlara dayalı göç teorilerinin hiçbir ciddiyeti yoktur.

Öte yandan, bütün bu ırkçı-şoven teori ve tezler, tarih ve etnografya çevrelerinde alayla karşılanmış, bu nedenle resmi Türk Tarihi, Türkler’in Anadolu’ya girişini 1071 Malazgirt Savaşı’dan başlatmak durumunda kalmıştır. Buna göre, Türkler’in Anadolu’daki varlıkları 900 küsur yıl etmektedir. Oysa Kürtler bu coğrafyanın en eski halklarından biridir. Hint-Avrupa dil grubunun bir kolu olan Kürt dili, tüm engellemelere rağmen bugün halen varlığını sürdürmektedir. Kürtçe ile Türkçe arasında hiçbir akrabalık yoktur. Birbirine tamamen yabancı iki dil ailesine mensupturlar. Bu bilimsel bir gerçektir.

Dünyada yıllardır Kürdoloji (Kürt tarihi, dili, kültürü) alanında çalışmalar yapılıyor. Bu konuda üniversitelerde açılmış bölümler, yayımlanmış yüzlerce eser bulunuyor. Bu bakımdan bilimsel hiçbir dayanağı olmayan bu görüşlere uzun uzadıya yanıt vermeye gerek yok. Kürtler’in kökeni ile ilgili resmi ideolojinin ileri sürdüğü tüm görüşler yalan ve inkâra dayalıdır. Kendi içinde bile tutarlılığı olmayan, bilimsellik süsü verilmiş bu sözde tezler, ırkçı-şoven güçlerin Kürt sorununda bulundukları noktayı göstermesi bakımından dikkate değerdir.

Resmi ideoloji, asırlardır Ortadoğu’da yaşamış Kürt ulusal varlığını, sözde “bilimsel” gerekçelere dayanarak yok saymıştır. Kürtler’in Türk kökenli bir kavim olduğu görüşü, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını tanımamak, Kürdistan’ın işgal ve ilhakını meşru saymak amacı ile savunulmaktadır. Kürt ulusunun varlığı inkâr edilerek sömürgeci politikalara ideolojik kılıf uydurulmaya çalışılmaktadır. İnkâr, sermaye devletinin Kürt sorununda uyguladığı geleneksel bir politikadır. Kürtler, karda yürürken çıkan kart kurt sesinden adını almış “Dağ Türkleri’dir”. Kürt sorunu ise, zaman ve koşullara göre bir “irticai kalkışma”dır, “ekonomik geri kalmışlık sorunu”dur, “dış güçlerin kışkırttığı bir sorun”dur, “terör ve bölücülük sorunu”dur, vb...

Irkçılık ve şovenizm, diğer ulus ve milliyetlerin eşitliğini ve haklarını tanımamak, onu zorbalıkla gaspetmektir. Sömürgeci Türk sermaye devleti, Türkiye’de yaşayan herkesi Türk kabul ederek, sadece Kürt ulusunun varlığını değil, aynı zamanda Ermeni, Rum, Arap, Çerkez, Laz, Gürcü vb. toplulukların varlıklarını, dolayısıyla onların ulusal demokratik haklarını da inkâr etmektedir.

Kürt ulusal varlığını dünyada reddeden tek resmi görüş Türk sermaye devletinin görüşü olmuştur. Oysa, Kürdistan’ı paylaşmış olan diğer devletler (İran, Irak, Suriye) Kürt ulusunun varlığını inkar etmemektedirler. Bu devletler, Kürt ulusunun varlığını resmen kabul etmekte, fakat Kürt ulusunun azınlık olduğu iddiasıyla onların kendileri ile eşit haklarda olamayacağını ileri sürmektedirler.

Bugün Türkler’in dışındaki ulus ve milliyetleri yok sayma sadece Halaçoğlu ve Kömürcü’ye özgü bir düşünce değildir. Bu inkârcı zihniyet, 12 Eylül Anayasası’nın güvencesi altındadır. Anayasa’da belirlenen Türklük tanımının bilimsel olmaktan uzak olduğu açıktır. Anayasa’nın 66. maddesi, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” demektedir. Oysa TC’ye vatandaşlık bağı ile bağlı olsa bile, “herkesin Türk olduğunu” kabul etmek, ırkçı-şoven zihniyetin ta kendisidir. Bu zihniyet, herkesi bir kalıba dökmekte, egemen ulus ve inanç dışında kalan ulus ve milliyetlerin, inanç topluluklarının varlığını kabul etmemektedir. Herkesi Türk sayıp Türkler arasında ayrım gözetilmemesi sözleri, inkâr politikalarının dışavurumudur. “Türkiye’deki herkes Türk’tür” demek aslında, Türk olmayı doğal olarak kabul etmeyen başka ulus ve milliyetten insanların hiçbir haktan yararlanmayacakları anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle, Türk olmayan ve ulusal kimliğini ortaya koyan topluluklar için, “ulusal istemlerde bulunmadığın, Türk olduğunu kabul ettiğin sürece hakkın vardır” demeye getirilmektedir.

Kürtler’in varlığı nesnel bir gerçektir. Bugün milyonlarca insan “ben Kürdüm” demekte, Kürtçe konuşmakta, ulusal talepleri için mücadele etmekte, bu uğurda kanını-canını esirgememektedir. Bunun içindir ki, Kürt ulusal varlığı dizginsiz bir devlet terörünün açık hedefi olmaktadır. Bunun içindir ki, sömürgeci Türk sermaye devleti kendisini sürekli tahkim etmekte, düzinelerce mahkeme ve zindan kurmakta, ordunun büyük bir bölümünü Kürdistan’a yığmaktadır. Dolayısıyla “Kürt var mıdır, yok mudur” tartışması abesle iştigal etmektir. Ve tam da bundan dolayıdır ki, gelinen yerde bu ilkel ve pespaye politikalar zorlanmakta ve açık bir iflasla yüzyüze kalmaktadır.

Yaşananların bir kez daha gösterdiği gibi, sermaye iktidarı altında bu topraklarda halkların eşit ve gönüllü birliği sağlanamaz. Sermaye düzeni ve devleti, halklar karşısında inkârcılığı, şovenizmi ve zorbalığı savunmaktadır. Sermaye iktidarı altında inkârcılık ve asimilasyon, ulusal baskı ve zulüm sürecektir. Çözüm, tüm milliyetlerden emekçilerin işçi sınıfının devrimci bayrağı altında birleşmesinden ve savaşmasından geçmektedir.