24 Ağustos 2007 Sayı: 2007/33(33)

  Kızıl Bayrak'tan
   Dikkatler sınıf hareketine, güç ve enerji sınıf çalışmasına!
  Grev hazırlıkları yayılıyor, bürokratlar susuyor!
Grev hakkı için birleşik mücadele!.
Nazi artığı Halacoğlu’nun ırkçı-şoven hezeyanları…
İşçi ve emekçi hareketinden...
Liberal sol için bir pusula ya da islami demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı
Yüksel Akkaya
  TÜTSİS “esneklik” dayatıyor, TEKSİF uzlaşmadan bahsediyor!
  KESK üyeleri ve yöneticileriyle toplu görüşme süreci üzerine konuştuk...
  Seçimler ve yeni dönem/2
22 Temmuz seçimleri ve düzen partileri
  Piyasalaşan eğitim sisteminde mesleki eğitim:
  Tersaneler cehenneminde hak alma
mücadelesi büyüyor!
  İşgalci zorbalar Irak’a
“Bosna modeli” öneriyor
  Şeriatçı Suudi rejimi emperyalist-siyonist güçlerin safında...
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 4
Volkan Yaraşır
  Devlet ve siyaset kurumu - M. Can Yüce
  Coca Cola’nın sirkine
bu sene de davet var!
  Sacco ve Vanzetti’yi insanlığın vicdanında canlı tutmak için...
  Bir-Kar Gençliği: “2. Enternasyonal
Gençlik Buluşması”na hazırlanıyoruz!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Polis devleti uygulamaları yaygınlaşıyor!

Hak ve özgürlüklerimiz için mücadeleye!

Polis Selahiyetleri Kanunu’nun meclisten geçmesi ile birlikte polisin keyfi uygulamaları ciddi bir boyut kazandı. Yasanın Resmi Gazete’de yürürlüğe girmesinin hemen ertesi günü, 2 Haziran’da Taksim Tramvay Durağı’nda devrimci güçlerin örgütlediği Genelkurmay muhtırasını protesto eden basın açıklamasına saldıran polis, o günden bugüne keyfi saldırılarını süreklileştirmiş durumda.

Devrimci güçler açısından özü itibariyle değişen bir durum sözkonusu değil. Zira bu yasa çıkmadan önce de devrimciler özel hedef olarak seçiliyor ve kolluk kuvvetlerinin saldırılarıyla karşılaşıyorlardı. Bu çerçevede tek değişiklik; bu yasal düzenlemeden önce başvurulan ancak “yasadışı” kabul edilen saldırıların artık yasalardan güç alınarak gerçekleştirilmesidir.

Sözkonusu yasal değişikliği asıl önemli kılan, bu yasanın polisler tarafından tüm toplumu terörize etmenin bir aracına dönüştürülmüş olmasıdır. Bugün sokakta yürüyen herhangi biri, polise yan gözle baktığı için kimlik göstermek zorunluluğu ile karşılaşıyor ya da sorgusuzca dayağa maruz kalıyor. Nitekim bunun örnekleriyle son birkaç ay içerisinde çokça karşılaşıldı. Moda Sahili’nde ailesi ile beraber bir çay bahçesinde oturan İstanbul Üniversitesi avukatı Muammer Öz’ün, salt kendisinden kimlik istenmesinin nedenini sorguladığı için yediği meydan dayağı bugün gelinen noktayı gözler önüne seren çarpıcı bir örnektir.

Çevik kuvvetin de son süreçte yasalardan aldığı güçle nasıl bir keyfiyet içerisinde olduğu görülmektedir. Özellikle İstiklal Caddesi’nde devriye gezen çevik kuvvet ekiplerinin kişisel inisiyatiflerine dayanan uygulamalar her an yaşanmaktadır. Kürt halkına mensup gençler İstiklal Caddesi’nde rastgele durdurulmakta, kimlik göstermeye zorlanmaktadır. Kimi zaman bu uygulamanın tek nedeni gelip geçene şov yapmak olabilmektedir.

10 Ağustos günü Mehmet Nezir Çirink ve Arif Kılınç’ın yaşadıkları, Beyoğlu sokaklarında uygulanan baskının ulaştığı boyutları gözler önüne sermektedir. 10 Ağustos günü saat 22.30 sularında arkadaşı Arif Kılınç’ı yolcu etmek üzere evden çıkan Mehmet Nezir Çirink’in yolları kesildi. Kendilerinden kimlik göstermelerini isteyen kişilere Çirink, “önce siz bize kimlik gösterin, sizin polis olduğunuzu bilmiyoruz” dedi. Bunun üzerine polisler Çirink ve Kılınç’ı öldüresiye dövmeye başladılar. Baygın bir halde hastaneye kaldırılan Çirink ve Kılınç’ın tedavisi de polis tarafından engellenmek istendi. Olayın çarpıtıldığı polis tutanağını imzalamak istemeyen Çirink ve Kılınç bu kez hastanenin içinde meydan dayağından geçirildi. Özellikle durumu ağır olan Çirink polisin talimatı ile hastane hastane dolaştırıldı. Sonuçta Çapa Tıp Fakültesi’nde Çirink’in dalağının patladığı anlaşıldı ve ameliyatla dalağı alındı.

Yasanın meclisten geçtiği günden bu yana üç ay geçti. İşkence ile kötü muamele iddialarını içeren şikayetlerde gözle görülür bir artış yaşandı. Özgür Hayat’ın yazı işleri müdürü Taksim’den kaçırıldı ve neredeyse ölümden döndü. Ümraniye’de hırsızlık iddiası ile gözaltına alınan Mustafa Kükçe, işkencede yediği dayak sonucunda hayatını kaybetti.

Bu örnekler artırılabilir. Fakat asıl üzerinde durulması gereken, polis terörünü olağanlaştıran, adeta günlük bir uygulamaya indirgeyen değişimin dayanağının ne olduğudur. Ortada kurumsal bir şiddet, meşru görülen bir işkence sistematiği, kısacası sermaye iktidarının açık bir yönelimi vardır.

Kapitalizm bir korku toplumudur. Güvenlikten özgürlüğe bütün kavramların güncel içeriği sermaye düzeninin dönemsel ihtiyaçları çerçevesinde şekillenir ve temel belirleyen denetime duyulan ihtiyacın boyutudur. Türkiye’de son süreçte sermayenin çeşitli klikleri arasında bir iktidar krizi yaşanmış, bu kriz yaşamın her alanında hissedilmiştir. Ancak, polisleri bu toplumun en yetkili kesimi ilan eden yasa bu krizin en derinleştiği dönemde çıkartılmıştır. Yani sermaye cephesi kendi içinde en kavgalı olduğu dönemde bile toplumu sindirme, baskı altında tutma noktasında kenetlenebilmekte, ortak tutum alabilmektedir.

Bugün büyüyen bir toplumsal muhalefetten, güçlü bir sınıf hareketinden söz edebilme olanağından yoksunuz. Ancak gerek sınıf cephesinden ardı ardına ilan edilen grev kararları, gerekse ülke genelinde keskinleşen çelişkiler muhalefetin gelişmesinin nesnel dinamiklerini barındırmaktadır. Servet-sefalet kutuplaşmasının görülmemiş ölçüde derinleştiği, yaşam güvencesinden yoksunluk ve geleceksizliğin toplumun geniş bir kesimini bunalttığı bir dönemde sermaye düzeni sömürü, baskı ve zor iktidarını güvence altına almaya çalışmaktadır.

Polis terörünü boşa çıkarmanın, baskı ve terörü dağıtmanın tek yolu, hak ve özgürlükler uğruna dişe diş bir mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.


Cezaevlerinde saldırılar artıyor!

F tiplerinde devrimci tutsaklara yönelik saldırılar sürüyor. “İnceltilmiş” biçimde devam eden saldırılar, aslında 19 Aralık’tan bugüne süren irade savaşının bir parçası. Bazen akıl almaz gerekçelere dayandırılan saldırılar, devrimci tutsakların direnci ve kararlılığı ile karşılanıyor. Son dönemde gerek İHD’nin hazırladığı 6 aylık cazaevleri raporu, gerekse tutsak yakını örgütlerin kamuoyuna yaptığı açıklamalar, tecrit ve izolasyonun boyutlanarak sürdüğünü ortaya koyuyor.

Hak ihlalleri devam ediyor!

Devrimci tutsakların haberleşme hakkı elinden alınmak isteniyor. Mektuplar verilmiyor, görüş hakkı engelleniyor. Mektuplardan kaynaklı cezalar uygulanıyor. Kürtçe ve devrimci yayınlar çeşitli bahanelerle verilmiyor. Anadilde konuşma hakkı engelleniyor. Hücrelerde 3 kitaptan fazlasının bulunması yasaklanıyor. Temiz içme suyu verilmezken, sıcak su 15 günde bir veriliyor. Ankara’da tutuklanan HÖC’lülerin karşılaştığı gibi, tutsaklar cezaevi girişinde “törenle” karşılanıyor. Falaka, kaba dayak vb. işkencelere maruz kalıyor.

Hasta tutsaklar ölüme mahkum ediliyor!

Ciddi sağlık sorunları yaşayan devrimci tutsakların tedavileri bilinçli bir politikanın ürünü olarak engelleniyor. Mesane kanseri olan ve yıllardır tedavisi engellendiği gibi tahliye de edilmeyen Erol Zavar, Yaşar İnce, son olarak beyin kanaması geçiren Nevin Yaylacı, bu uygulamanın sadece birkaç örneği. Onlarca tutsak tedavi edilmeyerek ve tedavileri engellenerek, ölüme mahkum ediliyor.

Ziyaretçi engeli!

Seçimlerin ardından alelacele çıkartılan, milletvekillerinin cezaevlerine ziyaretini sınırlayan yönetmelik, devrimci tutsakları da yakından ilgilendiriyor. Çünkü yönetmeliğin bir maddesi, F tipi cezaevinde kalan devrimci tutsakların ziyaretçileri ile ilgili. Devlet, devrimci tutsakların dışarısı ile, daha önemlisi siyasal yaşam ile bağını o denli sınırlamaya çalışıyor ki, ziyaretçilerini de seçerek almayı planlıyor. Bugüne kadar F tiplerinde rutin uygulama 3 “arkadaş” görüşçüsüne izin veriyordu. Ancak yönetmeliğe göre bundan sonra görüşçüler araştırılıp soruşturulacak, uygun görülürse (yönetmeliğe göre örgüt bağlantısı yoksa) görüşmesine izin verilecek. Yönetmeliğin çıkmasının hemen ardından, devrimci tutsaklardan, ziyaretçilerini yeniden belirlemeleri, 10 gün içinde idareye bildirmeleri istendi. Böylece devrimci tutsakları “örgüt” bağlantılarından da koparmayı çalışıyorlar.

Cezaevlerine dair hazırlanan raporlar ve yapılan açıklamalar, devrimci tutsaklarla dayanışmanın örülmesinin taşıdığı önemi bir kez daha ortaya koyuyor.