24 Haziran 2006 Sayı: 2006/24 (24)
  Kızıl Bayrak'tan
   Kurultaya hazırlık yeni bir döneme ve daha ileri görevlere hazırlıktır
  "ABD'ye en olumsuz yaklaşan ülke" Türkiye
  Bebeklerin katili sermaye düzenidir
  Her gün yeni bir hırsız çetesi yatkalanıyor! Her çete öncelikle devlet kurumlarında yuvalanıyor
  Hükümetle patronlar arasında karşılıklı suçlamalar
  Türkiye Makedonya'dan sonra Avrupa'nın en yoksul ülkesi
TUSİAD'ın eğitim raporu açıklandı; Patronlar yine riyakarlık içinde
Belediye işçisi sermayeye karşı gücünü birleştirmelidir!
Belediyelerde grev kararları asılıyor
Has Alüminyum'da bir kez daha işçi kıyımı ve direniş
ÖSS vesilesi ile: Eğitimde çürüme ve sorumlu öğretmenlik / Yüksel Akkaya
  "Zeytin Dalı"na hazırlanan reformist sol Prodi'sini arıyor / Orta sayfa
  Çorum, Maraş, Sivas.... Katliamların hesabını işçi ve emekçiler soracak
  Nükleer santral karşıtı şenlik başarıyla gerçekleştirildi
  Dünya halkları için en büyük tehdit ABD emperyalizmi!
  Lübnan'ı kana bulayanlar ABD-İsrail cellatları
  Şanghay İşbirliği Zirvesi'nde İran'a özel ilgi
  Somali'de iç savaşı kışkırtan ABD'nin işbirlikçileri yeniliyor
  Eylem ve etkinliklerden
  HÖC temsilcisi Eyüp Baş ile röportaj
  15-16 Haziran etkinlikleri
  Mercan şehitleri anıldı .
  Gelin canlar bir olalım, devletten hesap soralım
  Ulus devlet üzerine kısa notlar -IV- / M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ulus devlet üzerine kısa notlar- IV-

M. Can Yüce

Kürdistan'da uluslaşma, kendine özgü bir süreç izler. Bunda iç ve dış etkenlerin karmaşık ve dinamik etkileşimi belirleyicidir. Kürdistan'da modern anlamda uluslaşma sürecinin 19. yüzyılın başında başladığını söylemek yanlış bir tespit olmayacaktır. Avrupa'da, Balkanlar'da uluslaşma, ulusal hareketler bu tarihsel süreçte önemli bir gündem maddesidir.

Balkan halklarında, Yunan, Arnavut, Bulgar ve diğerlerinde, başlayan ulusal uyanış, milliyetçilik Osmanlı devletini ciddi düzeyde zorlar. Batılı kapitalist devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki hesapları, planları ve çekişmeleri ulusal harekete yönelen halklar için kimi fırsatlar ortaya çıkarırken, Osmanlı devletini de büyük ölçüde zorlamaktadır. Genel olarak batıda gelişen kapitalizm ve onun yayılma ve nüfuz kapma mücadelesi karşısında gerileyen Osmanlı devleti, çareyi “yenileşme” ve “reform” hareketlerinde arar. III. Selim'le başlayan II. Mahmut ile resmi ve egemen bir çizgi haline gelen bu yönelime göre, devlet, ordu başta olmak üzere eğitim ve diğer alanlarda kendini yeniden örgütlemeye çalışır. Bu yeniden örgütlenme süreci, aynı zamanda devlet iktidarını merkezileştirme, imparatorluğu, sınır bölgeleri dahil olmak üzere merkezden yönetme, zorunlu vergi ve askerlik hizmetlerine tabi tutma uygulamalarını da kapsamaktadır.

Merkezden yönetme, ağır vergi ve zorunlu askerlik Osmanlı egemenliğindeki Kürdistan'da tepkileri, bu dayatmaları kabul etmeme ve direnme eğilimini tetikler. O zamana kadar Kürdistan kendi içinde geniş özerkliğe sahip, neredeyse yarı bağımsız beylikler biçiminde yönetilmekteydi. II. Mahmut'un merkezi yönetim politikası ve kurumlaşması özerk beylik sistemini ortadan kaldırıyordu. Dolaysıyla beylik sisteminde söz sahibi olan feodal beylerin, ağaların, toprak ve aşiret reislerinin Osmanlı'nın merkezi yönetimini kabul etmesi mümkün değildi. Nitekim de öyle oldu. Ağır vergiler ve zorunlu askerlik ise Kürdistan köylüsü için kabul edilir bir şey değildi. Bundan dolayı Kürt egemenlerinin Osmanlı'ya karşı Kürt toplumunun en geniş kesimlerini arkalarına alarak ayaklanmaları zor olmamıştır.

19. yüzyıl, bu nedenle baştan sona Kürtler açısından bir ayaklanmalar yüzyılıdır! Bu ayaklanmaların tümü yenilgiyle sonuçlanmıştır. Her yenilgi Kürdistan için yıkım, büyük mal ve can kaybı, ülkenin ve üretici güçlerin yerle bir edilmesi sonuçlarını getirmiş, sosyal ve siyasal dinamiklerinde büyük alt-üst oluşlar meydana getirmiştir. Yıkım, gerileme, sosyal tahribat, parçalanma ve en dar sosyal birimlere kadar gerileme bu ayaklanmaların bastırılmasının en önemli sonuçları olsa da gelişmelerin sadece bir boyutunu anlatmaktadır. Diğer boyutu ise bu ayaklanmaların uluslaşma, ulusal bilinç ve ulusal harekete kazandırdığı değerlerdir. Ayaklanmaların yenilgisi, kuşkusuz, uluslaşma sürecini darbeliyor. Ayaklanmaların bağımsızlık, federasyon veya özerklik gibi politik kurumlaşmalarla sonuçlanmaması uluslaşma sürecinin hep ikincil planda, ağır aksak yürüyen, kesintilere açık, hatta tümden bitmeyle sonuçlanmaya açık kapı bırakıyor. Ama öyle de olsa ulusal bilinç ve yeniden direnme düşüncesi, istemi ve eğilimi bu ayaklanmalarla süreklilik kazanıyor.

Bu ayaklanmaların önderlikleri, o dönem Kürdistan toplumunun egemen sınıflarıdır. Kendi bağımsız veya özerk iktidarlarının olmasını istiyorlar. Hele Osmanlı'nın merkezi yönetimi tarafından beylik sistemlerinin ortadan kaldırılmasını şiddetle reddediyorlar. Balkanlarda ve genelde gelişen milliyetçi uyanış ve ulusal hareketlerden etkileniyorlar, bu nedenle bağımsız bir devletlerinin olmasını arzuluyorlar. Bağımsız bir devletle kendi kaynaklarını kontrol edebileceklerini, gelişebileceklerini ve diğer rakipleriyle boy ölçüşebileceklerini düşünüyor ve görebiliyorlar. Yani o dönemin ideolojik ve politik eğilimlerini belli ölçülerde izleyebiliyor ve yine belli ölçülerde bunlardan etkileniyorlar…

Fakat bunlar tek başına yetmiyor; ciddi nesnel ve öznel yetersizlikleri var. Her şeyden önce Kürdistan'a kapitalizm hemen hemen girmemiştir, ekonomik ve sosyal yapı feodal parçalanmışlık ve durgunluk altındadır. Burjuva bir sınıf, burjuvalaşmaya eğilimli bir orta sınıf, dünyadaki gelişmeleri sistemli olarak izleyebilen etkili bir aydın tabaka yok, varolan aydın unsurların çalışması ve etkisi ise son derece sınırlıdır. Bütün bu dezavantajlı koşullar, aynı zamanda, uluslaşma, ulusal hareket ve bunların başarısının maddi zeminin ne kadar yetersiz olduğunu da anlatmaktadır. Bu, bir yönüyle yenilgilerin de objektif nedenidir. Yenilgide politik nedenler, iç ve dış etkenler de var, Kürdistan'ın jeo-politik konumundan kaynaklanan dış politika dezavantajları da sayılabilir. Ancak konumuz 19. yüzyıl ayaklanmalarının neden yenilgiye uğradıklarını tartışmak değildir. Bu kısa hatırlatmalardan konumuzla ilgili çıkardığımız önemli sonuçlar var:

Maddi zeminde başlayan objektif gelişmeler kendi başına ve kendiliğinden uluslaşmaya, ulus formasyonuna, uluslaşmayı nihai ve mantıki sonucuna götürmüyor. Ulusal bilinç, ulusal duygular ve ulusal hareket de anılan hedeflere ulaşmada kendi başlarına yeterli olmuyor. Uluslaşmanın mantıki sonucuna ulaşmasında ulusal hareketin kesin başarısı, bunun sonucunda kurulan ulus devlet, başka bir ifadeyle o ulusun kendi kaderi ve geleceği konusunda söz ve karar sahibi olması belirleyici önemdedir. “Ulusal sorun, her şeyden önce politik bir sorundur” gerçeği de bunun bir ifadesinden başka bir şey değildir.

19. yüzyılda Bedirxan Bey veya Şeyh Übeydullah ayaklanmalarından biri başarıya ulaşsaydı, bir Kürdistan Krallığı kurulacaktı. Bu krallık, kapitalizmin gelişmesi, orta sınıfların şekillenmesi, uluslaşma, dil ve kültürün gelişmesinde temel bir kaldıraç rolü oynayacaktı. Açık ki o zaman başaşağı giden bir sömürge Kürdistan tarihi değil, yükselen, politik bir sorun olarak ulusal sorunu olmayan bir Kürdistan tarihi olacaktı. Ama yenilgiler, acılı bir tarihin temellerini de döşedi, uluslaşma değil, ulusal imha sürecinin damgasını vurduğu bir tarihi süreç başladı…

20. yüzyıl da Kürtler açısından ayaklanmalar, yenilgiler, yeniden direnişler, büyük trajediler, göçler, yıkım, parçalanma yüzyılı oldu. Dörde parçalanmışlık uluslaşma sürecinin de parçalı, sancılı, çelişkili, acılı, çatışmalı olmasını koşulladı.

Uluslaşma süreci ve ulusal hareket Kuzey Kürdistan'da Dersim direnişinden sonra kesintiye uğradı, bu kesinti en azından 30 yıllık bir zaman dilimini kapsar. Bu kesintinin önemli tahribatları oldu. 1925-1940 dönemindeki etkin ve potansiyel direniş önderliği toplumsal ve politik konumlarıyla dağıtıldı. Başka bir ifadeyle Kürt egemen sınıfları o dönemde ayaklanma ve direnişlerin öncülüğünü yapacak tek sınıf konumundaydı. Bunun dışında bu rolü oynayabilecek başka bir sınıf ve politik güç de yoktu. Bunu çok iyi bilen Kemalist iktidar, ayaklanmaları bastırmakla yetinmedi, aynı zamanda bu sınıfın yeniden harekete geçme olanaklarını ve potansiyelini ortadan kaldırdı. Göçertme bunda etkin bir rol oynadı, kurulan siyasal egemenlik ve bunun kurumlaşması, ancak tek tek aileler ve bireylerin devletle işbirliği içinde düzene bağlı siyaset yapmalarına olanak veriyordu. Yine tedip ve tenkil sürecinde öyle bir korku yaratıldı ki, direnme düşüncesinin gelişmesinin önüne psikolojik duvarlar kuruldu, beyinlerde korku karakolları inşa edildi. Dolayısıyla 1970'lere kadar Kuzey Kürdistan'da ciddi bir ulusal hareketin gelişmemesi, kesinlikle rastlantı değildir, vurguladığımız tedip, tenkil ve bunun sonucu egemen sınıfların bir sınıf olarak yeniden direnme olanak ve potansiyellerinin dağıtılması politikasıyla doğrudan ilintilidir!

Kuzey'de bunlar olurken Güney Kürdistan'da ulusal hareket başka bir seyir izler. Bu parçada ne İngiliz emperyalizmi, ne de Irak devleti tam olarak egemen olamazlar, kurumlaşamazlar. Bu nedenle direnişin önderlik ve toplumsal dinamiklerini dağıtmayı başaramazlar. Kürtler'in tümü tarafından meşru görülmeyen kısa süreli “özerklik” dönemi de Irak egemenliğini Kürdistan'a taşımada bir “Truva atı” rolünü oynayamaz. Tersine direniş ve onun dinamikleri yenilgilere ve büyük trajedilere rağmen genel olarak varlığını koruduğu için bu “özerklik” dönemi Kürt dilinin gelişiminde belli bir etkisi olur. I. Körfez Savaşı'ndan sonra Güney'de oluşan fiili durum, 2003'te Saddam rejiminin yıkılmasıyla birlikte devletleşme aşamasına geldi.

Güney'de, sayısız belirsizlik ve tehlikeye rağmen bir ulus-devletin çatısı kurulmuştur. Bu, uluslaşmada, uluslaşmayı nihai sonucuna ulaştırmada yakalanan bir zirve niteliğindedir. ABD ve diğer emperyalist devletler ile ilişkiler, şu anda iktidardaki sınıf ve partilerin konumu, bunların kurumlaştırmak istedikleri devletin biçimi ve nitelikleri, TC ve diğer sömürgeci devletlerle olan ilişki ve çelişkileri ve daha bir dizi boyutuna rağmen bu “zirve” uluslaşma, başka bir deyişle bu alandaki uluslaşma süreci bakımından yine böyledir. Kuşkusuz Kuzey ve diğer parçalar açısından etkileyici boyutları olan bir olgu, ama bütün olarak Kürt ulusal sorununun çözümü bakımından tek başına çözümün kendisi değildir. Güney'deki iktidar genelde Kürdistan sorununda, diğer parçaların bağımsızlık veya diğer ulusal taleplerine ilişkin nasıl bir politika izler? Diğer parçaların sorununu “kendi sorunu” olarak algılayıp bir stratejik yönelimi haline getirir mi? Bu sorulara iyimser yanıtlar vermek çok güçtür. İktidardaki partilerin geçmiş deneyimleri, izledikleri parçacı politikalar ve bunların olumsuz sonuçları, yine uluslararası ve bölgesel düzeyde üzerinde hareket ettikleri eksenlerin niteliği iyimser olmayı olanaksız kılan etkenlerdir.

Güney'deki devletleşme düzeyi ve iktidara damgasını vuran partiler, sözcüğün gerçek anlamında bağımsız mı? Hayır! İç dinamikleri, yüzyılları bulan ve mutlak anlamda yenilgiye uğratılmamış direniş damarının varlığı, bunun belli bir politik güç olarak kendisini ifade etmesi, elbette, mevcut gelişmelerde gözardı edilmemesi gereken bir olgudur. Ama ABD'nin Irak ve Ortadoğu politikası, bunun bir gereği olarak başlatılan savaş ve işgal, Irak devletinin yıkılması, Güney için çok önemli bir fırsat yarattı, Güney partileri (KDP ve YNK) bunu sonuna kadar kullandılar. Üzerinde hareket ettikleri eksen ABD'nin eksenidir, ona rağmen ve onun dışında özgür hareket olanakları da yok. Dolayısıyla onların hareket alanları ABD ekseni tarafından çerçevelenmiştir. Dengeler ve öncelikler yer değiştirmeye açıktır. Bu da tehlike kapılarının aralık olduğuna işaret etmektedir!

Güney'deki gelişmeler ve gelişme olasılıkları her açıdan tartışılabilir, tartışılmalıdır da. Ancak konumuz açısından bir noktanın altını çizmemiz gerekir. Güney'de kurulan federe devlet, uluslaşma açısından önemli bir kaldıraçtır.

Elbette bu kaldıraç, yani iktidar, kendi içinde sayısız sorunu ve zaafı barındıran, kendine ait bir stratejik ekseni olmayan, bu nedenle her türlü tehlikeye açık, henüz tam olarak güvenceye kavuşmamış burjuva bir kaldıraç, burjuva bir iktidardır. Bu iktidarın halk ve demokrasi karşısındaki duruşu, gelişen kurumlaşma ve pratik uygulamalar, ekonomik ve toplumsal gelişmelerde yaşanan farklılaşma ve uçurum, halkın ekonomik, sosyal ve politik sorunları, TC'nin ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamdaki artan etkisi ve ağırlığı, iktidarın diğer parçalara ilişkin yaklaşımı ve daha bir dizi konuda net bir değerlendirme ve politik tutuma sahip olmak gerekiyor. Yani “bir Kürt devleti kuruldu, burada ulusal sorun çözüm yoluna girdi, dilimiz gelişiyor, kültürel bir patlama yaşanıyor, ekonomi ve sosyal yaşam yeniden yapılanıyor” gibi tek yanlı, dar ve abartılı değerlendirmelerle kendini kandırmak ve devrimci sınıf bakış açısını bir kenara itmek, devrimci sosyalistlerin işi ve yaklaşımı olamaz! Güney'de emekçileri, onların çıkarlarını esas alan, aynı zamanda ulusal kazanımları gözeten, ama iktidarın anti-demokratik, halka karşı, sömürgeci kurumlara bireysel ve ailesel hesaplarla ülke kaynaklarını peşkeş çeken politikalarına karşı devrimci bir mücadele çizgisini örgütlemek de ilkesel, stratejik ve güncel bir görevdir!

Evet, Güney Kürdistan'da gelinen devletleşme düzeyi ve kurumlaşma, niteliği ve kurumlaşma yönüyle, ulusal sorunun çözümü bakımından, esas olarak, ulus devlet oluşumuna tekabül ediyor. Bu, ulusal sorun bakımından bir çözümdür. Kendisi de politik bir sorun olan ulusal sorun açısında politik bir çözümdür, Kürdistan'ın geneli açısından çözüm yönünde belli bir adımdır; ama bir parçada geliştiği için sadece “parçalı bir çözümdür”!

Elbette devrimciler bu noktada duramazlar, onlar bir yandan ulusal kazanımları geliştirirken, ama esas olarak bunların emekçi niteliğini geliştirmek, iktidar perspektifi ile kısa ve uzun vadeli politik ve toplumsal mücadeleyi esas alan bir çizgiyi örgütlenmek ve bunu hayata geçirmek görev ve sorumluluğu ile karşı karşıyadırlar…

Ulus devlet teorisi bağlamındaki değerlendirmemizi Kuzey Kürdistan'daki gelişmeler ve gelişme olasılıkları noktalarında sürdürmeye çalışacağız!

20 Haziran 2006