24 Haziran 2006 Sayı: 2006/24 (24)
  Kızıl Bayrak'tan
   Kurultaya hazırlık yeni bir döneme ve daha ileri görevlere hazırlıktır
  "ABD'ye en olumsuz yaklaşan ülke" Türkiye
  Bebeklerin katili sermaye düzenidir
  Her gün yeni bir hırsız çetesi yatkalanıyor! Her çete öncelikle devlet kurumlarında yuvalanıyor
  Hükümetle patronlar arasında karşılıklı suçlamalar
  Türkiye Makedonya'dan sonra Avrupa'nın en yoksul ülkesi
TUSİAD'ın eğitim raporu açıklandı; Patronlar yine riyakarlık içinde
Belediye işçisi sermayeye karşı gücünü birleştirmelidir!
Belediyelerde grev kararları asılıyor
Has Alüminyum'da bir kez daha işçi kıyımı ve direniş
ÖSS vesilesi ile: Eğitimde çürüme ve sorumlu öğretmenlik / Yüksel Akkaya
  "Zeytin Dalı"na hazırlanan reformist sol Prodi'sini arıyor / Orta sayfa
  Çorum, Maraş, Sivas.... Katliamların hesabını işçi ve emekçiler soracak
  Nükleer santral karşıtı şenlik başarıyla gerçekleştirildi
  Dünya halkları için en büyük tehdit ABD emperyalizmi!
  Lübnan'ı kana bulayanlar ABD-İsrail cellatları
  Şanghay İşbirliği Zirvesi'nde İran'a özel ilgi
  Somali'de iç savaşı kışkırtan ABD'nin işbirlikçileri yeniliyor
  Eylem ve etkinliklerden
  HÖC temsilcisi Eyüp Baş ile röportaj
  15-16 Haziran etkinlikleri
  Mercan şehitleri anıldı .
  Gelin canlar bir olalım, devletten hesap soralım
  Ulus devlet üzerine kısa notlar -IV- / M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

“Zeytin Dalı”na hazırlanan reformist sol Prodi'sini arıyor...

“Kendi Prodileri'ni çıkarsınlar”

Abdullah Öcalan son (14 Haziran tarihli) avukat görüşmesinde söz arasında şunları söylüyor: “Ayrıca seçim için de daha önce söylediğim geniş ittifak için çalışmalar devam etmelidir. İtalya'daki zeytin dalı örnek alınabilir. Kendi Prodileri'ni çıkarsınlar.”

Kendisinin de hatırlattığı gibi, o bu aynı öneriyi daha önceki görüşmelerinde de ortaya koymuştu. 24 Mayıs tarihli görüşmede aynı konuda şunlar söylenmişti: “DTP'ye de önerim, geniş katılımlı ve demokratik bir birlik yaratmalılar. İtalya'daki Prodi pratiğini örnek alabilirler. Yalnız birebir taklit değil, Türkiye koşullarını da dikkate alarak daha geniş bir tabanı esas almalılar. Ancak ben kimin Prodi olacağını söyleyemem, belirlemem, kendi Prodileri'ni kendileri bulsunlar ve yaratsınlar.”

Üç hafta arayla aynı önerinin neredeyse aynı biçimde tekrarlanması ve bunun özellikle “kendi Prodileri'ni kendileri bulsunlar” vurgusuyla birleştirilmesi, bu sözlerin rastgele sarfedilmediğini, ortada üzerinde iyi düşünülmüş önemli bir politika sorunu olduğunu göstermektedir.

Neden ille de İtalya örneği?

Fakat neden ısrarla İtalya'da, bir başka ülke örneği değil? Bu sorunun yanıtı sol eksenli seçim ittifakları zorunluluğu olamaz herhalde. Zira yakın dönemde sol partilerin seçim ittifakına dayalı olarak hükümet ya da devlet başkanı çıkarmayı başarmış bir dizi başka ülke örneği var. Peru'daki son kesintiye kadar Latin Amerika'nın birçok ülkesinde son birkaç yıldır neredeyse genelleşmiş olan durum tamı tamına buydu. Öcalan'ı benzer sözlerle tekrarlayan PKK yöneticilerinin de bu gerçeğin bilincinde oldukları, fakat buna rağmen ısrarla İtalya'ya işaret ettikleri görülüyor. 14 Haziran tarihli görüşmenin içeriğinin kamuoyuna açıklanmasından birkaç gün sonra Öcalan'ın açıklamaları ekseninde uzun bir röportajı yayınlanan ve “DTP'nin Zeytin Dalı perspektifi ekseninde bir demokratikleşme sürecinin gelişmesi için yoğun bir çaba içine girmesi gerek''tiğini vurgulayan Murat Karayılan, aynı konuya ilişkin olarak şunları söylemektedir: “... Türkiye'nin her zamankinden çok daha fazla bir demokrasi hareketine ihtiyaç duyduğu, toplumun böyle bir şeyi tercih edeceği çok açık ortadadır. Bu konuda dünyanın birçok ülkesinde gelişen örnekler var. En çarpıcısı İtalya'daki Zeytin Dalı hareketidir.”

Neden “en çarpıcısı”nın İtalya'daki örnek olduğuna ilişkin bir açıklama yok bu sözlerin devamında. Fakat “Zeytin Dalı hareketi”nin irili-ufaklı sol ve sosyal-demokrat partilerin seçimlere yönelik sıradan bir ittifakı olmak dışında gerçekte hiçbir özelliği ya da “çarpıcı”lığının olmadığını biliyoruz. İşin aslında bu bir hareket falan da değildir, basitçe sol ya da sosyal-demokrat partiler arası bir seçim ittifakıdır. Herhangi bir kitle hareketine, bunun ürünü dinamik bir taban örgütlenmesine dayanması da sözkonusu değildir. Bundan dolayıdır ki emeğe karşı azgın bir saldırıyı, diz boyu bir çürümüşlüğü, her türden soygunu ve hırsızlığı, Bush çetesinin hizmetinde militarizmi ve savaşı, daha da önemlisi mafya ve gladio egemenliğini simgeleyen Berlusconi karşısında, üstelik onun yılları bulan yıpranmışlığına rağmen, kıl payı denebilecek bir farkla zar zor seçim başarısı sağlayabilmiştir. Avrupa'nın tanınmış dergilerine “baba” diye kapak bile olmuş bir mafya babası karşısında ikinci kere yenilmekten ucu ucuna kurtulmuştur.

Oysa Latin Amerika örnekleri bir dizi açıdan gerçekten çarpıcı ve dikkate değerdir. Hemen tümünde güçlü bir emekçi kitle hareketi dinamiğinin üzerinden sol ittifaklar seçim başarısı elde etmiş, sol etiketli hükümetler başa geçmiştir. Bu kitle dinamizmi güçlü ve yaygın taban örgütlerine dayalıdır ve halen de yer yer (örneğin Venezuella'da olduğu gibi) geleneksel yönetici sınıfların devlet yapılanmasında somutlanan gücünü bir ölçüde dengelemektedir. (Tabandan gelen bir kitle dinamizminin kendini fazlaca hissettirmediği nadir yerlerden biri Peru idi ve orada da sonuç dikkate değer biçimde başarısızlık oldu).

Dolayısıyla, Türkiye'nin geneline değilse bile, son zamanlarda kendini bir dizi çıkış üzerinden sergileyen Kürt halk hareketi dinamizmine Latin Amerika örnekleri gerçekte her bakımdan çok daha uygun düşmektedir. Fakat Öcalan ve onu aynen tekrarlayarak PKK yöneticileri, buna rağmen bunları görmezlikten gelmekte, ısrarla İtalya'ya işaret etmektedirler. İletişimin ulaştığı gelişme düzeyi sayesinde alabildiğine küçülmüş dünyamızda bunu coğrafi yakınlığın cazibesine ya da avantajlarına yormanın da olanağı yoktur. Gerçekte Latin Amerika'daki seçim başarıları Türkiye'nin hiç değilse siyasal yaşamla ilgilenen emekçileri arasında İtalya ile kıyaslanamaz ölçüde çok daha fazla yankı bulmakta, ilgi çekmektedir. Popüler sermaye basını bile ne akar ne kokar görünümündeki Prodi'den çok sık sık ABD karşıtı çıkışlarıyla gündeme gelen Chavez'e yer vermekte, onun üzerinden Latin Amerika'daki “sol dalga”ya işaret etmektedir.

Prodiler neyi simgeliyor, kime hizmet ediyor?

İtalya örneğini Latin Amerika örnekleri karşısında farklı kılan, düzen açısından tümüyle zararsız ve sorunsuz oluşudur. Israrla işaret edilen Prodi, düzen ve istikrarı simgelemektedir. Özal'a hayranlığını özellikle vurgulayan, ona zamanında neoliberal bir iktisat profesörü olarak danışmanlık yaptığı bile söylenen, AKP'nin seçim başarısını AB emperyalizminin resmi bir yöneticisi olarak heyecanla ve sempati ile karşılayan, geleneksel anlamıyla sosyal-demokrat bile olmayan, hırıstiyan demokrak gelenekten gelen Prodi, gerçekte İtalyan tekellerinin tipik bir temsilcisidir. Yaşamı İtalyan tekellerine üst düzey idari yönetici ve politikacı olarak hizmet vermekle geçmiştir. Daha 1970'li yılların ikinci yarısında Hırıstiyan Demokrat Andreotti hükümetinin sanayi bakanı idi. Bunu en önemli devlet tekellerinde uzun yıllar süren birinci derecede yöneticilik izledi. Hırıstiyan Demokrat kökenli bir politikacı olarak 1996-98 yılında Zeytin Dalı hareketinin başbakanı oldu ve bunu beş yıl sürecek Avrupa Komisyonu Başkanlığı (AB oluşumundaki en önemli görev, sayın ki AB devlet başkanlığı!) izledi. Emekçilerin kazanılmış haklarına yaygın saldırılar tam da onun döneminde hayata geçirildi. Burada İtalyan emperyalizminin yanısıra AB emperyalizminin kolektif çıkarlarına da sadakatle hizmette kusur etmedi. Berlusconi'ye karşı kıl payı olsun seçimi kazanınca, buna en çok da AB'nin ekseni durumundaki Fransa ve Almanya egemenlerinin sevinmesi kuşkusuz boşuna değildi. Şimdi İtalya solu adına fakat kesin olarak İtalyan tekelleri hesabına yeniden İtalya başbakanı. Berlusconi'nin bıraktığı yerden sürdürüyor bu işi. Kuşkusuz Berlusconi daha saldırgan ve pervasızdı; fakat öte yandan kirli ve şaibeli sicilinden dolayı İtalyan tekelleri için ciddi bir sıkıntı kaynağı da sayılırdı. Oysa Prodi bu tatsız görüntüyü gidermek gibi bir üstünlüğe de sahip. İtalyan tekelleri daha ne isteyebilir ki? (Tek sorun sol ittifakın sol kanadı, ne de olsa bu yüzden ‘98'de koltuğundan olmuştu. Fakat bu Prodi'nin kusuru değil, gerçekte tipik bir yamalı bohça olan Zeytin Dalı hareketinin kaçınılmaz handikapı.)

Prodiler'e ideolojik ve ilkesel yakınlık

Abdullah Öcalan ve onu izleyerek PKK yöneticileri böyle bir örnekten Türkiye'nin emekçileri ve mazlum Kürt halkı için en ılımlı reform sınırlarında dahi ne gibi bir yarar umuyor olabilirler ki? Bu yanıtı kolay bir soru değil. Zira devrim düşüncesini ve dolayısıyla hedefini kategorik olarak terketmiş bulunsalar da, varlık nedenlerini oluşturan siyasal sorun yüzünden onlar kurulu düzenin hiç değilse siyasal statükosunda bazı değişimler talep etmek durumundadırlar ve nitekim ediyorlar da. Fakat bu kadarı bile İtalya'ya ve Zeytin Dalı'na değil daha uygun başka örneklere bakmayı gerektirir. Oysa onlar, özellikle de bu düşünce ve politikanın kaynağı olarak Öcalan, İtalya'ya ve Zeytin Dalı'na işaret edip durmaktadır.

Belli ki bunun siyasal bir anlamı ve mesajı var. Emperyalist dünya sisteminin ve Türkiye'nin kurulu düzeninin efendilerine temel sorunlara yaklaşım üzerindena güven vermek, İmralı'dan beri Abdullah Öcalan'ın değişmez davranış çizgisidir. İtalya'ya ve Zeytin Dalı'na işaret ılımlı bir sosyal-demokrat çizgiye bağlılık mesajından başka bir şey değildir. Bunun fazlaca şaşırtıcı bir yanı da yoktur. Zira Abdullah Öcalan'ın kitaplaştırılmış savunmaları ve özellikle de sonuncusu tümüyle bu çerçeveye oturmaktadır. Devrimi, devrimci sınıf mücadelesini kategorik olarak reddeden, özel mülkiyeti ve piyasa ekonomisini olumlayan, Avrupa türü demokrasiyi yücelten, sorunu salt devletin etki alanını demokratik özgürlükler lehine sınırlamak ve toplumun genel refah düzeyini emekçileri bir parça kayıran bir çizgide yükseltmek olarak koyan bir bakışaçısı, klasik anlamıyla tipik sosyal-demokrat bir çizgiye oturmaktadır. Bu da uygulamada değilse bile genel söylem plan?nda Prodiler'in simgelediği çizgi ve programla örtüşmektedir.

Karayalçın yerli bir Prodi'den başka neydi ki?

Türkiye gibi bir ülkede tüm güçlük, Kürt sorunu gibi doğası gereği rejimin temellerine dokunan bir sorundan çıkmaktadır. Kürt sorununun yarattığı özel handikap olmasa, o çok çarpıcı bulunan Zeytin Dalı örneğini Türkiye'ye uyarlamak demek, seçimlere yönelik olarak CHP, DSP ve SHP gibi tipik düzen partilerinden DTP, ÖDP ve EMEP gibi reformist sol partilere kadar geniş bir ittifak kurmak demektir. Birincilerin asıl ekseni oluşturacağı ve Prodileri'ni çıkaracağı böyle bir ittifaka ikincilerin dolgu malzemesi olmasının Türkiye'nin emekçilerine büyük bir hayal kırıklığı dışında kazandıracağı herhangi bir şey olamaz. Bu partilerin sicili tüm açıklığı ile ortadadır ve bu sicil onların tipik gerici düzen partileri olduğuna tanıklık etmektedir. Onları tipik düzen partisi yapan hiçbir biçimde yalnızca Kürt sorunundaki gerici-şoven tutumları değildir. Tümü de hükümette denenmiş bu partiler emek ve halk düşmanı neoliberal politikaları da aynı pervasızlıkla uyguladıklarını göstermişlerdir. Emperyalizme sadakatte öteki düzen partileri ile aynı çizgide hareket etmekte kusur etmemişlerdir. Devrimcileri kanlı katliamlarla F tipi zindanlara doldurmakla övünebilmişlerdir.

Ve ilginçtir, tüm bu aşırı gerici politikaları hükümetteyken pervasızca uygulayan Bülent Ecevit de, komaya girmesinin hemen öncesinde İtalya'nın o aynı Zeytin Dalı örneğini Türkiye'ye uyarlamaya yönelik öneri ve çabalarla çıkmıştı ortaya. Buna yönelik girişimler halen de sürmektedir. Doğal olarak başta DTP olmak üzere Kürt sorununa duyarlı reformist sol kesimleri dışlayarak. Fakat düzen solunu oluşturan partiler Kürt sorunundaki aşırı gerici tutumlarını birazcık olsun esnetebilseler, bu alanda bazı adımlardan yana bir tutum sergileseler, arada sorun kalmayacak, Kürt halkının bütün bir birikimi bunların içinden çıkacak Prodiler'in hizmetine gönlü rahat bir biçimde sunulacaktır. Nitekim son yerel seçimlerde Karayalçın üzerinden bu yapılmıştır da. Karayalçın son yerel seçimlerde reformist sol blokun çıkardığı bir yerli Prodi'den başka neydi ki?

Kendi başına bu bile İtalya örneğine boşuna işaret edilmediğini, bunun bir rastlantı olmadığını, tersine sindirilmiş yeni bakışaçısının doğal ve mantıksal bir sonucu olduğunu göstermeye yeter.

Tasfiyeci çürümenin son aşaması: Burjuva parlamentarizmi

Abdullah Öcalan'ın önerisinin şimdiden yeni bir seçim havasına ısınmakta olduğunu izlediğimiz reformist sol blok için saptanmış bir politika olduğu açıktır. Kürt hareketinin yedeğinde parlamentarizme soyunan reformist solun bu politikayı benimsemek zorunda olduğu da. Konunun bizi asıl ilgilendiren yönü de budur. Ve bu ilgi reformist solun kendi akıbetinden çok geleneksel devrimci-demokrat hareketten geriye kalanı üzerinde yarattığı tasfiyeci basınçtan ötürüdür. Bu basınç bir olgudur ve 2002 seçimlerden itibaren somut olarak kendini göstermiş, hareketin bir kesimini kendi girdabı içine almayı da başarmıştır.

12 Eylül'den beri sürekli bir biçimde tasfiyeci savrulmalar içinde kan kaybeden geleneksel sol hareket için 2002'deki 3 Kasım seçimlerinin yeni bir dönüm noktasını işaretlediğini önemle vurgulayageldik birçok vesileyle. Reformist solun ana gövdesini oluşturan partiler bu seçimlerde açık bir parlamentarist çizgiyle ortaya çıkmışlar, kendilerinden öteye irili ufaklı geniş bir sol gruplar yelpazesini de bu doğrultuda peşlerinden sürüklemişlerdi.

Olup bitenin anlamını, konuya ilişkin olarak daha önce yapılmış bulunan ve “Tasfiyeci çürümenin son aşaması: Burjuva parlamentarizmi” alt başlığı taşıyan bir değerlendirmeden izleyelim:

“3 Kasım seçimleri sol hareket tablosunun yeni bir düzeyde netleşmesinde çok önemli bir dönemeç noktası olmuştu. ‘71 Devrimci Hareketi'nin uzantısı olan ve ‘70'li yıllarda genel planda iyi-kötü devrimci bir konumda bulunan halkçı küçük-burjuva hareketin başlıca temsilcileri, 12 Eylül sonrasında girdikleri tasfiyeci çürüme sürecini, bir dizi aşamanın ardından 3 Kasım'da nihayet parlamentarizme açık geçişle noktalamışlardı. Geleneksel solun önemli bir kesiminde büyük umutlara ve heyecanlara vesile olan reformist DEHAP Bloku bu geçişin platformu olmuş, seçim başarısı beklentisiyle depreşen burjuva liberal hayaller ‘iktidara yürüyoruz!' türünden söylemlerde ifadesini bulmuştu.

“Bu, ‘60'lı yıllarda başgösteren modern toplumsal hareketlilik içinde kendini bulan yakın dönem sol hareketinin tarihinde gerçekten de temel önemde bir dönüm noktasıydı. Parlamentarizme bu açık geçiş, ‘60'lı yılların TİP oportünizmine dönüş anlamına gelmekteydi. Yine de buradaki bu dönüş tanımı yanıltıcı olmamalıdır. TİP, tüm kaba oportünizmine rağmen, solun tarihi içinde ilerici bir gelişmeyi temsil ediyordu. Oysa bugün parlamentarizme dönüşü yaşayanlar, aynı tarih içinde liberal bir çürümeyi temsil ediyorlar. TİP şahsında yaşanan, düzenden sol bir ayrışmanın ve giderek devrimci bir kopuşmanın bulaşık bir ilk filizlenmesiydi. Oysa liberal sol şahsında şimdilerde yaşananlar, düzenle yeniden barışmanın ve giderek onunla bütünleşmenin son adımlarını temsil etmektedir. TİP'le başlayan sol uyanış, zamanla bağrından devrimci akımlar çıkarmış, reformizmi ve burjuva parlamentarizmini geride bırakmayı olanaklı kılan tarihsel önemde teorik ve pratik ilerlemeler yaratmıştı. Oysa bugün düzenle bütünleşmeye varan tasfiyeci liberal çürüme, bu teorik ve pratik kazanımlarla zaten yıllardır koparılan bağların artık biçimsel/duygusal planda da bir yana bırakılması anlamına gelmektedir.” (Parti Değerlendirmeleri-2, Eksen Yayıncılık, s.131-32)

Yeni bir seçim atmosferine girmekte olduğumuz bir dönemde bu gerçeği önemle gözönünde bulundurmak ve reformist sola karşı ilkeli ve uzlaşmaz ideolojik mücadele hattını buradan kurmak zorundayız. Abdullah Öcalan'ın anlamı ilk bakışta tüm açıklığı ile görülebilecek kabalıktaki “Zeytin Dalı” ve yerli Prodi önerisine reformist soldan gecikmeksizin gelen ilk tepkiler, konunun önemini ayrıca göstermektedir. Kaldı ki bu ilk tepkileri görmeye de gerek yoktu gerçekte. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Türkiye'nin reformist solu 28 Mart yerel seçimlerinde yerli Prodi olarak Karayalçın'ı benimsemekle bu konuda en kritik eşiği zaten aşmıştı. Bu, 3 Kasım'ın da gerisine düşmekti. Şimdi ise, hele de sözkonusu olanın genel seçimler olduğu da düşünülürse, daha geri noktalara savrulmalar beklenebilir.

Sorun bunun pratikte böyle yaşanıp yaşanmayacağı değildir. Pratikte işlerin nasıl yaşanacağı, nerelere varacağı, tümüyle yerli Prodiler'in tutumuna bağlı olacaktır. Onlar gerici-şoven tutum ve kaygılarla bundan kendileri geri dururlarsa, işlerin/ilişkilerin fiili çehresi kuşkusuz farklı oluşacaktır. Fakat bu yine de reformist solun benimseyip dolgu malzemesi olacağı politikaların anlamını ve önemini ortadan kaldırmayacaktır.

(Devam edecek...)

----------------------------------------------------------------------------------------

Reformist solda “Zeytin Dalı” heyecanı: Türkiye'ye özgü ‘Zeytindalı'

Günlerden beri pek çok köşe yazarı bir araştırma hakkında yorum üstüne yorum yaptı. Prof. Kalaycıoğlu'nun yönetiminde yapılan araştırma, özetle merkezin eridiğini, toplumun sağa kaydığını, solun küçüldüğünü, deneklerin en sağda AKP'yi ve en solda da DTP'yi gördüğünü ortaya koydu.

Araştırmanın bütün verilerini ince eleyip sık dokuyarak yorumlayanlar, kamuoyu yoklamasının, Türkiye'de sol parti olarak Demokratik Toplum Partisi'ni gösterdiğini sessizlikle geçtiler.

Demokratik Toplum Partisi'nin siyasal yelpazemizin solunda yer aldığı verisi, kendilerini solda sanan, ancak Kürt sorunundaki milliyetçi çizgileri yüzünden halk tarafından sol olarak kabul edilmeyen çevreleri belli ki rahatsız etti. DTP'yi ‘Kürt milliyetçiliği' ile tanımlayanlar, onun Türkiye'de solu en büyük güçle temsil ediyor olmasına şaşırmamalılar. Bunun biricik anlamı şudur: Özellikle son Diyarbakır serhildanından bu yana Kürt toplumu sola, Türk toplumu sağa kayıyor.

Günümüzün Türkiyesi'nde tartışılan konu, ‘solun iktidar adayı' olup olamayacağıdır. CHP ve DSP'den umut kesenler, bu soruya yanıt ararken, Türk toplumundaki sağa kayışı durduracak somut bir çözüm yolu bulamıyor. Milliyetçiliğe kayan Türk toplumunda yeniden güç elde etmenin milliyetçiliğe kayış olduğu görüşleri çoktan iflas etmiş bulunuyor.

İşte büyük yankılar uyandıran araştırmanın ortaya koyduğu gerçek de, özel olarak DTP'yi ve genel olarak Kürt toplumundaki sola kayışı hesaba katmayan her türlü ‘solu iktidar adayı yapma' girişiminin başarısızlığa uğramaya mahkum olduğu gerçeğidir.

Şurası çok açık: Yıllardan bu yana Kürt sorununda takındıkları milliyetçi tutumlar nedeniyle, CHP ve benzeri partilerin, bugünkü aşamada Kürt demokratik hareketiyle bir ittifaka girmeleri mümkün olamaz. Buna karşılık, bu partilerin tabanında yeni bir oluşumun umut yaratması şu etkene bağlıdır: Kendi arasında, her biri kendi bağımsız parti ve örgütünü koruyan sosyalist hareketin (SDP, ÖDP, EMEP, ESP v.b.) federal bir parti içinde birleşmesi, bu federal partinin de, bir bakıma Kürt demokratik hareketinin cephesi niteliği taşıyan Demokratik Toplum Partisi ile konfederal bir parti çatısı altında ittifak içine girmesi...

Böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde, solun iktidar adayı olmasını gönülden isteyen ve lider sultasından bunalan sosyal demokrat çevreler, bir çırpıda Kürt hareketiyle doğrudan ittifaka girmeyi göze alamasalar bile, bu ittifakı sağlayan geniş sosyalist birliğin federal partisiyle işbirliğine yönelebilirler.

Türkiye'ye özgü ‘Zeytindalı' koalisyonunun belki de en mümkün formu böyledir.

Düşünelim: Bir an için böyle bir koalisyonun kurulduğunu ve AKP ürkekliğinden bıkmış demokrat islamcı çevrelerin bu koalisyonla parlamento içinde işbirliğine yöneldiğini ve ordu da içinde, Türkiye'deki tüm kurumları TBMM'nin denetimine almak üzere harekete geçtiğini farzedelim...

Ne olurdu? Siz yanıtı düşüne durun. Ben size ‘seçimlerin eli kulağında' diyeyim.

Veysi Sarısözen

(Ülkede Özgür Gündem, 17 Haziran '06)