24 Haziran 2006 Sayı: 2006/24 (24)
  Kızıl Bayrak'tan
   Kurultaya hazırlık yeni bir döneme ve daha ileri görevlere hazırlıktır
  "ABD'ye en olumsuz yaklaşan ülke" Türkiye
  Bebeklerin katili sermaye düzenidir
  Her gün yeni bir hırsız çetesi yatkalanıyor! Her çete öncelikle devlet kurumlarında yuvalanıyor
  Hükümetle patronlar arasında karşılıklı suçlamalar
  Türkiye Makedonya'dan sonra Avrupa'nın en yoksul ülkesi
TUSİAD'ın eğitim raporu açıklandı; Patronlar yine riyakarlık içinde
Belediye işçisi sermayeye karşı gücünü birleştirmelidir!
Belediyelerde grev kararları asılıyor
Has Alüminyum'da bir kez daha işçi kıyımı ve direniş
ÖSS vesilesi ile: Eğitimde çürüme ve sorumlu öğretmenlik / Yüksel Akkaya
  "Zeytin Dalı"na hazırlanan reformist sol Prodi'sini arıyor / Orta sayfa
  Çorum, Maraş, Sivas.... Katliamların hesabını işçi ve emekçiler soracak
  Nükleer santral karşıtı şenlik başarıyla gerçekleştirildi
  Dünya halkları için en büyük tehdit ABD emperyalizmi!
  Lübnan'ı kana bulayanlar ABD-İsrail cellatları
  Şanghay İşbirliği Zirvesi'nde İran'a özel ilgi
  Somali'de iç savaşı kışkırtan ABD'nin işbirlikçileri yeniliyor
  Eylem ve etkinliklerden
  HÖC temsilcisi Eyüp Baş ile röportaj
  15-16 Haziran etkinlikleri
  Mercan şehitleri anıldı .
  Gelin canlar bir olalım, devletten hesap soralım
  Ulus devlet üzerine kısa notlar -IV- / M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Türkiye Makedonya'dan sonra Avrupa'nın en yoksul ülkesi...

Yoksulluğun kaynağı sermaye iktidarı!

Avrupa Birliği İstatistik Kurumu (Eurostat), yaptırdığı bir araştırmanın sonuçlarını geçtiğimiz günlerde yayınladı. Sözü edilen araştırma Avrupa Birliği'ne üye 25 ülkede, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu üyeliğe aday 5 ülkede ve Avrupa Serbest Ticaret İşbirliği anlaşmasına imza atmış 3 ülkede gerçekleştirilmiş. Kısacası toplam 33 ülkeye ait veriler değerlendirmeye alınmış.

Bu araştırma sonucunda, satın alma gücü paritesine göre yapılan milli gelir hesaplarına göre Türkiye'nin Makedonya'dan sonra Avrupa'nın en yoksul ülkesi olduğu belirlenmiş. Konuyu ele alan Milliyet gazetesinin haberine göre; “En zengin Lüksemburg'da 248 olan satınalma gücü paritesine göre kişi başına gelir Türkiye'de 31'de kaldı. Türkiye ile Lüksemburg arasında 8 kat gelir farkı olduğu belirlendi.”

Gene aynı haberde Türkiye'nin kişi başına gelirinin Avrupa Birliği ortalamasının yüzde 69'u dolayında olduğu belirtiliyor.

Herşeyden önce bu araştırma sermayenin ekonomik gelişmişlik ve kalkınma düzeyi konusunda kullandığı sahte söylemlere bir yanıt niteliğindedir. Olur olmaz Türkiye'nin ekonomik olarak da dünyanın en büyük ülkeleri arasında olduğunu, “birinci ligde” bulunduğunu söyleyip pembe tablolar çizen sermaye sözcülerinin yalanları, gerçek durumu gözler önüne seren bu araştırmayla bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Fakat gene de bu araştırmanın asıl önemli sonucu, Türkiye'de sermaye ile işçi ve emekçiler arasındaki gelir uçurumunu ortaya koymasıdır. Çünkü “satın alma gücü paritesi” sanıldığı gibi ülkelerin gelir düzeyini değil, o ülkedeki vatandaşların mal ve hizmetleri satın alabilme gücünü gösterir. “Satın alma gücü paritesi” kullanılmadan milli gelir hesabı yapıldığında görülecektir ki Türkiye'de kişi başına gelir belli bir düzeyin üzerindedir. Büyüklük bakımından ele alındığında Türkiye dünyanın en büyük 17. ekonomisidir. Zaten sermayenin de öve öve bitiremediği, yalanlarına temel yaptığı konulardan birisi budur. Kişi başına gelirimiz şu kadar dolar oldu söylemi sermaye sözcüleri tarafından her fırsatta dile getirilmektedir.

Fakat hesaplamalarda “satın alma gücü paritesi” kullanıldığında, bütün bu şişinmelerin bir karşılığının olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü “satın alma gücü paritesi”ne göre yapılan hesaplarda o ülkede satılan mal ve hizmetlerin fiyatları da dikkate alınmakta, kişi başına gelirin çokluğu değil, kişilerin satın alma güçleri ölçülmektedir. Hesaplamalarda Türkiye'nin bu kadar alt sıralarda kalmasının nedeni gelir dağılımındaki bozukluk ve mal ve hizmetlerin fiyatlarının aşırı yüksek oluşudur.

Gerçekten de Türkiye'de özellikle ücret gelirleri son derece düşük, buna karşılık geçinmek için tüketilmesi gerekli mal ve hizmetlerin fiyatları aşırı ölçüde pahalıdır. Devletin istatistik kurumlarınca ve sendikalarca yapılan açlık sınırı ve yoksulluk sınırı hesaplamaları zaten bunun böyle olduğunu göstermektedir. Dört kişilik bir aile için açlık sınırının üstünde yaşamak için 600 YTL gelir gerekirken asgari ücret 380 YTL'dir. Asgari ücretten çalışmasa bile işçi ve emekçilerin önemli bir kısmı 600 YTL'nin altında bir gelirle bütün gereksinimlerini karşılamak zorundadır. Öte yandan milyonlarca emekçinin ödemek zorunda kaldığı dolaylı vergilerin AB ülkelerine göre çok daha yüksek oranlarda olması satın alma gücünü daha da azaltmaktadır.

Şunu anlatmaya çalışıyoruz. Asıl mesele şu ya da bu Avrupa ülkesinden daha yoksul olmak değildir. Asıl mesele doğrudan doğruya Türkiye içerisinde sermaye ile işçi ve emekçiler arasındaki gelir uçurumunun olağanüstü büyük olmasıdır. Bu uçurum son yıllarda sömürü ve yağma politikalarıyla daha da büyümüştür. Türkiye'nin toplam milli geliri aslında çok da azımsanacak bir düzeyde değildir. Fakat mutlu azınlık olarak sermaye ulusal gelirin çok büyük bir kısmını cebine indirirken, milyonlarca işçi ve emekçi yaratılan bu zenginliklerden çok küçük bir pay alabilmektedir. Yani bütün bu yoksulluğun ve sefaletin kaynağı bizzat sermaye düzeninin kendisidir.

Yaratılan zenginliklerden daha fazla pay alabilmenin, devlet bütçesini sermayeye kaynak aktarma mekanizması olmaktan çıkartmanın yolu işçi ve emekçilerin birleşik örgütlü mücadeleyi yükseltmesidir.

------------------------------------------------------------------------------------

Camda TİS görüşmeleri tıkandı

Kristal-İş ile cam patronları arasıda süren 20. dönem TİS görüşmelerinin 16. oturumu 20 Haziran günü saat 14:00'te Şişecam-İşkulelerde yapıldı.

TİS görüşmeleri patron sendikasının uzlaşmaz tutumu nedeniyle tıkandı. 16. oturumda yapılan görüşmelerde Kristal-İş'in işe giriş modeli ve düşük ücretlilerin durumunun iyileştirilmesi noktasında getirdiği öneriler patron sendikası tarafından kabul edilmedi. Patron sendikası daha önce verdiği önerilerde son derece sınırlı bir artırım yaparak, eski teklifine çok yakın bir öneri verdi ve geri adım atmadı.

Sendikanın yaptığı açıklama şöyle:

“18. Dönem Toplu İş Sözleşmesi döneminde 2. grup işyerlerinde çalışan ve Paşabahçe Beykoz işyerinden 2. grup işyerlerine nakledilen işçilerin saat ücretlerine iyileştirme yapılması konusunda sendikamızın son derece yapıcı ve gerçekçi yaklaşımlarına rağmen işveren sendikası 5 kuruş olan eski teklifini 1 kuruş artırarak 6 kuruşa yükseltmiştir. Bu 6 kuruşu da 3 kuruşu 31.12.2006 ve diğer 3 kuruşu da 31.12.2007 tarihlerinde ücretlere eklenmek üzere ikiye bölmüştür. (İşverenin bu önerisi Paşabahçe Beykoz işyerinden 1. Grup işyerlerine dağıtılanları kapsamıyor).

Sendikamız işverenin bu teklifini de değerlendirilebilir ve gerçekçi bir teklif olarak görmediğini masada açıkça ifade etmiştir.

İşveren sendikası genel ücret zammı konusunda yeni bir teklif vermediği için ücret zamları üzerinde bir müzakere yürütülmesi mümkün olmamıştır.

Sendikamızın altı aydır sorumlu ve hassas bir tutumla sürdürdüğü müzakereler, işveren sendikasının bugün sergilediği katı ve uzlaşmadan uzak tutum nedeniyle kesilmiştir.”

--------------------------------------------------------------------------------------

MENSA'da işten atma saldırısına karşı fabrika önünde eylem

15 Mayıs'ta işten atılan 94 işçi mücadeleye devam ediyor.

20 Haziran günü saat 15.00'te MENSA Fabrikası önünde eylem yapan işçiler MENSA patronunu teşhir ettiler. İşçiler ayrıca geri dönmek için 12 Haziran'da işe dönme davası açmışlardı. Eylemde “Direne direne kazanacağız!”, “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!” sloganları atıldı. Eyleme 15.00 vardiyasındaki işçilerin bir kısmı da destek verdi.

Eyleme DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi de katıldı. Burada bir konuşma yapan Çelebi, MENSA'da son olarak 94 işçinin 15 Mayıs itibariyle tazminatsız işten çıkarıldığına, 2 gündür fabrika yetkilileriyle yapılan görüşmeden olumlu bir sonuç alınamadığına değindi. Çelebi, “Kendimizi aldatılmış hissediyorum. Çünkü bizi yanıltılar, biz de işçileri yanıltmış duruma düştük. Burada işçiler fabrikanın ayakta kalması için gövdelerini ortaya koydular. Ancak, yine işten çıkarılmalar oldu, davalar açıldı, kazanıldı, ama işveren hukuk tanımıyor. İşçiler köle gibi çalıştırılıyor. Adaletin verdiği kararlar uygulanmıyor. Mahkeme kararları ve hukuk artık geçerli değil. Bu işveren taahhütlerini yerine getirmiyor. Israrlı çözüm çabalarımızı görmezden gelip, bu süreci yok etmek pahasına elinden geldiğince bizimle mücadeleye girişti. Mücadelesi kabulümüzdür” dedi.

İşverenin tek düşüncesinin fabrikayı sendikasızlaştırmak, taşeronlaştırmak ve tepki veren işçileri de işten atmak olduğunu dile getiren Süleyman Çelebi, en son 94 işçinin iş akdinin tazminatsız olarak feshedildiğini, sendikanın tüm diyalog çabalarına rağmen işverenin tasfiyeyi seçtiğini ve dayanışma içinde olan işçileri işten attığını söyledi. “Hukuksal mücadele”nin yanısıra “bütün mücadelemizi kimliğimizi ortaya koyacağız” dedi. ILO, Çalışma Bakanlığı ve uluslararası alanda üye oldukları tekstil sendikasına müracaat ettiklerini, tedarikçi firmalara da mektuplar yazarak şikayette bulunduklarını belirtti.

Eylem sırasında 15.00 vardiyasındaki işçilerin vardiya müdürü tarafından geri gönderilmeye çalışılmasına işçiler tepki gösterdiler ve servisleri yollamadılar. Bunun üzerine gerginlik yaşandı. İşçiler vardiya müdürüne bağırınca müdür fabrikaya kaçtı. Servis atılan işçileri çarşıya götürmek için bekledi.

Yaklaşık bir aydır eylem yapmak isteyen işçiler sürekli bekletildiler. İlk önceleri sendikada birçok tartışma yapıldı. Genel Merkez bu süre içerisinde tepki göstermedi. İşçilerin kararlı duruşu Genel Merkezi de harekete geçmek zorunda bıraktı. DİSK Mensa Şubesi yönetimi bu süre içerisinde İstanbul'a da gitti ve merkezle görüştü. Ancak burada asıl rolü işçilerin kararlılığı oynadı.

Kızıl Bayrak/Adana