11 Şubat 2006 Sayı: 2006/05 (05)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalist savaş hazırlığına karşı
devrimci mücadele seferberliği!
  İran’a karşı kirli işbirliği gizlenemiyor
  Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı
emperyalist zorbaların hizmetinde
  Danıştay TÜPRAŞ ihalesinin yürütmesini
durdurdu...Yağmacılar TÜPRAŞ’tan defolsun!
Galataport yağması şimdilik durdu
  Sömürü ve yağma düzeninin profesyonel
hızsızları... Burjuva politikacılarının ‘mal varlığı’ kavgası
Kemal Unakıtan: Sermayenin emek
düşmanı arsız şarlatanı
Pendik-Kartal-Maltepe İşçi Kurultayı 250 işçi ve emekçinin katılımıyla
gerçekleşti
  “Sağlık haktır satılamaz!”
  İşyeri hekimi kimin hekimidir: İşçinin mi, işverenin mi?/ Yüksel Akkaya
TEKEL işçileriyle dayanışalım!
12 Şubat’ta Tersane İşçileri Kurultayı’ına!
  8 Mart ve sendikalar...
Sınıfsal özüne ve devrimci içeriğine
uygun bir 8 Mart için! (Orta sayfa)
  Devrimci 8 Mart çalışmasına polis
saldırısı...Yine saldırdılar
yine engelleyemediler!
  Sermayenin itleri saldırmaya devam
ediyor!
   Chavez savaş kundakçılarını çileden
çıkardı
   Müslüman-Hıristiyan çatışması değil
emperyalizme karşı halkların birleşik
mücadelesi!
  Suriye “muhalefeti” Washington’daki
efendilerinden destek istedi
  Almanya’da grev rüzgarı!
  AEG direnişi kararlılıkla sürüyor!
  Filistin seçimlerinin anlattıkları
  Liselilerin Sesi’nden
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

8 Mart ve sendikalar...

Sınıfsal özüne ve devrimci içeriğine uygun bir 8 Mart için!

8 Mart ile işçi hareketi arasındaki kopmaz tarihsel bağ

Kapitalizm koşullarında ezilen bir cins olarak kalmaya devam eden kadının bu toplumsal düzen içinde yürüttüğü özgürlük ve eşitlik mücadelesini tarihsel olarak 8 Mart sembolize etmektedir. 8 Mart'ın tarihi ise uluslararası işçi hareketi ve sosyalizmin mücadele tarihine kopmaz biçimde bağlıdır. Bugün her sınıftan kadının sahip olduğu tüm medeni, politik ve sosyal haklar, uluslararası işçi sınıfı hareketi ve ona önderlik eden sosyalizm mücadelesinin sonucudurlar, bu mücadelenin açtığı çığır içinde kazanılmışlardır.

Kapitalizmde üretici güçlerin gelişmesi, özellikle sanayi devriminin yolaçtığı teknik ilerlemeler, kadını ev yaşamından sanayi üretimi alanına çekti. O güne kadar feodal ilişkiler ve onun aile yapısı içerisinde ezilen ve sömürülen emekçi kadın bundan böyle kapitalist üretim sürecinin çifte baskısı ve sömürüsüyle yüzyüze kaldı. Kadının modern üretim ilişkileri içindeki bu yeni konumu nesnel toplumsal mantığı yönünden ilerici bir gelişmenin ifadesiydi. Zira böylece kadının ev yaşamının sınırlı alanından çıkıp genel toplumsal yaşam içinde yer alması kolaylaştı; üretimdeki bu yeni konumu çerçevesinde kadın toplumsal sorunlara duyarlı ve toplumsal hareketler içinde etkin hale geldi. İçinde bulunduğu bu yeni koşullar onu özgürlük ve eşitlik arayışına yöneltti. Sınıfsal ezilmişliğe karşı mücadele zemini cins ezilmişliğine karşı mücadeleyi de besledi ve kolaylaştırdı. Tarihsel olarak emekçi kadınlar bu yönelişte işçi sınıfı mücadeleleri içerisinde geniş ve etkin bir şekilde yeraldılar. Bu, mücadele içerisinde yeralan emekçi kadın şahsında kadının özgürleşmesi sürecini hızlandırdı. Yanısıra mücadele talepleri toplumsal hayatın her alanında kadın-erkek eşitliği hedefine yöneldi. Kadının bugün sahip olduğu birçok sosyal ve politik hakkın kazanılması bu zeminde ve bu sayede gerçekleşti.

Tüm bunlar, 8 Martlar'ı neden işçi sınıfı mücadelelerinin ve sosyalizmin tarihsel birikimi ve kazanımı üzerinden ele almak gerektiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Mücadelenin başını çeken işçi sınıfıydı, kadın cephesinden bu mücadelenin ön safında işçi ve emekçi kadınlar vardı, ve nihayet toplamında bu mücadelede işçi hareketine önderlik eden de marksist işçi sınıfı partileriydi. 8 Mart'ın kadınların özgürlüğü ve eşitliği uğruna bir mücadele günü haline gelmesi de bizzat bu mücadelenin dolaysız bir ürünü oldu. Konu gündeme Alman komünist kadın önder Clara Zetkin tarafından taşındı ve 8 Mart sosyalist işçi partilerinin enternasyonal kongresinde benimsenip ilan edildi. Özetle 8 Mart kadının işçi kadınlar tarafından başı çekilen özgürlük ve eşitlik mücadelesini simgelemektedir, herşeyiyle sosyalizme ve uluslararası işçi hareketine aittir.

Burjuva feminizminin reformist sol yankıları

Sınıf mücadelelerinin tarihsel gelişimi içinde ele alınması ve bu kazanımlar üzerinden kutlanması gereken 8 Martlar, devrimci sınıf mücadelesindeki genel gerilemenin ve tersinden burjuva ideolojisinin güç kazanmasının bir yansıması olarak, 2000'li yılların başında feminist ideolojik bakışaçısı ve ona yedeklenenler tarafından en sakat biçimiyle “cinsci” bakışaçıyla ele alınmaya başladı. Yeni moda küçük-burjuva feminist ideolojik bakışaçısına göre, kadın sorunu temelde erkek cinsinin kadın cinsini ezmesinden kaynaklanmaktadır, dolayısıyla da “tüm sınıfları kesen ve tüm toplumsal alanlarda yaşanan”dar anlamda bir ezilen cins sorunudur. Kadının kurtuluşu da, devletten ve sermayeden olduğu kadar erkeklerden de bağımsız, “politikasında sınıfsal, ulusal ve etnik farklılıklara hakettiği kadar değer veren anti-cinsiyetçi mücadelenin, kendini ‘destekçi' konumdan çıkarmasıyla, farkını fark ettirmesiyle mümkün”dür.

Sol söylemle de bezenmiş bu dar ve tek yanlı cinsiyetçi bakışın bir ürünü olarak feministler ve onların kuyrukçuları 8 Martlar'ı tarihsel ve sınıfsal özünden kopartmaya, devrimci içeriğinden arındırmaya, karnaval havasında kutlanan sıradan bir “kadınlar günü”ne indirgemeye çalıştılar. Bu gerçekte, 8 Mart'ı apolitik bir sıradan “kadınlar günü”ne indirgeyen resmi burjuva çabaların soldaki bir yankısından başka bir şey değildi. Aynı şekilde devrimcilikten kopmuş reformist çevrelerden güç ve destek bulması da bu çerçevede rastlantı değildi. Bu ideolojik içeriği ile küçük-burjuva feminist bakışın pratikteki karşılığı, tüm tarihi boyunca 8 Mart'la birlikte anılan, onunla özdeş hale gelen Emekçi Kadın Günü formülünden “emekçi” tanımını kabaca çıkarıp atmak, bu burjuva bakışın bir uzantısı olarak da eylemlerden erkek emekçileri ve devrimcileri dışlamaya kalkmak oldu.

Geçen yıl gündeme gelen kararlı devrimci müdahale ve ayrışmaya kadar, son birkaç yıldır 8 Martlar bu şekilde gerçekleşti. Bunun böyle yaşanmasında dar ve etkisiz feminist çevrelerin rolü gerçekte biçimsel ve semboliktir. Sonuçta asıl belirleyici olan feministlerle aynı ideolojik zeminde buluşan reformistler, özellikle Kürt liberalleri ve nihayet her konuda olduğu gibi bu konuda da onların kuyruğundan ayrılmayan bazı tutarsız devrimci çevreler olmuştur. Reformistlerin ve Kürt liberallerinin bu tutumu rastlantı olmak bir yana tümüyle mantıksaldır. Zira 8 Martlar'ın içini boşaltmak tutumu, devrimden kopmanın ve düzene kapılanmanın kadın sorununu ele alıştaki kendine özgü bir yansımasından başka bir şey değildir.

Özellikle feminist çevrelere kitle gücünü veren Kürt kadın örgütlerinin “tüm eşitsizliklerin kaynağını kadın-erkek arasındaki eşitsizlik” olarak görmesi ve “cins çelişkisini çağımızın en temel çelişkilerinden birisi olarak” ele alması, kadın sorununda burjuva feminist bakışaçısının kendine özgü bir versiyonudur. Kürt liberalleri, saflarındaki belirgin emekçi kadın ağırlığı nedeniyle, politik olarak burjuva feminist bakışaçısını küçük-burjuva feminist çevreler kadar açıktan savunmaktan geri duruyorlar. Fakat pratikte bu çevrelerle birlikte hareket etmekte, böylece onların hiç yoktan bir ağırlık oluşturmasının da esas etkeni haline gelmektedirler.

Sonuç olarak; önüne ister “sosyalist”, ister “özgür”, ister “demokratik” sıfatını koysun, hemen hemen tüm feminist kadın örgütü ve çevrelerinin kadın sorununa bu çarpık bakışı belirgin biçimde burjuva ideolojisinden beslenmekte, doğal ve mantıksal olarak da gerisin geri onu beslemekte, sonuçta esası yönünden burjuvaziye yaramaktadır.

Reformizm ve feminizm

Böylesine bir ideolojik çarpıklığın yaşandığı bir atmosforde sendikaların tutumu daha bir önem kazanmaktadır. Geçen yıl yaşanan ayrışma esnasında, yönetimine reformistlerin çöreklendiği DİSK ve KESK'in de küçük-burjuva feminist çevrelerle hareket etmesi dikkate değerdir. Biri işçileri öteki kamu emekçilerini içinde barındıran bu iki kuruluş, 8 Mart'ın tarihsel ve sınıfsal özüne, devrimci içeriğine sırt çevirerek, kadının kurtuluşu ile işçi sınıfının ve emekçilerin davası arasındaki kopmaz bağı bilmezlikten ve görmezlikten gelerek, apolitik “kadın karnavalı”na destek vermek yoluna gitmişlerdir. Üstelik sorunun özünü, anlamını ve önemini ortaya koyarak son yılların bu anaormalliğine etkili bir politik müdahalede bulunan devrimcilerin ayrıştırıcı ve saflaştırıcı çabaları karşısında bunu yapmışlardır. Gerçekte bu tutum da rastlantı değildir ve yaratılan ayrışmanın mantığı ile tutarlıdır.

Özellikle KESK son yıllarda belirginleşen bir tarzda 8 Martlar'ı sınıfsal içeriğinden ve devrimci özünden arındıran bir zeminde hareket etmektedir. Etkinliklerini feminist bakışaçısıyla düzenlemekte, “erkekler etkinliklere ve eylemlere katılmasın, erkekler arkada otursun, dışarda beklesin” vb. söylemler kullanmakta, kadın sorunu sözkonosu olduğunda nesnel olarak “erkek karşıtı” bir emek örgütü görüntüsü vermektedir. KESK son birkaç yıldır afiş, broşür, bildiri vb. yayınlarında Dünya Emekçi Kadınlar Günü ifadesini kullanmaktan özellikle kaçınmakta, “Yaşasın 8 Mart!” demekle yetinmekte, taleplerini bu başlık altında sıralamaktadır. Dolayısıyla 8 Mart'ı tarihsel mirası ve sınıfsal özüyle değil, fakat “kadın-erkek” sorunu çerçevesinde sahiplenmektedir.

KESK'in bu tutumu yönetimini tutan reformist koalisyonun genel plandaki ve özel olarak da kadın sorunundaki ideolojik tutarsızlıklarının bir sonucudur. Bu grupların hemen tümü kadın sorununda burjuva etkilerin ürünü bir çarpık bakışaçısına sahiptirler. ÖDP, SDP ve DEHAP şahsında bu çok belirgindir. Bu üçü kadın sorununda belirgin biçimde ve kelimenin negatif anlamında feministtirler. Genel planda “emek” vurgusunu öne çıkaran ve bunu güya kendisi için bir ayrım çizgisi haline de getiren EMEP ise, reformist bir parti olarak reformist koalisyondan kopma iradesizliği nedeniyle sonuçta onlarla aynı zeminde hareket etmek yoluna gitmektedir.

Kadının çok yönlü ezilmişliği ve kapitalizm

Kadının çok yönlü sosyal ezilmişliği ve köleliğinin temel kaynağı olarak özel mülkiyet düzenine dayanan burjuva sınıf egemenliğini görmeyen ve bunu hedefe koymayan, sorunun özünü ve esasını tam da burjuva bakışaçısına uygun olarak kadın-erkek ilişkileri alanına indirgeyen görüş ve tutumlar, özellikle emek örgütlerinden geldiği ölçüde kararlılıkla teşhir edilmelidir. Zira bu DİSK'li işçiler ya da KESK'li emekçilerin değil, fakat bu emek örgütlerinin başına çöreklenmiş çeşitli türden reformist-liberal çevrelerin görüşü ve tutumudur.

Kadın üzerindeki çok yönlü baskı ve sömürünün kaynağı erkekler değil fakat kapitalizmdir. Erkeğin baskıcı rolü tam da kendisini de şekillendiren, üstelik bunu hayatın her alanında her gün ve her an yeniden gerçekleştiren kapitalist sınıf ve mülkiyet ilişkileri içinde yerini ve anlamını bulmaktadır. Kapitalizmi ortadan kaldırmadan bu soruna köklü ve kalıcı bir çözümün önünü açamazsınız. Bunu bu düzen koşullarında bir parça sınırlama başarısını bile ancak bu düzene karşı mücadele içinde başarabilirsiniz. Nitekim 8 Mart aynı zamanda bunu da simgelemektedir. Tam da kadının kurtuluşunu emekçi insanın kapitalizmden kurtuluşu mücadelesine bağladığı içindir ki daha bu düzen ayaktayken kadın için çeşitli haklar elde etmeyi başarmış, burjuvaziyi kadına karşı kaba konumundan püskürtmüş, onu daha incelikli ve dolaylı yollara başvurmak zorunda bırakmıştır. Özetle kadın hakları ve özgürlüğü doğrultusundaki her gerçek ilerleme, kadını bugünkü çifte ezilmişliğe, köleliğe ve sömürüye mahkum eden gerçek ilişkilerin doğru teşhisi ve tanımı sayesinde olanaklı olabilmiştir. Bu, sosyalizmin ve işçi sınıfı hareketinin kadının kurtuluşu mücadelesine en önemli katkısıdır, bu doğrultudaki en büyük kazanımıdır. Her türden burjuva ve küçük-burjuva reformizmi kadın sorunundaki tutumuyla işte bu kazanıma saldırmaktadır. Reformist tutarsızlık kadın sorununda kendini feminizm olarak göstermeye bir bakıma zorunludur. Zira kadın sorununda devrimci konumdan ve sorumluluklardan uzak durmak, ya da bu yükten kurtulmak ancak bu sayede olanaklı olabilmektedir. Sorunu en dar ve yüzeysel biçimiyle kadın-erkek ilişkileri sorununa indirgediğiniz ölçüde, bu sizi bu konu üzerinden de burjuva sınıf düzenine ve iktidarına karşı her türlü devrimci mücadele yükümlülüğünden kendiliğinden kurtarır.

Kapitalist gelişme feodal üretim ilişkilerini tasfiye etse de kadın ezilmişliğini ve köleliğini kutsayan dinsel-kültürel ideoloji her zaman bu düzende varlığını/etkinlik alanını sürdürür. Dahası burjuva çok bilinçli bir tutumla bu ideoloji ve kültürü kendi koşullarına uyarlayarak kendi düzeninin hizmetine koşar. Üstelik bizzat kapitalist gelişmenin kendisi kadının ezilmişliğine yeni ve daha güçlü bir temel kazandırır. Bugün ülkemizde burjuva düzeninin hizmetindeki Ortaçağ gericiliği kadını çarşafa sokmaya çalışırken, kozmopolit biçimiyle burjuva ideolojisi kadını cinsel obje ve meta olarak piyasaya sürmektedir. Bu ikili rol ve tutum gerçekte organik olarak biribirini tamamlamaktadır. Kadın bir yandan Ortaçağ gericiliğinin baskısı altında ezilirken, diğer yandan kapitalist piyasa ekonomisinin cenderesi içinde sıkışmaktadır. Kadın ezilmişliği sorunu bir yönüyle elbette tüm kadınları kesiyor, fakat temelde bunun acısını çok yönlü olarak bizzat emekçi kadınlar çekiyor. Kapitalist düzen işçi ve emekçi kadına yanısıra, üretim alanına kadın olarak çıkmanın sorunlarını yüklemiştir ki, kadın sorunu esas olarak işçi ve emekçi kadınların ağır bir şekilde yaşadığı bu çifte baskı ve sömürüde ifadesini bulmaktadır. İşçi ve emekçi kadınları çifte baskı ve sömürü altında ezen kapitalist üretim ilişkilerinin kendisidir. Bu nedenle kadın sorunu temelde bu ilişkilerin tasfiyesi sayesinde, yani toplumsal bir devrimle çözülecektir.

Reformist KESK bürokratları hedef saptırıyor

Kadın sorununa sınıfsal zeminden bakmayan KESK'in reformist bürokratları, farklı argümanlar kullanarak 8 Martlar'ı “kadın-erkek” sorununa indirgemekte, eylem ve etkinliklerini bu bakışa uygun düzenlemektedir. KESK'in 8 Martlar'da “kadın-erkek” ayrımını dillendirirken ve soruna salt cinsçi yaklaşırken kullandığı argümanlardan biri de şiddettir. KESK, kadınların yaşadığı diğer sorunlarda olduğu gibi fiziki şiddetin kaynağı olarak da erkekleri görmektedir. Feodalizmden kalma dinsel-kültürel ideolojiye sınıf çıkarları gereği yaşam alanı açan burjuvazinin sınıf düzeni kadına yönelik şiddetin esas kaynağı iken, bunun yerine baba, kardeş ve koca olarak bu şiddeti uygulayan erkeği asıl hedef haline getiren bir anlayışla hareket etmektedir. KESK'in, 8 Martlar'da alanda “erkek olmasın” söyleminin gerekçelerinden birisi de budur.

Her türden şiddetin kaynağı olarak kapitalizmi değil sadece evdeki iradesiz ve zavallı uygulayıcısını hedef göstererek kadın emekçilerin sınıf bilincini bulandıran feminist etki sendikalardan sökülüp atılmalıdır. Zira şiddet konusu kadınların, özellikle emekçi kadınların yaşadığı temel sorunların başında gelmektedir. Ancak şiddetin kendisi fiziki şiddete indirgendiği ölçüde sorunun temel kaynağı kapitalist sistem aklanmakta, bu düzenin kazandırdığı kültür, ideoloji ve değer yargılarının iradesiz esirleri ve uygulayıcıları olmaktan ötey gidemeyen işçi ve emekçi erkekler “düşman” haline gelmektedir. Oysa işsizlik, yoksulluk, açlık, pahalılık, cinsel taciz ve tecavüz, sosyal hakların gaspı, kirli ve haksız savaşlar, baskı ve eşitsizlik vb. kapitalizmin neden olduğu her türden uygulama kadına uygulanan şiddet kapsamındadır.

KESK'in “Kadına yönelik şiddeti ve savaşı durduralım!” başlıklı broşüründe fiziki şiddet konusunda şunlar söylenmektedir: “Kadınların en fazla şiddete maruz kalma riski yabancı tehlikeden değil, tanıdıkları erkeklerden geliyor. Milyonlarca kadın için ev, bir ‘sığınak' değil, dehşet yuvası. Bu sorun, dünya çapında benzerlik gösteriyor”. Şiddete bu yönlü dar bir burjuva feminist bakış; sosyal hakları gaspeden, ücretleri düşüren, kölelik yasalarını onaylayan, işsizliği artıran, örgütsüzlüğü dayatan, toplumsal yaşamın tüm alanında her türden eşitsizliği besleyen, fabrikada, sokakta, okulda, gözaltında, sorguda şiddetin her biçimini kullanan kapitalist devleti aklamakta, dahası bir de sonuçta onu koruyucu/kollayıcı bir konumda görmeyi getirmektedir.

Kadın sorununa bu çarpık yaklaşım, bir emek örgütü olan KESK'i burjuvazinin ideolojik etkisine açık hale getirmekte, bundan tüm emekçiler zarar görmektedir.

Devrimciler ayrıştırıcı ve saflaştırıcı müdahaleyi derinleştirmelidirler

Buradan hareketle, geçen yıl küçük-burjuva feminist çevrelerle ideolojik ve pratik olarak ayrışarak, 8 Mart'ı gömülmek istenen reformist bataktan çıkararak işçi ve emekçilere yeniden armağan eden komünistler ve devrimci güçlerin bu yıl, bu kazanımlara bir yenisini daha eklemesi gerekmektedir. Bu yıl başta sendikalar olmak üzere daha geniş kesimlerin 8 Mart'ın tarihsel mirasına, sınıfsal özüne ve devrimci içeriğine sahip çıkan devrimci güçlerle ortak davranmasını sağlamak güncel devrimci bir görev ve sorumluluktur.

Devrimci güçler bu konuda kendi üzerlerine düşen sorumlulukla davranmakta, bu doğrultuda pratik adımlar atmış bulunmaktadırlar. “Bu seneki 8 Mart'ın kitlesel, sınıfsal özüne ve devrimci içeriğine uygun, emekçi kadınların çifte sömürü, baskı, eşitsizlik ve ezilmelerine karşı kadınların kurtuluşunu alanlarda ifade edebilecekleri bir çerçevede kutlanması gerektiğini düşünen” devrimci güçler ve ilerici çevreler bu yönlü bir çağrıyı başta sendikalara olmak üzere partilere, demokratik kitle örgütlerine, meslek örgütlerine yaptılar.

Devrimci güçler bu yönlü adımlarında ısrarlı olacaklardır. Ancak önemli olan, sendikalardaki -ister yönetimde ister üye olsun- tüm ilerici, devrimci, öncü güçlerin bu ideolojik ayrışmada alacakları tutumdur. Bilindiği gibi konfederasyon, sendika ve şube yönetimleri çoğu zaman yapılan çağrıları, üyelerine duyurmak, kararları üyeleriyle tartışarak almak yerine kendi siyasi tercihleri ve politik yönelimleri üzerinden yanıtlamaktadırlar. Çoğunlukla işçi ve emekçileri ilgilendiren temel gündemlerde olayın kapsamı ve içeriği hakkında bilgi vermek, konuyu üyeleriyle tartışmak yerine üstten kararlar alarak pratiğe geçirmektedirler.

Toplantılarda yapılacak tartışmalar ve alınacak kararlarda konu 8 Mart ile sınırlandırılmamalı, son dönemlerde sınıfa yönelik her türden saldırı yasaları ve uygulamaları sermaye devleti tarafından kolaylıkla hayata geçirilirken konfederasyon ve sendika yönetimlerinin eylemsizliklerini ve günü geçiştiren tutumlarını da kapsayacak şekilde ele alınmalıdır. Konfederasyon ve kimi sendika yönetimlerinin 8 Mart'ı “karnavala” ve “kadınlar günü”ne çevirebilecek gerici kararlara “örgüt disiplinine ve kararına uymak” adına imza atmaları ilerici sendika ve şube yönetimleri ile üyeler tarafından kabul edilmemelidir. Sendika, şube ya da üye olarak alacağımız tutumlar 8 Mart'ın sınıfsal içeriğine, tarihsel kazanımlarına uygun olmalıdır. Bu zeminde yaşanacak bir ayrışma sendikal mücadeleye ve sınıf mücadelesine zarar veren değil ileri taşıyan bir rol oynayacaktır.

Bu seneki 8 Mart'ta KESK'in alacağı tutum DİSK'i de etkileyecektir. Bu açıdan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşırken ilerici, öncü, sınıf mücadelesine emek vermiş tüm işçi ve emekçiler ile yöneticiler, sendika ve şubelerine basınç oluşturarak bu seneki 8 Mart'ın sınıfsal özüne ve devrimci içeriğine uygun bir çerçevede kutlanması yönünde karar alınması için çaba harcamalı, 8 Mart'ı hakettiği biçimde kutlamalıdırlar.

----------------------------------------------------------------------------------------

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile ilgili toplantıya çağrı

Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. Bizler bu seneki 8 Mart'ın kitlesel, sınıfsal özüne ve devrimci içeriğine uygun, emekçi kadınların çifte sömürü, baskı, eşitsizlik ve ezilmelerine karşı kadınların kurtuluşunu alanlarda ifade edebilecekleri bir çerçevede kutlanması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu temelde bu seneki 8 Mart'ı kutlamak üzere birlikte neler yapılabileceğini tartışmak üzere düzenleyeceğimiz toplantıya katılımınızı bekliyoruz...

Alınteri, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), Demokratik Kadın Hareketi, Devrimci Hareket, Demokratik Haklar Platformu (DHP), EKD-Girişimi, Emekçi Kadınlar, Emekçi Hareket Partili Kadınlar, Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), Haklar ve Özgürlükler Cephesi (HÖC), Halk Kültür Merkezleri (HKM), Kaldıraç, Odak, Partizan, Proleter Devrimci Duruş (PDD)