11 Şubat 2006 Sayı: 2006/05 (05)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalist savaş hazırlığına karşı
devrimci mücadele seferberliği!
  İran’a karşı kirli işbirliği gizlenemiyor
  Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı
emperyalist zorbaların hizmetinde
  Danıştay TÜPRAŞ ihalesinin yürütmesini
durdurdu...Yağmacılar TÜPRAŞ’tan defolsun!
Galataport yağması şimdilik durdu
  Sömürü ve yağma düzeninin profesyonel
hızsızları... Burjuva politikacılarının ‘mal varlığı’ kavgası
Kemal Unakıtan: Sermayenin emek
düşmanı arsız şarlatanı
Pendik-Kartal-Maltepe İşçi Kurultayı 250 işçi ve emekçinin katılımıyla
gerçekleşti
  “Sağlık haktır satılamaz!”
  İşyeri hekimi kimin hekimidir: İşçinin mi, işverenin mi?/ Yüksel Akkaya
TEKEL işçileriyle dayanışalım!
12 Şubat’ta Tersane İşçileri Kurultayı’ına!
  8 Mart ve sendikalar...
Sınıfsal özüne ve devrimci içeriğine
uygun bir 8 Mart için! (Orta sayfa)
  Devrimci 8 Mart çalışmasına polis
saldırısı...Yine saldırdılar
yine engelleyemediler!
  Sermayenin itleri saldırmaya devam
ediyor!
   Chavez savaş kundakçılarını çileden
çıkardı
   Müslüman-Hıristiyan çatışması değil
emperyalizme karşı halkların birleşik
mücadelesi!
  Suriye “muhalefeti” Washington’daki
efendilerinden destek istedi
  Almanya’da grev rüzgarı!
  AEG direnişi kararlılıkla sürüyor!
  Filistin seçimlerinin anlattıkları
  Liselilerin Sesi’nden
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İşyeri hekimi kimin hekimidir; İşçinin mi, işverenin mi?

Yüksel Akkaya

Türkiye'deki iş kazaları ve meslek hastalıklarının artık birer cinayete dönüştüğünü geçen haftaki yazımızda açıklamaya çalışmıştık. Kuşkusuz bu durumun ortaya çıkmasında herkese düşen bir sorumluluk da bulunmaktadır. Bulduğu işi korumak için işçi işverene tabi olurken, işçilerin karşılaşacağı her türlü riski görmesi ve bunun önüne geçmesi gereken işveren kadar bu iş kazaları ve meslek hastalıklarından işyeri hekimleri de sorumludur. Böyle olduğu için de bu cinayetlerin birer ortağı olmaktadırlar.

Dün olduğu gibi bugün de hekimlik mesleği, hekimin sahip olması gereken ahlaka sahip olmayanlar için, bir zenginleşme kaynağıdır. Yaşamını ve gelirini hastalar üzerine kurmuş bir hekim için en büyük kabus bir gün hiçbir hastanın kapısını çalmamasıdır. Oysa, bir hekim böylesi bir durumdan mutlu olmalıdır. Zira hasta olmasını istemediği, hasta olduğu için tedavi ettiği insanlar artık hastalanmamaktadır. Ne yazık ki gerçek bunun tam tersidir. Her yeni hastayı gördüğünde hekimin gözü parlar, cebi kaşınır!

Yukarıda çizilen tablo işyeri hekimleri için geçerli değildir! İşyeri hekimleri, herhangi bir rahatsızlık nedeni ile kapısını çalan işçiyi gördüğünde huzursuz olur. Zira, gereksiz yere kendisine iş çıkmıştır. İşçinin rahatsızlığını öğrenmekten çok, işçinin rahatsız olduğu şeyin işe devam etmesine engel olup olmayacağı ile ilgilidir işyeri hekimi. Çünkü, işyeri hekiminin parasını rahatsızlanan işçi değil, işçinin işvereni vermektedir. Böyle olduğu için de işyeri hekimi, o işyerindeki görevini sürdürmek için işveren ile iyi geçinmek isteğini taşır. Bu durumda işçinin sağlığı ile ilgili teşhisi hekim değil, ya usta, ya işletme yöneticisi ya da işveren koyar. Pek çok işçinin sıkça karşılaştığı bu ahlaksız durum ne yazık ki işyeri hekimliğinin de ne kadar çürümüş olduğunu gösterir.

Hekim yeminine ihanet eden bu işyeri hekimleri, işçileri bir hasta olarak görmemekte, daha çok üretimi sürdürmesi gereken bir nesne olarak değerlendirmektedir. İşyeri hekimliği o kadar çürümüş ve kokuşmuştur ki, bir hekimin sahip olması gereken değerlerden “hasta ve hekim arasında geçenlerin meslek sırrı olarak” saklanmasına bile uymazlar. Hasta işçilerin durumu hemen ya ustaya, ya yöneticiye ya da işverene rapor edilir. Çünkü, bağımsız olması gereken işyeri hekimi cüzdanı ile vicdanı arasındaki tercihi cüzdanından yana yapmaktadır. Özellikle işyeri hekimliğinin ek iş olarak algılandığı yerlerde işyeri hekimleri daha pervasız davranabilmektedir. Oysa, kural gereği, işyeri hekimi, işçilerin sağlıklarını işyeri ortamında korumayı hedeflemeli, işin ve çalışma ortamının neden olacağı fizyolojik, psikolojik, patolojik rahatsızlıkları incelemeli ve çalışma ortamında bulunan sağlığa zararlı etkenlere karşı önlemler almalıdır. Bütün bu görevleri yapan işyeri hekiminin sayısı ne yazık ki yok denecek kadar azdır. Her zaman öncelikle işçinin sağlığını ve güvenliğini dikkate alması gerektiği yönünde eğitim verilen işyeri hekimleri, işe başlar başlamaz, kendilerine öğretilen bu temel ilkeyi hızla unuturlar.

Meslek hastalıklarındaki yüksek oran Türkiye'deki işyeri hekimliğinin de iyi işlemediğini göstermektedir. Gerekli önlemlerin alınması konusunda çaba sarfetmek yerine, işveren ile iyi geçinmek adına hiç sorun yokmuş gibi davranan işyeri hekimleri meslek hastalıklarının da tetikleyicisi olmaktadırlar.

Başdönmesi, tansiyon ve benzeri “küçük” rahatsızlıkları önemsemeyen işyeri hekimleri, bu rahatsızlıklar sonucunda ciddi iş kazalarına maruz kalan işçilerin hayatını da tehlikeye atmaktadırlar.

İşyerlerinde işçilerin değil, parayı veren işverenin hekimi olan ve adı da “işyeri hekimi” olarak belirlenmiş olan bu hekimliğin işlevsel olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, işverenden bağımsız, işçilerin sağlığını temel ilke olarak benimseyen bir işyeri hekimliği oluşturulmalıdır. Bu nedenle sıkı bir denetim kadar, belki de ondan çok, işyeri hekimliğine uygun hekimleri tercih etmek daha anlamlı olacaktır. Kuşkusuz burada en büyük görev hekimlerin örgütü olan Türk Tabibler Birliği'ne düşmektedir. İşyeri hekimlerinin çürümüş bir sistemin aktörleri olduğunu sadece işçiler, işverenler değil, diğer hekimler de bilmektedir.

Daha sağlıklı bir ortamda ve sağlam çalışmak için bunu sağlayacak işyeri hekimlerine ihtiyaç vardır. En iyi işçi yaşayan işçidir. O zaman sınıf mücadelesinde yaşayan işçilerin sayısını azaltmamak, emekçilerin sağlıklı yaşam hakkını korumak için işyeri hekimliğine de müdahale etmek emekçilerin en önemli görevlerinden biri olmaktadır.

-----------------------------------------------------------------------------------------

AEG işçileri TEKEL işçilerinin direnişini selamladı...

“Yaşasın sınıf dayanışması!”

Almanya'da fabrikalarının kapatılması kararına karşı grevde olan AEG işçileri, Adana'da kapatma kararına karşı fabrikalarını terketmeyen TEKEL işçileriyle dayanışmak amacıyla bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiler.

Bu anlamlı günde işçilerle birlikte olmak, bu havayı birlikte solumak için TEKEL fabrikasına gittim. Almanya'dan AEG işçilerinin TEKEL işçileriyle bağlantı kurmak istediklerini ve bu konuda ne yapabileceğimizi sordum. Daha sonra telefonla AEG ve TEKEL işçileri bağlantı kurdular, birbirlerine dayanışma mesajlarını ilettiler. TEKEL işçilerinin tepkisi oldukça coşkuluydu. Seslerini Almanya'da direnişte olan sınıf kardeşlerine ulaştırmanın mutluluğunu yaşıyorlardı.

Telefon bağlantısından önce işçilerle sohbet ettik. Şimdiye kadar gelişen süreçler, sınıf dayanışmasının anlam ve önemi, bunu bugün Adana'dan başlayarak her tarafa yayma sorumluluğu vb. konuları tartıştık. İşçilerin söyledikleri özet olarak şöyleydi. Biz sadece kendimiz için değil, tüm işçi sınıfı için direniyoruz. Biz kazanırsak, bu kazanım tüm sınıfın kazanımı olacaktır. Sorun TEKEL'in kapatılıp kapatılması değil. Açık kalsa bile yeni çıkan kölelik yasaları ile daha da kötü şartlar bizi bekliyor. Bunun için de tüm sınıf kardeşlerimizle dayanışma içinde olmak zorundayız. Adana'da daha önce Et-Balık, Sümerbank, Çukobirlik kapandı. Biz bunlara destek vermedik. Ama zararın neresinden dönersek kârdır. Biz bunun farkına geç de olsa vardık. Sendikayı yönlendirmemiz, dediğimizi yaptırmamız lazım. Birliktelik oluşturarak sendikaya baskı yapmamız lazım, vb...

Eski bir Çukobirlik işçisi olduğumu söylediğimde işçilerle aramızda daha sıcak ilişkiler kuruldu. Sohbetlerimiz devam ederken beni yemeğe davet ettiler. Sohbetimiz yemekte de devam etti.

Sonra AEG işçisiyle telefon bağlantısı kuruldu. Konuşan arkadaş konuşma sırasında lokalde bulunan arkadaşlara AEG işçilerinin destek mesajlarını iletti. Bu anlamlı sınıf dayanışmasına TEKEL işçileri hep bir ağızdan “Yaşasın sınıf dayanışması!”, “İşçilerin birliği sermayeye yenecek!”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganlarıyla karşılık verdiler.

Yaşasın sınıf dayanışması!

Yaşasın proleterya enternasyonalizmi!

Şakirpaşa İşçi Kültür Evi çalışanı