12 Kasım 2005 Sayı: 2005/44 (44)

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınırlı bir isyanın egemenlerin yüreğine saldığı korku..
  Sermaye devletinin fiili anayasasının özü...
  EKS iş başında!
  Çocuk yurtlarındaki şiddet burjuva devletinin aynasıdır
  Bu düzenin özü ve ruhu şiddettir!
TEKEL'de özelleştirmeye karşı mücadelenin kaderi işçilerin elinde
Özelleştirme gündeminden...
  Fransa banliyölerinde "öteki"lerin isyanı
  Paris'te isyan ama Komün'ü hatırlamadan /Yüksel Akkaya
  AB Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu açıklandı
  TMY Tasarısı Karşıtı Birlik Kuruldu
  Devrimci Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu kuruldu
  Güne yükleniyor, geleceğe hazırlanıyoruz; "İşçi sınıfı savaşacak sosyalizm kazanacak!"/ Orta sayfa
  "İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!" gecesi yapıldı
  Geceye gelen mesajlardan...
  Geceye gelen dayanışma mesajlarından
  Büyük Ekim Devrimi'ni doğru anlamak /Sosyalist Şoreşger
  Beyaz Saray'dan yükselen pis kokular; Savaş kundakçıları birbirine düştü
  Bush "Amerika Devletleri Zirvesi"nde hüsrana uğradı
  Emperyalist-siyonist gericiliğin "İran kompleksi" derinleşiyor
  Suriye; Gerici saldırganlığı durdurmanın yolu anti-emperyalist direniştir
  Ümraniye İşçi Kurultayı hazırlıklarımız güçlenerek sürüyor!
  Pendik, Kartal, Maltepe İşçi Kurultayı çalışmaları
  Ümraniye İşçi Kurultayı çalışmaları devam ediyor
  Basından/ "Vagon raydan çıkıyor"mu?
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu açıklandı...

AB'ye bağımlılık ilişkisinde yeni adım

Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu'nu 9 Kasım günü açıkladı. İlerleme Raporu Türkiye'nin AB üyeliği doğrultusunda son bir yıldır katettiği mesafeyi göstermesi anlamında önemli. İlerleme Raporu'nun açıklandığı toplantıda Katılım Ortaklığı Belgesi de herhangi bir değişiklik yapılmadan onaylandı.

Katılım Ortaklığı Belgesi özellikle limanların ve havayollarının AB üyesi tüm ülkelere açılması maddesi üzerinden tartışılmaya devam ediliyor. Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımadığını söyleyen sermaye devletinin Katılım Ortaklığı'na imza atması tanıma yönünde bir ilk adımken, limanların açılması tanımanın fiilen gerçekleşmesi anlamı taşıyacak. Avrupa Birliği'nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Ohli Rehn “AB, 3 Ekim'de müzakerelere başlayarak verdiği sözü yerine getirdi, şimdi sıra Türkiye'de” ifadesini kullanarak Türkiye'nin bir an önce limanlarını Rum bandıralı gemilere açmasını istedi. Bu nedenle AB müzakere sürecinin bundan sonra da Kıbrıs üzerinden sorunlarla karşılaşacağını söylemek mümkün.

AB ekonomi politikalarından memnun

Avrupa Birliği'ne üye olmanın önemli kıstaslarından biri “işleyen piyasa mekanizması”na sahip olmaktır. İlerleme Raporu'nda “Türkiye reformları gerçekleştirmeye devam ettiği ve mevcut istikrarını koruduğu sürece işleyen bir piyasa mekanizması olarak tanımlanabilir” ifadeleri yeralmaktadır. Böylelikle Türkiye'nin mevcut ekonomi politikalarıyla AB'ye güven verdiği ifade edilmektedir. Bu noktada son bir yıldır uygulamaya konulan ya da hız verilen politikalara şöyle bir bakmak bile, AB'nin işçi-emekçi düşmanı karakterini anlamak için yeterli olacaktır. Özelleştirmeler, düşük ücret politikası, sosyal güvenliğin piyasaya açılması, eğitim ve sağlığın piyasanın denetimine bırakılması, örgütsüzleştirme, kısacası kölelik koşullarına tüm alanlarda işlerlik kazandırılması. AB'ye güven veren uygulamaların her biri işçi ve emekçilerin haklarının gaspedilmesine, sermayenin önündeki engellerin kaldırılmasına dönüktür. Bir başka deyişle, kâr marjının arttırılması amaçlanmaktadır. Bu nedenle “işleyen piyasa mekanizması” AB'nin olmazsa olmaz koşuludur. Çünkü AB serbest piyasa koşullarının yaygınlaştırılmasının diğer adıdır.

İlerleme Raporu'nda yeralan diğer başlıklar

İlerleme Raporu'nda yeralan diğer başlıklar ise her zamanki gibi medya ve liberal sol tarafından şu veya bu biçimde kullanılan popüler, bu nedenle asıl tartışmaları hasıraltı edecek konulardan oluşmaktadır. Bunlardan en önemlileri, ordunun siyasetteki belirleme gücünün sınırlandırılması, azınlıklar konusunda adım atılması ve Türkiye'nin demokratikleşme yönünde attığı-atamadığı adımlardır.

İlerleme Raporu'nda ordunun askeri, güvenlik ve savunma konularında açıklama yapmaması gerektiği de yeraldı. AB'nin ordunun kullandığı güç, ya da Kürdistan'da uyguladığı şiddete herhangi bir eleştirisi bulunmamaktadır. Hatta AB Türkiye'ye ileri karakol misyonunu biçerek ordunun kendisi için taşıdığı anlamı daha önce ifade etmişti. Bir şartla, ordu kendi kontrolünde olduğu müddetçe ya da ABD'nin etkisinin kırılması koşuluyla.

Azınlıklar konusunda atılacak adımlar ise Heybeli Ada'daki ruhban okulunun tekrar faaliyete geçmesi ve azınlıklara ait gayrimenkullerin satışının durdurulmasına dönük istemlerdir. Ancak azınlık hakları sözkonusu olduğunda ilk akla gelen “Kürtler” İlerleme Raporu'nda anadilde eğitim çerçevesinde adı anılmadan geçiştirildi.

Eğitim-Sen kapatılma davasına bir görevlisini gönderen AB, İlerleme Raporu'nda anadilde eğitimin devlet okullarında okutulmasına dair bir ibare eklemeyi de unutmadı. Ancak bu ifadelerin yeraldığı satırlarda Kürdistan'da yaşanan “şiddet” olaylarından dolayı devleti aklamaktan da geri durmadı.

Demokratikleşme yönünde atılabilecek adımlar ise her zamanki gibi işçi-emekçilerin haklarının genişletilmesi ya da hak elde etme yolları önündeki engellerin kaldırılması doğrultusunda değil, birey düzeyinde ele alınmaya devam ediliyor. Bu noktada, Orhan Pamuk olayı AB tarafından iyi bir malzeme olarak kullanıldı ve liberal sol yayınlarda kendisine yer buldu. Hatta AB tarafından olmasa da onun motor güçleri Almanya ve Fransa'da kimi kuruluşlar Orhan Pamuk'a ödül vermekten de geri durmadılar.

İlerleme Raporu'nda yeralan 2005 tarihinde reformların hız kestiği, hükümetin rehavete kapıldığı yolundaki yorumlar ise yine kamuoyunu oyalamaya, AB'ye dönük beklentileri sıcak tutmaya yönelik anlaşılmalıdır.

İlerleme Raporu öne çıkarılan popüler, bilinç bulandırıcı söylemlerine rağmen aslolarak ekonomik entegrasyon ilişkilerinin ne düzeyde gerçekleştiğini göstermek noktasında önem taşımaktadır. İlerleme Raporu'nda çıkan sonuç, Türkiye'nin AB'ye bağımlılık sürecinde önemli bir mesafe katettiğidir.

S. Doğan

------------------------------------------------------------------------------------------

Uğur Kaymaz davası ve burjuvazinin hukuku...

Devlet katletmeye devam edecek!

21 Kasım ‘04 günü Mardin'in Kızıltepe ilçesinde 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz sokak ortasında, örgüt üyesi oldukları iddiasıyla, faşist sermaye güçleri tarafından katledilmişlerdi. Ahmet Kaymaz bir kamyon şoförüydü. İş oldukça Mardin dışına kamyonla yük taşıyordu. Katledildikleri akşam da yola çıkmaya hazırlanıyordu ve 12 yaşındaki oğlu Uğur da babasına yardım ediyordu. Ellerindeki battaniyeleri kamyona taşırlarken vücutlarına isabet eden kurşunlarla yere yığıldılar. Uğur'un ufacık bedenine 13, babasının bedenine ise 8 kurşun isabet etmişti. Bir de yanlarına kaleşnikof silahlar konulmuştu, çatışma süsü vermek için.

Katliamın hemen ardından Valilik tarafından yapılan ve burjuva medyada da geniş yer bulan açıklamalarda olayın bir katliam olmadığı sık sık vurgulandı. Devletin iddiasına göre bir karakola saldırı hazırlığında olan iki “terörist” güvenlik güçleriyle girdikleri silahlı çatışma sonucunda ölü ele geçirilmişti.

Kısa bir süre sonra olay yerinde yapılan incelemelerde herhangi bir çatışma izine rastlanılmadığı, hatta ölen kişilerin bedenlerine isabet eden kurşunların çoğunun sırt bölgesinde olduğu açıklandı.

Yoğun çabalara rağmen katliamın üstü bir türlü örtülemiyordu. Ancak bir şekilde devletin temize çıkartılması gerekiyordu. Devleti temize çıkartmak ve tepkilerin biraz da olsa önüne geçebilmek için 4 polis memuru günah keçisi olarak ileri sürüldü. Polisler hakkında dava açıldı ve bir süre açığa alındılar. Günah keçileri bulunmuştu ama, bir taraftan da ölen kişilere terörist imajı verilmesi gerekiyordu. Böyle bir imaj yaratmak için de zaman kaybetmeden harekete geçildi. Eşinin ve oğlunun katledildiğini söyleyen Uğur'un annesine dava açıldı. Sermayenin faşist devleti için zaten Kürt olmak ve Kürdistan'da yaşamak örgüt üyesi olmak ve katledilmek için bir sebepti. Tüm bu gelişmelerin ardından, sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi ve güvenlik konusu gerekçe gösterilerek dava Eskişehir'e alındı.

Eskişehir'de gerçekleştirilen ilk mahkemeyi izlemek isteyenlere polis denetimindeki sivil faşistler tarafından taşlarla ve sopalarla saldırı gerçekleştirildi.

Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz'ın 24 Ekim'de görülen ikinci duruşmasına da dışarda polis terörü damgasını vurdu. Mahkeme salonunda ise sanık avukatlarının sermaye devletinin çürümüşlüğünü bir kez daha gözler önüne seren savunmaları damgasını vurdu.

Sanık avukatları Uğur Kaymaz'ın asıl yaşının kimlikte yazdığı gibi 12 değil daha büyük olduğunu öne sürdüler. Bir diğer açıklamada ise Uğur'un 65 kilo olduğu, kaleşnikof silahların 3 kilo olduğu ve silahı kullanamaması için bir gerekçenin olamayacağını söyleyerek, buradan da gerilla kamplarında eğitim gören 15-16 yaşlarındaki çocuklara vurgu yapıldı. Böylece sanık avukatları olay yerindeki polislerin tehdit altında olduğunu öne sürerek katliamı meşrulaştırmaya çalıştılar.

Sermaye devleti bugüne kadar binlerce katliam gerçekleştirmiştir. Katliamların üzerini örtmek için her zaman çeşitli bahaneler sunmuş, işçi-emekçi kitleleri yanıltmaya yönelik bir politika izlemiştir. Sanık avukatlarının yapmaya çalıştığı da budur. İnsanların sokak ortasında yargısız infaz yapılarak katledilmesi insanlık suçudur. Sermaye devleti bu suçu onlarca yıldır işlemektedir. Katliamları gerçekleştiren katiller ellerini kollarını sallayarak sokakta gezmekte, yeni katliamlara imza atmak için emir beklemektedirler.

Gerçekleştirilen katliamların üzeri örtülmeye çalışılsa da, sanık avukatları yalan ve demagojiyle katliamları meşrulaştırmaya çalışsa da, gerçekleştirilen katliamlar burjuva hukukunun ve faşist sermaye devletinin alnında kara bir leke olarak kalmaya devam edecektir. İşçi ve emekçiler bu suçu işleyenlerden ve bu suça ortak olanlardan bir gün mutlaka hesap soracaktır.