12 Kasım 2005 Sayı: 2005/44 (44)

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınırlı bir isyanın egemenlerin yüreğine saldığı korku..
  Sermaye devletinin fiili anayasasının özü...
  EKS iş başında!
  Çocuk yurtlarındaki şiddet burjuva devletinin aynasıdır
  Bu düzenin özü ve ruhu şiddettir!
TEKEL'de özelleştirmeye karşı mücadelenin kaderi işçilerin elinde
Özelleştirme gündeminden...
  Fransa banliyölerinde "öteki"lerin isyanı
  Paris'te isyan ama Komün'ü hatırlamadan /Yüksel Akkaya
  AB Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu açıklandı
  TMY Tasarısı Karşıtı Birlik Kuruldu
  Devrimci Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu kuruldu
  Güne yükleniyor, geleceğe hazırlanıyoruz; "İşçi sınıfı savaşacak sosyalizm kazanacak!"/ Orta sayfa
  "İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!" gecesi yapıldı
  Geceye gelen mesajlardan...
  Geceye gelen dayanışma mesajlarından
  Büyük Ekim Devrimi'ni doğru anlamak /Sosyalist Şoreşger
  Beyaz Saray'dan yükselen pis kokular; Savaş kundakçıları birbirine düştü
  Bush "Amerika Devletleri Zirvesi"nde hüsrana uğradı
  Emperyalist-siyonist gericiliğin "İran kompleksi" derinleşiyor
  Suriye; Gerici saldırganlığı durdurmanın yolu anti-emperyalist direniştir
  Ümraniye İşçi Kurultayı hazırlıklarımız güçlenerek sürüyor!
  Pendik, Kartal, Maltepe İşçi Kurultayı çalışmaları
  Ümraniye İşçi Kurultayı çalışmaları devam ediyor
  Basından/ "Vagon raydan çıkıyor"mu?
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Fransa banliyölerinde “öteki”lerin isyanı

İki hafta önce Paris'in banliyösü olan Clichy sous Bois'da iki gencin ölümü sonucu patlak veren ve ardından ülkenin dört bir yanına yayılan olaylar, Fransa'nın ve bütün Avrupa'nın gündemine yerleşmiş bulunuyor. Son günlerde benzer olaylar Belçika ve Almanya'ya da sıçradı ve tüm çevrelerde bir tedirginlik yaratmaya başladı. Ne hükümetin, ne de gençlerin tahmin edebileceği bir seyir kazanan tepki tam bir sosyal patlamanın başlamasını sağladı ve can alıcı sorunları bir kez daha su yüzüne çıkarttı. Öte yandan, bu olayların yayılması, başka ülkelere taşması, yaşanan sorunların sadece Fransa'ya ait olmadığını ve daha derin sosyo-ekonomik, kültürel kısacası sistemin sorunu olduğunu bir kez daha gösterdi. Ülkenin dört bir yanında arabaların, mağazaların, işyerlerinin yakılması hükümeti çok zor bir duruma soktu. Oysa, bu tür bir olay tam tersine sağcı hükümet ve onun temsil ettiği sistem için iyi bir malzeme olma özelliği taşıyordu. Fakat bu sefer hükümet istediği gibi olaylara hakim olamadı ve hesaplayamadığı olağanüstü bir durumla yüzyüze kaldı.

Yaşananların bu boyuta ulaşmasını ve gitgide yayılmasını anlamak için altında yatan gerçek nedenlere kısaca değinmek gerekiyor. Bugün tam bir isyan düzeyi kazanan olaylara aslında iki gencin ölümü vesile oldu. Çünkü banliyölerde patlamaya hazır bir bomba yıllardır bekliyordu. Bunun için adli bir vaka olarak örülebilecek bir olay yetti. İlk günlerde olayların sadece bir asayiş sorunu olduğu öne sürüldü ve sadece yüzeysel bir şekilde ele alındı, hatta kısmen çarptırıldı. İsyan ülkenin dört bir yanında patlak verince, sorunun aslında sadece bir polisiye olay olmadığı anlaşıldı.

Olaylar, Paris'in banliyösinde küçük bir mahalle olan, çoğunlukla göçmenlerin bulunduğu ve bütün toplumsal sorunların biriktiği Clichy sous Bois'da üç gencin, hala tam olarak bir bilinemeyen bir nedenden dolayı, polis tarafından kovalanırken bir elektrik trafosunun içine gizlenmesiyle başladı. Burada iki genç elektrik çarpması sonucunda hayatını kaybetti, bir genç ise ağır yaralandı. Ölenlerın biri Arap kökenli, diğeri Afrikalı siyahi. Yaralı olan ise Türkiye'den bir Kürt genci, yani mahallede ağırlıklı bulunan göçmen topluluklar. Ölüm haberini alan mahallenin gençlerine, bu olayda polisin hiçbir suçu olmadığı ve hatta olay yerine sonradan geldikleri açıklandığında tansiyon yükselmeye başladı.

Olayların gelişimi şöyle. Tüm yaşamları boyu adaletsizlik, eşitsizlikle ve dışlanmayla karşılaşan mahallenin gençleri tepkilerini bildikleri tek ifade biçimiyle göstermeye başlıyorlar. Mahallede arabalar ve işyerleri yakılıyor, polisle çatışmalar başlıyor. İlk anlarda polisler olay yerine geldiklerinde sürekli provokatif davranışlar sergiliyorlar. Hatta mahallede müslümanların yoğun olduğunu bile bile caminin içine gaz bombası atılıyor. Bütün bunlar öfkenin doruğa çıkmasını sağlıyor ve yavaş yavaş olaylar başka mahallelere, başka kentlere yayılıyor. Medya aralıksız görüntüleri veriyor, gençliğin bu tepkili hareketlerini önplana çıkarıyor ve teşhir etmeye çalışıyor.

Bu arada hükümet yetkilileri hiçbir görüşme girişimini kabul etmeyerek, sadece polise yetki vererek, sert bir tutum sergiliyor. Olayların patlak vermesinin ardından hükümet azgın şiddet uygulama politikasından başka bir çözüm görmek istemiyor. Liberal ve bazen faşizan söz ve yaptırımlarıyla bilinen İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, Fransa'yı “haydut ve çapulculardan” temizleyeceğini açıklayarak, bütün yabancı gençliği hedef gösteriyor. Bu sözleri kendilerine karşı yapılan bir hakaret olarak algılayan banliyö gençleri her tarafta tepkilerini araba yakarak gösteriyorlar. Ardından Sarkozy “Suçlular cezasını bulacak. Cumhuriyet, şiddeti kabul edemez” diyerek, polis ve askerlerin artık olayların bitirilmesi için her türlü yola başvuracağının haberini veriyor. Binlerce polis mahallelerde genç avına çıkıyor ve onlarcası mahkemeye çıkartılıp hapishanelere gönderiliyor. Bazı çevreler, özellikle hükümetin yaydığı mesajı onaylayanlar, bu banliyö gençlerine karşı meşru şiddeti kullanarak, polis, mahkeme, hapishane gibi kurumların bu işi çözeceğini öne sürerek şiddeti savunuyorlar. Olayların patlak verdiği sosyo-ekonomik zemini görmezden geliyorlar.

Diğer taraftan muhalefet ve sol çevreler bu tür olayların engellenmesi için mahallelerde bulunan dernek ve kuruluşlarla diyalog kurulmasını ve bu diyalogda rol oynayabilecek semt polislerini öne sürüyorlar. Sorunun özü ve kaynağıyla hiç kimse ilgilenme cesareti gösteremiyor.

Yaşanan olaylar iki olguyu ortaya koymuş bulunuyor. Birincisi, ilk anlarda bu olayları kendi lehine kullanmak isteyen hükümetin ilerleyen aşamada içine düştüğü acz durumu. İkincisi ise, bu olayların beklemedikleri bir şekilde toplumsal patlamaya neden olması ve hükümetin ötesinde sistemin sorunlarını ortaya çıkarması.

Büyük şehirlerin banliyölerinde 1950 ve 1960'lı yıllarda, sanayide çalışmak için gelen göçmen işçilere yönelik mahalleler kuruldu. Mantık aslında işgücünü satmak için gelen işçileri bir yerlere yerleştirmekti, bu da ancak şehir dışında olabilirdi. Dev binalar kuruldu ve binlerce işçi bu sitelere sonradan getirdikleri aileleriyle birlikte yerleştirildiler. Fakat ‘70'lı yıllarda ekonomik krizin patlak vermesiyle birçok sanayi işçisi işsiz kaldı. Eskiden proleter siteleri olarak bilinen ve Fransız işçilerinin de bulunduğu bu mahalleler yavaş yavaş Fransızlar'ın terkettiği ve sadece yabancılarin kaldığı işsizler siteleri haline gelmeye başladı. Bu semtler yoksullaşmayla devlet tarafından terkedilmeyi birarada yaşadı. 1980'li ve ‘90'lı yıllarda ekonomik durumun daha da ağırlaşmasıyla, burada yaşayanlar ister istemez toplumun dışında bir hayat sürdürmeye başladılar. Ekonomik olarak zor durumda olan bu insanlar “tavşan kafesine” benzeyen bakımsız lojmanlarda yaşamak zorunda kaldılar. Hiçbir sosyal aktivitenin olmadığı bu mahallelerde gençler uyuşturucuya ve kapitalizmin yozlaştıran kültürüne terkedildiler. Olayları başlatan gençliğin hepsi Fransa'da doğmuş göçmen asıllı Fransız vatandaşı gençler. Kültür ve kimlik bocalaması yaşıyorlar. Ve daha da önemlisi, büyük bir kesim kendisini tüketim toplumunun dışında buluyor. Bu durum ister istemez, bu semtleri aynı zamanda birer suç alanları haline getirdi. İşsizlikle boğuşan gençler esrar satışı, hırsızlık, ve mahalle çeteciliğine yöneldiler. Bu mahallelerde bazen de medyanın katkısıyla yoz bir mahalle kültürü yayıldı. Resmen bir lümpen proletarya yaratıldı.

Bütün bu dışlanmalardan ve eksikliklerden dolayı eğitim hakkından faydalanamayan ve başarısız olan bu gençlik gelecekten umutsuz. Son yaşanan olaylar herşeye tepkili ve öfkeli olan gençliğin patlama noktası oldu. Arabaları, işyerlerini, okulları, otobüsleri yakmaları, aslında dışında oldukları tüketim toplumuna duyulan bir tepkiyi anlatıyor. Kendileri tüketim topluma karşı oldukları için değil, bunun dışında oldukları için bilinçsiz bir tepki gösteriyorlar. Sonuçta yakıp yıkılan yerler bu gençlerin oturduğu semtlerde bulunuyor. Bu durum, gösterilen tepkiyi toplumun gündemine taşıdı ve toplumda tartışılır hale gelmesine neden oldu. Elbette daha çok bir güvenlik meselesi olarak sunuldu.

Büyük kentlerin kenar mahalleleri olan bu semtler aslında kapitalizmin yarattığı eşitlizliğin, haksızlığın, kısacası bütün sorunların biriktiği yerler. Bazı semtlerde işşizlik oranı %40 ile %50'ye kadar ulaşıyor ve bu insanlar sistemin ilk kurbanları oluyorlar. Göçmenler aynı zamanda konut sorunuyla yüzyüzeler. Kalabalık aile olan göçmen aileleri bulabildikleri daracık, bakımsız evlere sığmak zorunda kalıyorlar. Bu mahallelerde imkanı kısıtlı, sınırlı sayıda dernek dışında hiçbir kurum kültürel ve eğitim hizmeti sunamıyor. Yabancı topluluklar kendi içlerine kapanıyor. Burada yaşayanlar, özellikle de gençler, kendilerine hiçbir kimlik bulamıyorlar ve anonim bir sıfatla yaşıyorlar.

Üstelik hükümetin bütçe kısıtlamaları ilk bu semtleri vurdu. Buradaki okulların imkanları kısıtlanıp, eğitimin kalitesi düşürüldü. Ayrıca partiler, sendikalar, demokratik kuruluşlar bu alanları tamamen terkederek yalnızlaştırmayı ağırlaştırdılar.

Öte yandan, aynı mahallede yaşayan insanlara verilen zarar da tartışma konusu oldu. Bu şiddetin ne kadar meşru olduğu tartışıldı. Fakat sistemin uyguladığı gizli şiddet hiçbir şekilde ifade edilmedi. Toplumdan ekonomik, politik ve sosyal dışlanmanın da farklı bir şiddet olduğu küçümsendi. Üstelik yıllardır sistemin kendisi medya aracılığıyla topluma genel olarak şiddeti yaydı. En büyük sorun, olayların politik bilinç taşıyan insanların sisteme yönelmiş tepkisi değil, tersine tamamen örgütsüz, biliçsiz bir öfkenin dışavurumu olmasıdır.

Bu olaylarda ikinci önemli nokta ise, hükümetin ilk başta bu olayları kullanmak istemesidir. Yaşananlar polis devletine yönelik bir adım daha atıldığını gösterdi. Bundan üç yıl önce, 2002 cumhurbaşkanlık seçimlerini önceleyen günlerde aynı şekilde arabalar yakılmış, medya da sisteme sadık görevini yerine getirerek, Fransa'da Fransızlar için güvenlik olmadığını yayarak faşist Le Pen'in ikinci tura kalmasını sağlanmıştı. Böylece Fransız halkını bölmek için ırkçı duyguların tohumları ekilmişti. Her türden sorunların içinde olan ve aynı zamanda politik bilinçten uzak göçmen gençliği bu şekilde kullanmak pek de zor olmamıştı. Çünkü kendi mahallesini, kardeşlerinin gittiği okulu, jimnastik salonlarını ve komşusunun arabasını yakarak tepki gösteren bu gençlik aslında içinde bulunduğu sistemin ürünüdür ve verilen tepki de bununla bağlantılıdır. Fakat beklenmeyen şu ki, bugün bu gençliği kontrol etmekte de zorluklar yaşanıyor.

Hükümet, tıpkı 2002'de olduğu gibi, olaylara önce pek müdahele etmemek, belirli bir noktaya kadar yaşananları kullanmak gibi bir tutum sergiledi. Böylece, birkaç yıldır işçi ve emekçilerin büyük öfkesine neden olan hükümetin nefes alabileceği hesaplanıyodu. Avrupa Anayasası'nın reddedilmesi ve ardından yüzbinlerce işçi ve emekçinin greve çıkması sosyal bir hareketlilik yarattı. Bu sosyal hareketliliğin önünü kesmek ve gündemi saptırmak amacıyla olayları kullanmak hükümet için bir fırsat olarak gözüküyor, toplumu bölmek gerekiyordu. Fakat sosyal patlamayı önlemek için kullanılması gereken bir olay beklenilenin tam tersine isyan olarak ifadesini buldu ve hükümeti daha zor bir duruma soktu.

Bu olay patlak vermeden bir gün önce, Sarkozy'nin sunduğu anti-terrör yasasını sorunsuz ve tartışmasız topluma kabullendirmek için iyi bir zemin de hazırladı. Bu tür zorluklar, en son 1955'de uygulanan olağanüstü hal yasasının tekrar uygulanmasını getirdi. Cezayir'in bağımsızlık savaşı döneminde uygulanan yasa ile sokağa çıkma yasağı yerel yöneticilerin inisiyatifine bırakıldı. Yanısıra polise birçok yetki tanındı, dolaylı bir şekilde anti-terör yasası uygulamaya geçti.

Son olarak, her ne kadar bu olaylar biçimsiz ve bilinçsiz bir tepki olsa da, kapitalist sistemin sorunlarının ne kadar derin ve çözümsüz olduğunu ortaya koydu. Ayrıca, yıllardır suskun olan göçmenler önemli bir dinamik olmayı başardılar. Olayların diğer Avrupa ülkelerine yayılması alt tabakaların yıllardır bastırılmış tepkilerini ifade etmiş bulunuyor. Bu tepkilerin şimdilik örgütsüz olması sistemin biraz daha zaman kazanması anlamına geliyor. Ancak kapitalizm varoldukça bu sorunlara çözüm bulması imkansızdır.