11 Eylül'04
Sayı: 2004/36 (28)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yeni Ceza İnfaz Yasa Tasarısı gündemde...
  Yeni CEZA İNFAZ YASASI aslına uygundur / görülmüştür!
  Eğitim-Sen'i kapatma talebiyle açılan davanın ikinci duruşması 15 Eylül'de....
  Savaş örgütü NATO'nun NAM-04 tatbikatı Konya'da başladı...
  Sarıgazi Şenlikleri'nde AKP ve jandarmaya büyük öfke
  Metaldeki ve Tekstildeki toplu iş sözleşmeleri görüşmeleri kritik önemdedir...
  Philips tekelinin işçi kanı üzerine kurulu dünyası
  İşgüvencemiz ve kazanılmış haklarımız tehdit altındayken göstermelik toplu görüşme aldatmacasına kanmayalım!..
  Zina sorunu üzerine
  Irak direnişi işgalcilerin saldırı ve manevralarına rağmen ilerliyor
  Emperyalist saldırganlığı direnen halklar püskürtecek!
  Birleşmiş Milletler emperyalist saldırganlığın hizmetinde
  Castleblair patronu saldırıyor, saldırtıyor
  Sportif aktiviteler işçileri kaynaştırıyor
  Sermayenin çözümleri de yalan ve çarpıtmaya dayalı
  Türkiyeli emekçilerin katılımı için daha çok çaba!
  Almanya'da sermayenin saldırılarına karşı emekçilerin protestoları sürüyor
  OPEL'de saldırı hazırlıkları
  Ekim Gençliği'nden..
  Okur anketi çalışmasından gözlemler...
  Sefaköy'de coşkulu 10. yıl etkinliği
  Despotik siyaset tarzı, demokrasi ve "biz"...
  Bültenlerden....
  İnfaz yasasıyla zindanlara yönelik kapsamlı saldırı tamamlanmak isteniyor
  Victor Jara: Şili'nin ölümsüz şarkısı
  Basından...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Despotik siyaset tarzı, demokrasi ve “biz”...

Serhat Ararat

Ne yazık, Kürdistan’da demokratik bir siyaset kültürünü geliştiremedik. Son otuz yıllık ulusal kuruluş mücadelesi pratiğine rağmen bunu başaramadık. Burada en genel ve asgari burjuva demokratik siyaset tarzından sözediyoruz. Kuşkusuz bu “başarısızlığın” sayısız nesnel ve öznel nedeni var ve bunlar, geniş bir tartışma ve çözümleme konusudur. Bu kısa yazımızda sadece birkaç noktaya vurgu yapmakla yetineceğiz.

Örgütsel yaşam, örgüt içi ilişkiler ve siyaset yapma tarzı konusunda en genel ve asgari burjuva demokratik ölçülerden anladığımız kısaca şunlardır:

Öncelikle farklılıklara saygı ve hoşgörü ile bunların kendilerini ifade edebilme haklarına saygı birinci koşuldur.

İkincisi, bir örgüt veya partiye giriş bireysel tercih ve özgür iradeyle olduğu gibi, ayrılma, farklı bir örgüte geçme veya başka bir siyasal zeminde siyaset yapma hakkı peşinen kabul edilmeli, buna saygı gösterilmelidir. “Bizde ise iyi, bizim dışımıza düştüyse hain” yaklaşımı, tekçi, despotik ve demokrasi karşıtı bir yaklaşımdır.

Üçüncüsü, bireylerin ve “farklı” olanların kişilik haklarına, onurlarına ve tercihlerine saygı zorunludur.

Dördüncüsü, bu bağlamda eleştiri, tartışma, farklılıkların kendini ifade etmesi, örgütlenmesi, güç olma çabaları meşrudur!

Beşincisi, elbette farklı olanlar arasında bir mücadelenin olması doğal ve kaçınılmazdır; ancak bu, ideolojik ve politik çerçevede olmak, şiddeti ve şiddet yöntemlerini dıştalamak durumundadır.

Altıncısı, “yargısız infaz”, ilkel bir despotizmden başka bir şey değildir. Adil bir biçimde yargılamadan, anlamadan, durumunu ve düşüncelerini sormadan, savunmasını almadan, bunu da önceden belirlenmiş adil usullerle yapmadan keyfi ve zorba bir tarzda kişileri “hain”, “ajan”, “provokatör” olarak damgalamak, ölüm fermanları çıkarmak, onurlarını zedelemek, ele geçirilen güç ve otoriteyi bu tarzda kullanmak “yargısız infaz”dan başka bir şey değildir. Bu noktada en katı faşist rejimlerin bile dikkat ettiği ve gözetmeye çalıştığı formel hukukun gerisinde bir tutum almak, bir kişinin ağzından çıkan her sözü “yasa” olarak algılayıp uygulamak, aslında halka deklare edilen amaç ve hedeflerle çelişen bir durumdur.

Eğer bizim örgütlerimiz, örgütsel ilişkiler ve örgütsel yaşamımız bu asgari ölçülerden çok geriyse, hatta bunlarla karşıtlık oluşturuyorsa, gerçekten biz, neyin mücadelesini veriyoruz?

Demokrasi, bir iktidar ilişkisidir, evet, ama onun da kendine özgü kuralları, ilke ve ölçüleri vardır. Demokrasi, aynı zamanda bir kültür sorunudur, gelişimi ve yerleşmesi yarına ertelenemez!

Kuşkusuz devrimci sosyalist demokrasi, burjuva demokrasisini aşma iddiasındadır; aşma, bir nitelik sıçraması olduğu kadar, “öncekilerin” olumluklarını kendine katmayı, içermeyi de içerir!

“Biz”, siyaset yapma tarzı, farklılıklara yaklaşım, haklar ve özgürlükler konularında farklı olmak, “sözümüzün eri” olmak, aynı anlama gelmek üzere, sözü ile eylemi ile bir olmak durumundayız! İddia ve ideallerimizde samimi ve dürüst olmanın olmazsa olmaz koşulları, önkoşulları bunlardır! Despotik bir iktidar biçimine karşı çıkarken ne yapmak durumunda olduğumuzu da göstermek zorundayız!

Birisi devlete hizmet etmeyi yaşam gerekçesi olarak açıklamış. Bu kişi bunu aynı zamanda Kürt halkına bağlılık gereği yaptığını defalarca tekrarlamış birisidir. Devlete hizmet etmeyi bir varoluş gerekçesi yapmış bu kişi, avukatlarıyla yaptığı hemen hemen her görüşmeyi, kendisi gibi düşünmeyen, kendisine karşı tavır alan, ya da kendisinden farklı bir zeminde yaşayan kişi, grup ve çevrelere ağza alınmayacak hakaretler yağdırmada, onurlarını rencide etmede ve ölüm fermanları çıkarmada bir platform olarak kullanmaktadır. Bunu da “en büyük yurtsever”, “en büyük demokrat”, “en büyük barış ve insan hakları savunucusu” pozlarını takınarak yapmaktadır. Kuşkusuz A. Öcalan’dan söz ediyoruz. Hakaretler yağdırarak “teşhir edin, bana karşı çıkanları yerle bir edin” talimatlarıyla “ne kadar “yurtsever”, “demokrat” ve “barışsever” olduğunu kanıtlamaktadır!

A. Öcalan, iktidar sistemini kurduktan ve kurumlaştırdıktan sonra kullandığı bastırma, sindirme ve tasfiye yöntemleri biliniyor. Hiçbir farklılığa yaşam hakkı tanıma, farklılıkları “hain”, “ajan”, “provokatör”, “tasfiyeci” olarak damgalayıp politik ve fiziki olarak ortadan kaldırma, Öcalan iktidar sisteminin en temel yönetim tarzıdır! Bu, bir siyaset kültürüne dönüştürülmüş, partinin, kadroların ve halkın bilincine ve bilinçaltına yedirilmiştir. Bu, siyaset kültüründe soru sormak, nedenlerini araştırmak, kuşku duymak yoktur. Mutlak itaat, sorgusuz uygulamak ve tartışmasız “inanmak” esastır!

Bu iktidar sistemi, aynı zamanda kavramların içini de boşalttı. Daha doğrusu kavramların özünü tersine çevirdi. Devlete hizmet etmek, “Atatürk milliyetçisi” olmak “erdem”, bunlara karşı çıkmak ise “hain” olarak damgalandı! Gerçekleri tersyüz etmek, bir “Öcalan klasiği”dir! Bu “klasiğin” kitlelerdeki yansıması ise “akıl tutulması”ndan başka bir şey değildir!

Bu noktada önemli olan kitlelerdeki bu akıl almaz “akıl tutulması”nı aydınlatmak ve aşmaya çalışmaktır!

Aslında Öcalan’ın söyledikleri ve yaptıkları o kadar açık ki, bunları görmemek için en hafif deyimle “akıl tutulması” durumunu yaşamış olmak gerekiyor. En büyük yurtsever kendisidir, ama Türk devletine hizmet etmeyi yaşam gerekçesi sayan da kendisinden başkası değildir! Ya Kürdistan yurtseveri olursun, ya da TC’nin hizmetçisi! İkisini bağdaştırmak mümkün değil. En büyük demokrat kendisidir, ama her türlü farklılığı yok edin talimatını vermekte beis görmeyen de kendisi… En büyük kadın özgürlük öncüsü kendisidir, ama kadın sözcüğü yerine (bütün kadınlardan özür dileyerek yazmak zorunda kalıyoruz) “karı” kavramını kullanarak, kadına, kadın cinsinin kendisine en büyük hakareti yapmakta bir sakınca görmeyen de kendisi…

Bu kadar açık oynayan biri, bu cesareti nereden ve kimden alıyor? Neden?

İmralı Partisi içindeki çözülme derinleştikçe, kopuşlar büyüdükçe Öcalan, tüm siyaset tarzını ve olanaklarını devreye soktu. Öcalan, son dönemde kopup kendisini PWD girişimi olarak tanımlayan gruba karşı yeni bir kampanya açmış bulunuyor. Ayrılanların geçmişe dayanan “dosyalarını” açarak teşhir edilmelerini istemektedir. Dahası, her yol ve yöntem kullanılarak susturulmaları, etkisizleştirilmeleri emrini vermektedir. Bu talimat hemen eski gerilla güçlerinin bildirisinde yankısını bulmuştur. Elbette burada sadece PDW girişimi hedeflenmiyor, aynı zamanda kendileri gibi düşünmeyen ve tasfiyeciliğe karşı duran herkes, her grup ve çevre hedefleniyor. Hatırlanırsa, Öcalan, “bana karşı çıkan, beni eleştiren herkesi etkisizleştirin” anlamına gelecek talimatlar vermişti, vermeye de devam ediyor...

PWD girişimini eleştirmek, ideolojik ve politik konumunu ortaya koymak, bu bağlamda ona karşı mücadele etmek başkadır, bu, aynı zamanda devrimci sosyalistlerin görevidir. Ama devrimci sosyalistlerin bir temel görevi daha vardır: Her türlü anti-demokratik ve karşı-devrimci saldırıya karşı durmak!

Aynı zamanda;

Tüm değerlerimizi düşmana peşkeş çekmede kendisini sınırsız yetkili gören, değerlerimiz ve dinamiklerimiz üzerinde despotik bir ipotek kuran Öcalan iktidar sistemini açığa çıkarmayı sürdürmek, bu çerçevede bastırmacı politika ve uygulamalarını teşhir etmek, devrimci demokratik bir siyaset kültürünün gelişmesine çalışmak! Bu bağlamda Öcalan’ın “yok edin, etkisizleştirin, susturun” talimatlarını teşhir etmek ve buna karşı etkili bir tavrın gelişmesine çalışmak da bizim görevimizdir!

Görevlerimizi başarmak durumundayız!

8 Eylül 2004
c_dilbirin@hotmail.com
(Bundan sonra altında bu
e-mail adresinin yazılı olmadığı
tüm Serhat Ararat imzaları bana ait değildir, sahtedir!)