Zafer kazandığını sanan bir ordunun sarhoş çığlıkları hala kulaklarımızda çınlıyor. Düşman, yıkılan duvarları aşıp çoktan yağma ve talana başladı. Artık insan eti, insan kanı, insan teri sebil; bütün zenginlikler adeta zafer sunağı gibi modern bir barbarlığın ayaklarının altına serilmiş. Böyle olmalıydı diyor zafer sahipleri ve onların eli kalem tutan çanak yalayıcıları, artık böyle olacak...
150 milyon insanla başlanan ve dünya coğrafyasının dörtte birine yayılarak, dünya nüfusunun üçte birini kucaklayan şanlı bir cüretin anısı beyinlerimizden ve yüreklerimizden kazınsın istiyorlar. Sosyalizm, yani insan aklının ve kolunun ürettiklerini tüm insanlığın zenginliği yapma denemesi, tarihin tanıklık ettiği en utanmaz yalan ve küfür bombardımanına tutuldu. Zafer sahipleri uyandıkları bir kabusa geri dönmek istemiyorlar, milyarlarca insanın hayatını kabusa çevirme pahasına. Bunun için ordular besliyorlar, yeni cezaevleri yapıyorlar, yeni televizyon kanalları ve gazeteler kuruyorlar kör etmek için.
Adına kapitalizm denilen bu karanlıkta insanoğlu kavmi yaralarını sarmaya çalışıyor bir yandan. Çalışmak, beslenmek, öğrenmek, eğlenmek, aşık olmak ve üremek istiyor. Fakat adını koyamadığı bir cendere içinde endişeyle yarınını düşünüyor. Çünkü kapitalizm geleceksizlik demektir, işsizlik demektir, patronun kâr etsin diye köpek gibi çalışmak demektir, AB de obez sayısının artmasından endişelenilirken Sudanda açlıktan bebek ölümleri demektir...
Yaşadığımız yenilginin nedenleri üzerine uzun uzun yazmak, 10. doğum gününün sevincinde bir kutlama mesajının işi değil. Sadece bazı temel hatırlatmalar yapmak amaç.
İşçi sınıfının ve dolayısıyla insanlığın kurtuluş mücadelesinde öncüllerimiz insanlığın yetiştirdiği en parlak beyinler olmuştur; Marx, Engels, Lenin ve adlarını anmakta sayfalar yetmeyecek öteki seçkin komünistler... Herbiri çağdaşlarına ve dolayısıyla bizlere devrim denen o muhteşem altüst oluşun ancak ve ancak bundan çıkarı olacak milyonların kalkışı ile mümkün olacağını anlatmaya çalıştılar. Bu basit fakat çeşitli görünüşler altında sık unutulduğu anlaşılan gerçek hele ki Türkiyede- herhangi renkten bir devrimci akımla komünistler arasındaki temel fark olmuştur. Yüzünü fabrikalara, varoşlara, kadınlara, gençliğe dönerek onları ilgilendiren her sorunda onlara ufku göstermek, düşmanı teşhir etmek ve başka türlü bir yaşamın mümkün olabileceğini anlatmak... Ve bunları yalnıca bizim anlayacağımız değil, onların da anlayacağı bir dille yapmak, soyut genel geçer bir ajitasyonla değil suçüstü ve deyim yerindeyse öfkesini kanıtlarıyla sunan bir tarz kullanmak... Fakat mutlaka ve mutlaka sınıfın ve halkın gündemine yönelmek... EMEP-Evrensel oportünizminin bu vurguyu nasıl istismar ettiğini biliyoruz. Onların emeğin gündeminden anladığını, apolitik ve ezberlenmiş Menşevik tarzın ekonomim olduğunu defalarca anlattık. Fakat bizler komünist devrimcileriz, aynı şeyi kendi tarzımızda, devrimci bir tarzda yapabiliriz ve yapmalıyız da. Türkiyede açlık, işsizlik, eğitim ve sağlık olanaklarından yoksunluk, kapitalizmin doğrudan ve en uç noktada yaşanan sonuçlarıdır. Bizim farkımız açıktır ki, bu yıkımı anlatırken adı geçen olgun oportünizmin tersine kitleleri devrimci bir coşkuya ve yeniyi yaratmaya y&oml;nelik kışkırtmamızda olacaktır. Bizler komünist gazetemizin her sayfasını, kendimizi anlatan değil işçi sınıfını partisiyle buluşturacak gündemlerle ve haberlerle donatmalıyız. Kızıl Bayrakımızı yeni bir Iskra, yeni bir Pravda yapacak olanak fabrikalarda, emekçi mahallerinde, okullarda yığınların toplandığı her yerdedir.
Evet, iğneyle kuyu kazıyoruz. Lakin ne iğnemiz kırılacak kadar incedir, ne de kuyu bitmeyecek kadar derin. Kitlelerle kucaklaşma olanaklarımız kimi yarı-liberal ve liberal gruplara göre kısıtlıdır. Fakat burada da anahtar yığınlarla doğru tarzda kurulacak ilişkiler olacaktır. Kitle bağlarını artırmak, onların sempatisini ve koruyuculuğunu kazanmak, teknik ve mali birçok sorunun aşılmasını kolaylaştıracaktır. Ve GÜNLÜK periyotta bir KIZIL BAYRAK hiç de uzak bir geleceğin sorunu olmayacaktır.
Bolşevizm ve Bolşeviklerin anısını canlı tutmak platonik bir saygının değil, zafere giden yolun politika bilimine dayalı zorunluluğudur. Revizyonist çöküşün yarattığı kaos dönemine ait savunma psikolojisi yerine, tüm teşhir olanaklarıyla sosyalizmin canlı enerjik bir savunması ve yığınlara bir alternatif olarak sunulması için koşullar fazlasıyla mevcuttur.
İşçi sınıfının komünist partisinin inşaasını ilerletmek için işçilerin Kızıl Bayrakını en etkili şekilde kullanalım!
NATO Zirvesi öncesi BDSP olarak İzmirde, NATO ve emperyalizmi teşhir etmek, işçi ve emekçileri aydınlatmak amacıyla belli araçlar üzerinden bir faaliyet yürüttük. Bu dönemde İstanbul merkezli oluşturulan NATO ve Bush Karşıtı Birlik içerisinde yeraldık.
Birlikin henüz netlik kazanmadığı ilk süreçlerde BAK da bir şeyler yapıyor görünüyordu, fakat birkaç basın açıklaması dışında fazla bir şey yapmadı. Birlik cephesinden yapılanlar da yetersizdi, NATO karşıtı çalışma temelinde yürütülmesi gereken bir faaliyetin uzağındaydı. Çoğunlukla sınırlı güçlerle yapılan eylem ve etkinliler bu zayıflığı göstermekteydi. Birlik henüz girişim evresindeyken İngiliz Konsolosluğu önünde gerçekleştirdiği düşük katılımlı basın açıklaması sonrası kendisini kamuoyuna deklare ettiği üç eylem örgütledi. 3 Haziran Buca Kuruçeşme (200 kişi katıldı), 10 Haziran Çiğli Güzeltepe (100 kişi katıldı) ve 12 Haziran Buca Şirinyer NATO önüne yürüyüş ve eylem. Bu son eyleme yaklaşık 500 kişi katıldı. Alana yansıyan eylemlerden sonuncusu olan ürüyüş ve şenlik ise, örülmeye çalışılan NATO karşıtı muhalefetin etkisini göstermesi açısından oldukça düşündürücüydü (1500 kişi katıldı). Gerek Birlik gerekse de BAK içerisinde kendini ifade eden sendikalar (KESK bileşenleri) tüm bu eylemli süreçlere oldukça sınırlı bir güçle katıldılar. İstanbula doğru yola çıkılan 26 Haziran akşamı da bunun açık göstrgesiydi.
NATO üzerinden propaganda faaliyeti cephesinden ise oldukça yaygın bir hazırlık göze çarpmaktaydı. Hem belli devrimci grupların ve reformist çevrelerin materyalleri hem de Birlik imzalı bildiri ve afişler yaygın olarak kullanıldı. Fakat toplamında, ayakları çoğunlukla emekçi semtlerine oturan ve neredeyse sanayi bölgelerine hiç taşınamayan bir pratik faaliyetti bu. Eylem tarihleri belirlenirken de, işçi ve emekçilerin alana daha kolay taşınabileceği pazar günlerine dönük bir hassasiyet göstermek gerekiyordu. Ancak BAK ya da TKPyle ortaklaşma adına eylemler için cumartesi günleri tercih edildi.
BDSP güçleriyse süreci NATO karşıtı etkin bir kampanyaya çevirebilme hedefiyle yaklaştılar. Yoğun kampanya dönemlerinin üzerine gelen NATO karşıtı kampanyanın hedeflerini de yoğunlaştığmız çalışma alanlarını gözeterek belirledik. Yürüteceğimiz faaliyet sınıf zeminine yani sanayi bölgelerine dayanacaktı. Ve bu süreç sınıf zemininde yürütülen diğer faaliyetlerle birlikte ele alınmak durumundaydı; Kurultay ve İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği etkinliği gibi...
Bu durum bir zorluk alanı yaratsa da, meseleye temel yaklaşımımız emekçilere yaşadıkları temel sorunlar ile NATO arasındaki bağı gösterebilmekti. NATO karşıtı aydınlatma faaliyetine bu çerçevede hazırlandık. Başta Çiğli Organize olmak üzere çalışma yürüttüğümüz fabrikalara bu doğrultuda çıkarılmış materyallerimizi ulaştırdık. İşçilere sabah servislerinde, fabrika önlerinde BDSP bildirileriyle seslenirken, birçok emekçi semti üzerinden de onlara ulaşmaya çalıştık. Bildiri dağıtımı esnasında, Irak ve Filistinde yaşanan katliamlar üzerinden sözlü propaganda yapma olanağı bulduk. Bildiri dağıtımı dışında iki çeşit BDSP afişlerini yine Çiğli Organizenin afiş yapılabilen hemen her noktasına, bu civardaki birçok emekçi semtine, yol güzergahına, Buca bölgesinde emekçi semtlerine fabrika civarlarına, Gaziemir Sanayi Bölgesine ulaştırdık. Bu süreçte Birlik tarafından çıkarılmış afiş, bildiri, pul gibi materyalleri de kullandık.
Çeşitli vesilelerle hem işçi topluluklarıyla ve hem de tek tek işçilerle NATO üzerinden emperyalist-kapitalist sistemin teşhirini yapan sohbetler ettik. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı, çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği etkinliğine, NATOnun ve emperyalist-kapitalist sistemin teşhiri damgasını vurdu.