10 Temmuz'04
Sayı: 2004/27 (19)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaş bezirganlarının kanlı hesaplarını bozalım!
  Türkiye emperyalist ordulara üs yapılmak isteniyor
  Sosyal güvenlik sistemi tasfiye ediliyor...
  Katil NATO’yu saraylarda ağırlayanlar emekçilerin evlerini başlarına yıkıyorlar!
  Aydos’ta yıkıma karşı direniş!
  Ekonomide pembe tablo ve derinleşen sefalet
  Deprem değil kapitalizm öldürür!
  Sendikal ihanet çetesi bu kez o kadar kolay kurtulamayacak
  İşçi hareketi ve kamuoyu önünde, DİSK yöneticilerine soruyoruz!
  Direnişteki Castleblair işçileri iki ayrı basın açıklaması yaptı...
  İşten atılan Castleblair işçileri kardeşlerimize;
  Beybi Çuval’da, Sun Tekstil’de ve Reha Tekstil’de aynı şeyleri yapmışlardı!..
  İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu’ndan direnişçi Castleblair işçilerine…
  Partinin yayın cephesindeki sorunları ve görevleri
  Ekim’in Haziran 2004 tarihli 237. sayısı...
  “Kirli Savaş” sermaye devletinin karakteristik yöntemidir...
  CHP’nin olaylı Kurultayı ve gösterdikleri...
  Amerikan uşağı Allavi hükümeti Saddam Hüseyin’i yargılamaya başladı...
  Tarih pişmanlık yasalarıyla bitmiş bir direnişe tanık olmamıştır!
  Siyonist vahşet Irak zindanlarına kadar uzandı
  İşgal karşıtı direniş daha çok Bremerler eskitecektir
  Sağlıkta adım adım özelleştirme...
  “Sivas şehitleri ölümsüzdür!”
  “Yerel dil ve lehçelerde TV yayını” komedisi üzerine birkaç söz!
  “Şili’nin en büyük yüreği” Neruda yüz yaşında!
  Memleketin kıyıcığından bir sınıf yazarı
  10. yıl ve “Kızıl Bayrakçı” olmak...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
“Yerel dil ve lehçelerde TV yayını”
komedisi üzerine birkaç söz!

Serhat Ararat

Araya başka önemli konular girince “Yerel Dil ve Lehçelerde TV Yayını” konusu üzerinde duramadık. Konu önemli ve Kürtler arasında farklı tartışmalara neden oldu. Bu konuyu nasıl anlamak gerekir? İnkarcı resmi ideolojide büyük bir kırılma mı? Kürt kimliğinin tanınması sürecinde önemli bir adım mı? Yoksa kimi zorlamaların sonucu alınmak durumunda kalınan, ama adı koyulmadan ve tam anlamıyla bir komediye dönüştürülen inkarcılığın başka bir adımı mı? Evet, atılan adımı nasıl anlamamız, yorumlamamız ve bundan nasıl yararlanmamız gerekir? Biraz gecikmeli de olsa yanıtlanması gereken sorular bunlardır!

Bu konudaki yasa aylar önce çıkmıştı. Bu yasa “AB’ye uyum” çerçevesinde düzenlenmiş, ancak pratikte uygulanması ise aylar sonraya kalmıştı. Bu yasanın geç uygulanmasının esas nedeni açıktır ve “Osmanlı’da oyun çok” deyişini bir kez daha hatırlatmaktadır: Gerçekten, “Osmanlı’da oyun çok”, hem de neredeyse sınırsız bir biçimde… Öyle bir pratik formül bulmalıydılar ki, Kürt demeden, Kürtçe’den söz etmeden bu zor işin üstesinden gelmeliydiler. Öyle yaptılar: Kürt ve Kürtçe sözcüklerini kullanmadan, “Yerel lehçe ve dillerde yayın” diyerek ve haftada bir “Kırmanci” ve yine hafta bir “Zazaca” olarak devletin resmi televizyonunda yayın yapmaya başladılar. “Kırmanci” de bilinçli olarak yanlış kullanılmaktadır. İnkarcılığı daha da koyulaştırmak ve bilinçleri aptırmak için bu yayını başka dil ve lehçelerle birlikte gerçekleştirdiler: Boşnakça, Çerkezce, Arapça, Kırmanci ve Zazaca, haftada bir gün yarımşar saat olarak! Hem de günün erken saatlerinde, yani halkın henüz uykuda olduğu bir saatte… Bu kadar beceri, ancak 700 yıllık Osmanlı geleneğini arkasına alan, 80 yılı aşkın bir süredir inkarcılıkta özel bir yetenek kazanmış TC gibi bir devlet gerçekleştirebilirdi!

Dikkat edilirse, yayını yapılan “Kırmanci” ve “Zazaca”nın Kürtçe ile, Kürt ulusal kimliği ile herhangi bir ilişkisi kurulmuyor. Tersine bütün çabaları böyle bir ilişkinin bilinçlere çarpmasını önleme, bilinçaltlarında bir iz bırakmasını engelleme doğrultusundadır! Bu nedenle bu adımı, inkarcı resmi ideolojide bir kırılma, bir yarılma olarak değerlendirmek, gerçekleri fazlasıyla zorlamak anlamına gelmektedir!

Elbette TC, durup dururken bu adımı atmadı. Son otuz yıl boyunca verilen mücadele Kürt ulusal sorununu ulusal ve uluslararası düzlemde gündeme taşıdı. Bu sorunun varlığı ve çözümü kendisini şiddetli bir biçimde dayattı, dayatıyor. Dolayısıyla bir aldatmaca, bir göz boyama ve kimi güncel hesapları karşılama nedeniyle de olsa bu adım devrimci mücadelenin bir ürünüdür! “Kopenhag Kriterleri” olarak bilinen AB’nin azınlık ve bireysel haklar bağlamında dayatılan koşulları da TC’nin bu adımı bu dönemde atmasında bir etken olmuştur.

Ancak bu adımı bir reform, resmi ideolojide bir kırılma olarak tanımlamak mümkün değildir! Yapılan bir gerçekliğin fiili olarak resmi devlet televizyonuna taşınmasından başka bir şey değildir. “Fiili” olarak diyoruz. Çünkü hukuksal olarak Kürtlerin anadili Kürtçeden, onun kollarından, Kürt ulusal kimliğinden, onu ima eden herhangi bir ibareden söz edilmiyor. İnkar ve çarpıtma, gerçekliği farklı gösterme yöntemi sürüyor, hem de Osmanlı oyunlarına rahmet okuturcasına… Bu, gerçekliğin fiili, ama çarpıtılmış, başka bir kalıba dökülerek yansıtılmasıdır! Bunu sıkıştıkları her dönemde yapmışlardır. Resmi olmayan platformlarda “Kürtler yoktur” diyen yok. Hatta kimi zaman meydanlarda “Kürt realitesini tanıyoruz” demekte bile bir sakınca görmemişlerdir. Dolayısıyla bu durumu abartarak resmi çizgide mydana gelen bir kırılma olarak değerlendirmek son derece yanlıştır.

Evet, fiili olarak bir adımdır, ama Kürt kimliğini, Kürt halkının anadilini tanımaya açık ve ona yönelmeyi içeren bir adım değildir.

Bu, salt konuyla ilgili yapılan yasa ve yönetmeliğin adıyla sınırlı değildir. Yasa ve yönetmeliğin içeriği açısından da bu böyledir!

“Yerel dil ve lehçelerde yayın” sadece TRT’de yapılabilir, bu kurumun dışında başka bir “ulusal” ve “yerel” radyo ve televizyonda yapılamaz! Bunun temel nedeni, hiç kuşkusuz, mutlak denetimden başkası değildir. TRT dışındaki TV ve radyolarda yayının yapılması, giderek belirlenen sınırların dışına taşma “riskini” taşıyabilir. Bu nedenle denetim dışı hiçbir şey olmamalı, bunun da yolu ve mutlak güvencesi yayının TRT ile sınırlanmasından geçer. Buldukları pratik uygulama budur.

Kuşkusuz Kürdistan sorunu, bir iktidar sorunudur, bağımsızlık ve özgürlük sorunudur. Kürt sorununu içeriği boşaltılmış dil veya kültürel kırıntılar sorununa indirgeyenlerin “Yerel dil ve lehçelerde yayın” gibi çarpıtılmış bir hak kırıntısından başka bir şey olmayan bir “hak” dışında bir şey almaları mümkün olmayacaktır. Çünkü TC, bildiğimiz TC, Osmanlı’ya rahmet okutan, onu fersah fersah aşan TC!..