ABD NATOyu, kendi küresel egemenliği için harekete geçirmeyi arzuluyordu. Ancak, zirve kararlarının da gösterdiği gibi, bu tam olarak mümkün olmadı. Çünkü diğer emperyalist güçler, ortak harekatla kurulacak egemenliğin ve yağmalanacak zenginliklerin ortaklaştırılmasını istiyorlardı. Oysa ABD ne egemenliği ve ne de zenginliği paylaşmak niyetindeydi.
NATO Zirvesi öncesinde yapılan kimi açıklamalar, ABDnin zirvede ortaya çıkan sonuçlara hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Bu açıklamalar ABDnin küresel egemenlik stratejisini uygulamada, esas olarak, egemenlik ve zenginlik paylaşımı beklentisi olamayacak uşaklarını kullanmayı hesapladığını ortaya koyuyor. Diğer emperyalist güçler, herşeye ortak olmak, kraliyetin şölen sofrasına kurulmak istiyor. Oysa atlama tahtası yapacağı, maşa olarak kullanacağı ülkelerin uşak devletleri sofra artıklarıyla yetinmeye dünden razı. Böylelerinin başında da Türk devleti ve burjuvazisi geliyor.
NATO Zirvesi, ABDnin diğer emperyalist güçleri kayıtsız şartsız peşine takma arzusuna ulaşamadığını gösterdi. Örneğin, Iraka NATO bayrağının dikilmesi kabul edilmedi. Yani ABDnin Irak problemi NATO kuvvetleriyle çözülmeyecek. Fakat NATO kapıları ABDye tümüyle kapatılmış da değil. Daha doğrusu, NATO bünyesindeki emperyalist devletler ABDye, Iraka nasıl biz olmadan girdiysen yine biz olmadan çıkacaksın demiş oldular. Fakat diğer yandan, Türkiye gibi ABDnin uydusu konumundaki NATO üyelerinin Irak yolunu da kapatmadılar, böyle ülkelere NATO şemsiyesi sunarak yol düzlediler. Bulunan orta yol Irak güvenlik güçlerinin eğitimi oldu.
Hatırlanacağı gibi, ABD Irak seferine çıkarken, Türkiyeyi ve Türk askerini hiçbir koşul ve sınıra bağlı kalmaksızın kullanmak istemiş, karşılığında ise kırıntı vermeye bile yanaşmamıştı. Türk devleti ve hükümeti buna rağmen ABDnin peşine takılmaya hevesli olduğunu ortaya koymuştu. Ne var ki, ne iç ve ne de uluslararası hukuk buna elverişliydi. Bu dönemde Türk devleti, NATO şemsiyesi olsa olurdu lafını dilinden düşürmedi. İşte şimdi, NATO Zirvesinden çıkan kararlar doğrultusunda, şemsiye kullanma imkanına kavuşmuş durumda. Türk devletinin bu imkanı sonuna kadar kullanmaya niyetli olduğu, bu eğitim işini üstlenebileceği yönündeki açıklamalarından bellidir. Zaten Türk devleti Iraka gitmeye ne kadar hevesli olduğunu hiç gizlememiş, sadece uygun konjonktür&uum; yakalamaya çalışmıştır.
Bundan sonrasına ilişkin ne olacağı konusunda ABDnin planlarına göz atmak gerekiyor. Zira Türkiyenin atacağı adımlar bu plan çerçevesinde ve ABDnin talepleri doğrultusunda olacaktır.
Bunun için öncelikle bir takım yasal değişiklik ve düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Çünkü ABD, küresel egemenlik stratejisine ilişkin uygulamanın ilk adımlarında, Afganistan ve Irak işgallerinde, 40-50 yıl öncesine dayanan anlaşmalar hukukunun nasıl ayağına dolanabileceğini görmüş bulunuyor. Bundan çıkardığı dersle, bağımlı ülkelerle olan anlaşmaların yeni duruma uygun hale getirilmesi gibi bir işi önüne koymuş bulunuyor. Bu işi, yeni misyonuna uygun yeni harekat tarzı için, NATOya da kabul ettirmiş oldu. Önümüzdeki süreçte yüce Türk meclisinin önüne, ABD ile ikili, NATO ile çoklu anlaşmaların yenilenmesine ilişkin yasa tasarıları sürülecek. Kabul edilmemesi ihtimalinin yok denecek düzeyde olduğu biliniyor. Fakat yine sıkı pazarlıkların yapılacağı açık. Daha NAO Zirvesinin bayrakları bile dürülmeden, Rusya Hava Kuvvetleri Komutanının Türkiye ziyareti, Rusyanın ABDnin egemenlik alanlarına ilişkin niyetlerini olduğu kadar, Türkiyenin ABD ile at pazarlığı konusundaki planlarını da ortaya seriyor.
Ancak ABD geçmişte de sıkıntısını yaşadığı bu tür pazarlıklara hazırlıksız değil. ABD Savunma Bakanlığı Müsteşarı Douglas Feithin 23 Haziran tarihinde yaptığı açıklama, buna yönelik hesapları da anlatıyor. ABDnin küresel savunma konumlanmasını değiştirmesi, müttefik ve dostlarımızın kendi güçleri, doktrin ve stratejilerini modernize etmelerine de yardımcı olmayı öngörüyor. Açıklamanın devam eden bölümünde ise, yapılmasını istediği yasal düzenlemelerin, kendi personelleri (yani ABD askerleri) için koruma sağlarken, müttefik ve ortaklarını da sorumluluk ve yükü paylaşma için teşvik edici olmasını istiyor. Yani yeni strateji ABDnin diğer ülkelerle ilişkilerinde bir yeniliği içermiyor. Ordunun modernizasyonu kaşığıyla verdiğini &147;ortaklık kepçesiyle geri almayı hesaplıyor. Ancak parsadan pay sunmadığı sürece masraflara katılımı kabul ettirmesi zor görünüyor. Ordusunu ABDnin haçlı seferine katan bir ülkenin yapacağı masraf, modernizasyon için alacağının katbekat üstünde olacaktır. Türkiyenin de, yapılacak pazarlıklarda -geçmişte olduğu gibi- bu masrafları ABDnin üstlenmesini gündeme getirmesi ihtimali üksek.
Feithin söz konusu açıklamada sarfettiği, Artık önerilerden anlaşmaların müzakeresi aşamasına geldik sözlerinin ise tek bir anlamı olabilir; Türk devleti yine gizli anlaşmalarla halka ihanet suçu işlemektedir. Zaten, hükümet yetkililerine Amerikanın talepleri sorulduğunda her seferinde inkar etmeleri, ihanet anlaşmalarının hazırlandığını gösteriyordu. Hükümet, verdiği taahhütleri, yaptığı anlaşmaları açıklarsa kamuoyunun karşısına dikileceğini, desteğini çekeceğini, sadece siyasal iktidara değil siyaset hayatına da veda etmek zorunda kalabileceğini çok iyi biliyor. Bu hükümet süreci AKPnin ilk iktidar deneyimi olabilir ama, AKP yöneticilerinin politikanın acemisi olduğu söylenemez.
Gerek ABD planlarında, gerekse NATOnun yeni misyonu kapsamında, Türkiye, artık merkez ülke olarak tanımlanıyor. Gerek devlet, gerekse de hükümet ve medya çevreleri bu merkezliğe ne kadar olumlu anlamlar yüklemeye çalışsalar da, sözcüğün bir tek ve en olumsuz anlamda karşılığı bulunuyor: Türkiye artık emperyalizmin saldırı üssü olarak görülüyor. Gerek ABDnin yeni savunma stratejisinde, gerekse de NATOnun yeni misyonunda, yeni tehdit unsuru olarak işaret edilen terörün kaynağı, Kuzey Afrikadan başlayıp Ortadoğudan geçerek Asya içlerine kadar uzanan bölge olarak gösterildiği oranda, emperyalist haçlı ordularının bu haritaya yakın konuşlandırılması ihtiyacı ortaya çıkıyor. Türkiye de coğrafi açıdan buna en uygun topraklara sahip durumda. Bölgyle hava, deniz ve kara bağlantısına sahip. Yani tam bir köprü konumunda.
Türkiyeye egemen burjuvazi ve devleti, bu köprüyü, emperyalizmin haçlı ordularına boydan boya açmaya hazırlanıyor. Buna izin verildiği taktirde, bu orduların kanlı çizmeleri topraklarımızı ve insanlarımızı ezerek, kirleterek, üzerimizden resmi geçit yapacaklar. Üstümüzden geçerek ulaştıkları ülkelerin halklarını nelerin beklediğini ise iki emperyalist savaş ve bugün sürmekte olan emperyalist işgal saldırıları yeterli açıklıkta göstermektedir.
Türkiyenin işçi ve emekçileri, Türkiye burjuvazisinin ve devletinin emperyalizmle ilişkilerinden daha güçlü ilişkiler geliştirmek suretiyle, bölge halklarıyla dayanışmaya girmeli ve emperyalist saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltmelidir. Geleceğimiz bu dayanışmanın ve bu mücadelenin gücüne bağlıdır.