İstanbuldaki NATO Zirvesi öncesine denk düşürülen yönetim devrinin hemen ardından Saddam Hüseyinin yargılanmasına başlandı. Emperyalist haydutlarla Bağdattaki işbirlikçileri, bu göstermelik adımlarla Irakta olumlu gelişmeler olduğu yönünde izlenim yaratarak işgali meşrulaştırmayı umuyorlar.
Irak bataklığına saplanan ABD emperyalizmi, Irakta yaşanan olumlu gelişmeleri örnek göstererek, NATO üyesi ülkeleri suç ortaklığına ikna etmeye çalıştı. Her ne kadar İstanbul Zirvesinden istediği sonucu tam olarak alamadıysa da, NATOyu Irak işgaline katmış oldu. ABDyle İngilterenin yanısıra diğer emperyalist devletlerin de bir şekilde işgale destek vermeleri, Irak halkının işgal karşısındaki tutumunu değiştirmeyecek. Zira emperyalistler Irak halklarını değil, ajan Allavi ve onun çevresindeki düşkün takımını koruyacaktır.
Irak direnişinin eskittiği ikinci sömürge valisi Bremer gitti. Bremer anti terör uzmanı olduğu için Iraka atanmıştı. Bremer, Iraktan defolup gittikten sonra yaptığı ilk açıklamada, en büyük üzüntülerinin güvenliği sağlayamamak olduğunu söylemek zorunda kaldı. 3 bin kişiyle çalışan yeni büyükelçi ise kirli savaş şefi Negroponte. İşgalcinin tanıyacağı egemenlik de bu kadar!
Yayılmaya çalışılan iyimser havanın Irak gerçekliğiyle bir ilgisi yok. Çünkü halen 146 bin Amerikan askeri Irakta bulunuyor. Savaş öncesinde şehre günde 20 saat elektrik verilirken, halk bugün 40-45 derece sıcaklıkta ancak 8 saat elektrik alabiliyor. Yani Bağdat hala susuz ve elektriksiz. Amerikan tanklarıysa hala sokaklarda turluyor, ateş ediyor, katliam yapıyor. Apaçi helikopterleri alçak uçuşlarla korku yaratıyor, tanklar çöl sıcağının erittiği asfaltlarda iz bırakarak ilerliyor. Irakın başkenti Bağdatta havanın kararması ile sokaklardan el ayak çekilmiş oluyor.
İşgalin aynen devam etmesi demek, direnişin de devam etmesi anlamına geliyor. Nitekim her gün birkaç işgalci askerin tabutu Amerikaya gönderiliyor. İşgal orduları her gün onlarca saldırıya maruz kalıyorlar. Amerikan askerlerinin paranoya ölçüsüne varan korkuları her gün, ilgili-ilgisiz çok sayıda Iraklının hayatına mal oluyor. Bu da yönetim değişimi ya da Saddam Hüseyinin yargılanmasının Irak halkının yaşamında herhangi bir değişime yolaçmadığının somut göstergesi.
Bir süre önce işgal ordusuyla uzun süreli ateşkes ilan eden Şii lider Mukteda El Sadr ise, direnişin yeniden başlayacağını söyledi. Kufede 2 bin kişiye hitap eden El Sadrın temsilcisi de, yapılan yönetim devrinin işgalin bitmesi anlamına gelmediğini vurgulayarak, direniş çağrısı yaptı. Sadrın kısa sürede uzlaşmacı tavrını değiştirmesi -bu kararlılığı sonuna kadar sürdürüp sürdüremeyeceğinden bağımsız olarak- koşulların direnişi zorunlu kıldığının bir göstergesi.
Bu arada Saddamın yargılanması nedeniyle taraftarları sokaklara çıkıp gösteriler yapmaya başladı. Saddam Hüseyinin doğum yeri Tikritin caddelerinde Saddam posterleriyle yürüyen birkaç yüz kişi, Bush, iyi dinle, hepimiz Saddam Hüseyini seviyoruz! şeklinde sloganlar attı. Aynı günlerde Tikrit yakınlarındaki El Devr ve Buhrizde de üzerlerinde Saddamın yargılanması meşru değil yazılı pankartlar taşıyan göstericiler havaya ateş açarak ve arabalarının kornalarına basarak yargı sürecini protesto etti. Saddamı savunmak olumlu bir yön taşımıyor elbette. Ancak bu tutum işgalcilere meydan okumak anlamına geliyor.
Saddam adalete teslim edildi, Iraklılar yönetimi devraldı vb. nakaratların herhangi bir hükmü yok. Direnişin ara vermeden devam etmesi bunu gösteriyor.
Demokratik bir Irak için gerekli olan, kuklaların yer değiştirmesi, işlevini tamamlayan diktatörlerin yargılanması değildir. Irak halklarının acılarına son verecek biricik yol direniştir, işgalciler ile her türden işbirlikçilerinin bu ülkeden söküp atılmasıdır!
Guantanamo tecrit kampıyla Ebu Garib işkence/tecavüz merkezi Anglo-Sakson demokrasinin 21. yüzyıldaki suretine tutulan aynalardır.
ABD emperyalizminin bilinen ve bilinmeyen Nazi temerküz kampları benzeri işkence merkezleri, anlaşılan artık yetersiz kalıyor. Amerikan zorbalığına karşı yükselen direniş güçlendikçe, yeni temerküz kampları da kurulmaya devam edecektir. Nitekim demokrasi ihracatçıları, ikinci Guantanamo açmak için kolları sıvadılar. Bu sefer seçilen yer Pasifik Okyanusundaki Diego Garcia adası. Vahşet tablolarını gizlemek için, tecrit ve ölüm kamplarını dünyadan izole ettikleri adalarda inşa ediyorlar.
Diego Garcia adası Amerikan emperyalizminin askeri üssü konumundadır. Adayı ABDye kiralayan İngiliz emperyalistleri, ada sakinlerini zorbalıkla topraklarından sürgün etmişlerdi. 1973ten beri sürgünde yaşamaya mahkum edilen ada yerlilerinin topraklarına dönmeleri İngiliz haydutlar tarafından engelleniyor. Aynı bölgede bulunan 64 adadaki yerlilerin de topraklarına dönmeleri engelleniyor.
Tam bir cephaneliğe çevrilen Diego Garcia, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu ve Orta Asyaya yönelik saldırı ve savaş icraatlarının önemli merkezlerinden biridir. 1991 Körfez saldırısı ve Afganistan işgalinde kullanılan ada, Irakın işgalinde de etkin bir şekilde kullanıldı. Bölgeyi hedef alacak gelecekteki saldırıların da merkez üslerinden biri olacağına kuşku yok. İkinci Guantanamoyu buraya kurmaya hazırlanan ABD, adanın kanlı tarihine işkence-ölüm kamplarını da ekleyecek.
Başbakan Erdoğan hafta başında Ürdüne altı saat süren bir ziyaret gerçekleştirdi. Erdoğanın resmi programında yeralmayan bu gezi, sermaye basını ve kamuoyuna önceden haber verilmediği gibi, amacına dair kayda değer bir açıklama da yapılmadı. Buna rağmen ABD uşağı iki liderin görüşmesinin Irakla ilgili olduğu bir sır değil. Zira bu ani ziyaret Ürdün kralı Abdullahın eğer Irak hükümeti tarafından bir talep gelirse asker göndereceğini açıklamasının hemen ardından gerçekleşti.
Türk egemenler Iraka asker göndermek için çırpınıp durduğunda Ürdün kralı bu girişimi eleştirmiş, komşu ülkelerin Iraka asker göndermesinin doğru bir karar olmayacağını söylemişti. Bir yıl önce Ürdün halkının tepkisinden çekinen Abdullah, gelinen aşamada koşulların değiştiği varsayımıyla hareket ediyor olmalı ki, aktif uşaklığa soyunuyor. Gerekçesini ise, ajan İyad Allavi başkanlığında kurulan kukla hükümetin Irakta bağımsız bir süreç başlatacağına dayandırıyor. Amerikan şampiyonluğuna oynayan krala göre Irakta, güçlü ve cesaretli liderler var. Ancak güvenlik konusunda büyük sorunlar yaşayacakları için herkesin yardımına ihtiyaç duyacaklar. Kendilerinin bu yönde gelecek bir talebe hayır demeyeceklerini belirtiyor.
Bu açıklamanın hemen ardından Ammana giden Erdoğan, görülen o ki, Amerikan uşaklığı şampiyonluğunu Abdullaha kaptırmamak telaşında. Erdoğan Ürdün ziyareti konusundaki soruları savuşturdu. Gazetecilere, ikili ilişkilere ve komşu ülkelerle ilişkilere özel önem verdiğini, bundan sonra resmi programların dışında özel görüşmelere dayalı ziyaretler de yapacağını söylemekle yetindi. Başbakan yardımcısı M. Ali Şahin ise, benzer sorulara, Başbakanımızın yurtdışı gezileri mutlaka bir ihtiyaçtan doğmuştur. Ülkemizin dış politikasının gereği olarak yapılan bir çalışmadır... Mutlaka devlet işini çözmeye veya yönlendirmeye yönelik bir çalışmadır. Ama gündemini bilmediğim için sorunuza cevap verecek durumda değilim şeklinde yanıt verdi.
İçeriği kamuoyundan saklanan görüşmelerin arkasında her zaman kirli hesaplar durur. Erdoğanın Ürdün gezisi de bu kapsamdadır. Biri NATOnun görevlendirmesi, öbürü kukla hükümetin çağrısıyla Irak işgaline katılmaya hazırlanan iki rejim savaş kundakçılarının suç ortaklığına hazırlanmaktadır.