Sermaye devletinin ekonomiye dair şişirdiği balonlar birer birer patlıyor. 2004ün ilk dört ayı itibarıyla cari işlem açığının 6.9 milyar dolara ulaştığı açıklandı. Bu tablonun 2001de yaşanan kriz öncesi dönemle paralellik arz ettiği açıklanıyor. Öte yandan Türkiyenin kısa vadeli dış borçları, yine yılın ilk dört aylık döneminde 2.2 miyar dolarlık bir artışla, toplam 25.2 milyar dolar seviyesine ulaşmış bulunuyor. Bu da AKP hükümetinin 2004 için IMFsiz bir Türkiye vaatlerinin neden masaldan öteye bir anlam taşımadığını göstermektedir. Ekonomideki canlanmaya gösterge olarak sunulan büyümenin asıl olarak ithalattaki artıştan kaynaklanması, buna karşın yeni yatırım alanları ve istihdamın artması yönünde beklenen sonuçları yaratmaması, gerçek tabloyu gözler önüne seriyor.
İş başına geldiğinden beri pembe tablolar çizmeyi temel bir politika haline getiren AKP hükümetinin, gerçek tabloyu özetleyen bu veriler karşısında umarsız bir tavır takınması, aslında çaresizliğinin ve çözümsüzlüğünün dışavurumundan başka bir şey değildir. Yoksa başbakanın ifade ettiği gibi, uçağın ufak bir türbülansa girmesiyle deneyimli pilotların kendinden emin ve paniklemeyen bir durumu yoktur ortada.
Nitekim, kölece dayatmaları harfiyen yerine getirmesiyle İMFden bolca övgüler almasına rağmen Türkiyenin hala Irak, Arjantin gibi ülkelerin ardından en riskli ülkeler arasında dördüncü sırada yer aldığı açıklandı. Enflasyonun tek hanelere düşürülmesiyle övünen AKP hükümeti, diğer yandan enflasyonu eksi derecelere kadar indirmiş olan bir Arjantin gerçekliğini, üstelik aynı yolda ilerledikleri için dikkatli olmaları yönünde uyarılmalarına rağmen, görmezden geliyor.
2001den beri çalışan kesimin ücretlerinin reel olarak yüzde otuzluk bir gerileme yaşaması, emekçilerin alım gücündeki düşüş ve yanısıra toplumsal yoksulluğun artarak büyümesinin doğal sonucu olarak iç talebin daralması, enflasyonun gerçek düşüş nedenidir. Ekonomideki büyüme verilerine karşın, çalışanların milli gelirden aldığı pay da giderek düşüyor. İşgücü ödemelerinin yurt içi gayri safi hasıla içinde 2001 yılında yüzde 28.3 olan payının 2003te yüzde 26.1e kadar gerilediği açıklanıyor. Ayrıca, gıda fiyatlarının giderek AB ortalamasına yaklaşmasıyla, kişi başına satın alma gücünün AB ortalamasının dörtte biri düzeyinde olduğu belirtiliyor. Bu durum, halkın büyük çoğunluğunun gıda ihtiyaçlarını, nispeten daha ucuz olan ekmek ve tahıl ürüleri üzerinden karşıladığını gösteriyor.
Dünya Bankası verilerine göre, Türkiyede 10 milyon 300 bin civarında yoksul bulunuyor. 70 milyon nüfuslu Türkiyede her yedi kişiden birinin yoksul olduğu açıklanırken, sermaye devletinin çizdiği mutluluk tablosunun kimlere hitap ettiğini sormak gerekiyor. İMFnin tavsiyeleri doğrultusunda yüzde beşlik bir zam oranıyla zorunlu gıda masrafını bile karşılayamayacak olan asgari ücretliye olmadığı kesin. Ya da Dünya Bankasının tavsiyeleri doğrultusunda maaşlarından vergi kesintisi yapılmak istenen emeklilere hitap etmediği de... Son günlerde benzinden çaya, şekerden doğal gaza kadar birçok temel ürüne zam yapıldığı düşünüldüğünde, bu pembe tablo masallarının etkili olmayacağı açıktır. Şişirilen balonlar patladıkça, emekçiler AKPnin gerçek yüzüü ve sermayeye uşaklığını daha iyi anlayacaklardır.
Ancak sorunun kaynağı ne tek başına AKP hükümetidir, ne de başka bir hükümet alternatifi işçi ve emekçilerin sorunlarına çözüm olabilecektir. Tek gerçek çözüm, işçi ve emekçilerin iktidarı olan sosyalist işçi-emekçi iktidarını kurmak için mücadele yolunu tutmaktan geçmektedir.
İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!
Ekonomi düzeliyor diyenlerin neden işsizliğin arttığına, alım gücünün düştüğüne dair bir yanıtı yok. İşçi-emekçilerin alım gücü sürekli düşüyor, yoksul halk daha fazla sefaletin dipsiz çukuruna doğru yuvarlanıyor. Ancak sömürücü sınıf temsilcileri bu çıplak gerçekleri çeşitli manipülasyonlara başvurarak çarpıtmaya çalışıyorlar. Ekonominin düzeldiği, işlerin iyiye gittiği yalanını bir papağan gibi tekrarlayıp duruyorlar. Bu iyileşmeyi rakamlar üzerinde de göstermeleri gerekiyor. Bunun için ekonomik verileri temel tüketim fiyatları üzerinden değil de TEFE (beyaz eşya, televizyon vb.) üzerinden kullanıyorlar, bunu eflasyonun düşmesi olarak göstermeye çalışıyorlar. Ama halkın refah düzeyinin neden yükselmediği, işsizliğin neden azalmadı¤ına gelince, bunun zaman alacağı yalanına sığınıyorlar. Herkesin iyiliği için bunun gerekli olduğunu vurgulamayı da ihmal etmiyorlar.
Şimdi yine benzer bir senaryoyla karşı karşıyayız. Uzun zamandır ekonomik göstergelerin düzeldiğine dair vaazlar dinliyorduk. Ama iş işçilerin asgari ücretine yapılacak zamma gelince, bugüne kadar dinlediğimiz vaazların gerçekte ne ifade ettiğini anlamış olduk. Sermaye ve hükümeti işçilere asgari yaşam koşullarını dahi çok gördüler. Onları açlık sınırının da altında yaşamaya mahkum ettiler. Buna rağmen hassas olan ekonomik dengeler bozulabilirdi. Yapılan bu sefalet zammı sonrasında ekonomik dengeler kuvvetlendirilmeliydi. Peki bu nasıl sağlanacaktı? Elbette dolaylı ve dolaysız zam ve vergilerle... Bunun için en uygun fırsat kollandı ve haydutların toplandığı NATO Zirvesi süreci seçildi. Çünkü bu utanç verici zirve sonrası, efendilerini nasıl iyi ağırladıklarının ve efendileri tarafından övgüye mahzar olduklarının tozu duman arasında yağdırılacak zamlar onlar için en uygun fırsattı.
Üstelik emperyalist haydutları ağırlamak için milyarlar harcanmıştı. Elbette bunun faturasını da emekçilerin sırtına yıkmak gerekiyordu. Zirve günleri İstanbul sokaklarını kendi halkına yasaklayan, katilleri ülke topraklarında istemeyen eylemcilere azgınca saldıran sermaye hükümeti, diğer yandan eli kanlı katilleri en iyi şekilde karşılamak için hiçbir masraftan kaçınmadı. Zirve güzergahındaki yollar, kaldırımlar sökülerek yeniden yapıldı, katilleri korumak için tutulan güvenlik birimlerine özel giysiler yaptırıldı, katiller sürüsü beş yıldızlı otellerde ağırlandı, milyonlar açlıktan kırılırken Türk mutfağının en nadide yemekleri haydutlara altın tepsilerde sunuldu vb. Kısaca elleri halkların kanıyla kirlenmiş bu barbarlar sürüsünün rahatı ve güvenliği için hiçbir masraftan kaçınılmadı. Naıl olsa bu masraflar yeni zam ve vergilerle işçi-emekçilerden çıkarılabilirdi. Böyle de oldu, iğneden ipliğe herşeye zam yağdı.
AKP hükümeti bugüne kadarki icraatlarıyla işçi ve emekçi düşmanı olduğunu sayısız kez kanıtladı. Emekçilere azgınca saldıran AKP hükümeti giderek barutunu tüketiyor. Onun da akıbeti diğer sermaye partileri gibi tarihin çöplüğüne gömülmek olacak. Ancak bu öngörü tek başına bir şey ifade etmiyor. Önemli olan sermayenin, AKP yıprandıktan sonra, kitlelerin önüne yeni bir atla çıkmasını engellemektir. Zira sermaye yıllardır hep bu oyunu oynuyor.
Bu kısır döngüden çıkmak için sermayenin oyunlarını boşa çıkarmalıyız. İşçi ve emekçilere kabul ettirilen yeni alternatifler yalnızca sermaye düzeninin ömrünü uzatmaya yarıyor. İşçi ve emekçiler için tek alternatif sosyalizmdir.